Tevhid ve Anarşizme Göre Sanat ve Sanatsal Fiil’in Meşruiyetinin Sınırları

İlahi olanı değersizleştiren, ilahi olanın temsil ve manasının tecessüm ettiği metin ve mekânları; unsur ve değerleri rencide eden her fiil sanatsal bir makyaj ile makyajlansa da sınırlandırılmalıdır.

Boğaziçi Üniversitesi’nde Gelişen Olaylar Çerçevesinde Sanatın Sınırları ve Ahlaki Çerçevesi

Boğaziçi Üniversitesinde rektör seçimi ile başlayan olaylar ustalıkla, insanlık tarihinin en hassas anarşizm aygıtı olan sanatsal fiil üzerinden başka bir yere doğru evrildi. Faaliyet sanat nosyonu içinde olunca, fiilin kabul edilebilir hoşgörü sınırlarında ele alınacağı gibi bir kanaat oluşturulmaya çalışıldı. Sanatsal fiil ile değerleri örselenen tarafların isyan ve tavırları ise nobran olarak takdim edilme yoluna gidildi. Seçkinci bir tavır ve yeni tip jakobenizme Müslüman ahalinin isyanı kurban edilmek istendi. Bu tutum seküler çevrelerde olsa kendi normaline bırakmak mümkün olabilecek iken muhafazakâr evrenden az bir kısım insanların bu hümanizmanın içine girme çabası ile konuyu makul bir zeminde tartışmak zaruret oldu. Gerçi Boğaziçi’ndeki olaylar silsilesi pek çok boyutuyla konuşulabilir, fakat ben Sanat’ın sınırları ve ahlakiliği etrafında algıladığım bahsi biraz tartışmak istiyorum.

Sanatın Tarihi, Ne’liği, Niteliği ve Sınırlılığı Bahsi

Sanat, sanatçı ve sanatsal ürünün mahiyeti ve sınırlılıkları konusu tarihsel pratik içinde ve felsefe tarihi içindeki en hassas konulardan birisidir muhakkak. Antik Yunan’dan başlayarak tüm fikir havzalarında bu konuda sürekli devam eden bir tartışma hali var. Yazılı metinler ve insanlığın felsefi yol alışının merkezi olan Antik Yunan’dan başlayarak bu konu konuşulabilir. Gerçi Antik Yunan’da Platon ve Aristoteles’in temsil ettiği felsefi gelenek dışında Hedonistlerden, Anarşistlere kadar geniş bir evrende sanat ve sanatçının sınırlılığı konusunun tartışıldığını biliyoruz. Yani sanatın travmatik aşkınlık ve sınırsızlık halini tahdit edenin, din yada kutsal metinler olduğu konusundaki yaygın kanaati boşa düşüren bir Antik Yunan deneyiminden söz etmek gerekiyor. Batı düşüncesinde Bilimcilik düşüncesi gibi, sanat ve estetik Skolastik sonrası “Aydınlanma Dönemi” ile bambaşka bir bağlama doğru evrilmiştir. Aydınlanma sonrası algıyı biraz sonra tartışarak biraz Antik Yunan’dan bahsetmek istiyorum.

Antik Yunan felsefi düşüncesinin kurumsal omurgası Platon, Aristoteles ve Sokrates üzerine oturur. Sanatın ne’liği ve niteliği konusundaki ilk ve en güçlü tartışmaların bu dönemde yapıldığını bilmek gerekir. Aydınlanma sonrasında var olan iklimle, kilisenin yarattığı derin kaosun bir cevabı olarak yeni seküler akıl manevi, ilahi olanı doğma olarak topyekün reddettiğinden sanatın sınırlılığı tartışması bir zamandır cesaretle yapılamamaktadır.

 

 

 

Sanatsal Fiilin Ontolojisi

Allah insana güçlü duyu organları, özgün bir algı becerisi, güçlü bir üretme güdüsü, taklit ve inşaa kabiliyeti bahşetmiştir. Duygu ve derinlik yoluyla muhakeme ve duygusal süzgeçten geçirerek inşa etme melekesini bahşettiği ortadadır. Bizzat kâinatın kendisi bir harikuladeliktir. Kâinat vahyinin, insan vahyi tarafından okunması ve tekrar ya da taklit yoluyla üretilmesi insan doğasına oldukça uygundur. İşte sanatsal fiil, insanın bu üstün melekelerinin bir tezahürü olarak insani bir istihsal olarak ortaya çıkar. Tabii ve ontolojik bir mesele ve beceri olduğu ortadadır. Hz. Allah’ın tüm kitaplarında kâinatı resmederken kullandığı dil ve yüksek resmetme hali İlahi Sanat’ın varlığının en güçlü işaretidir. İslam’ın sanat perspektifini ilerde tartışacağım için sanat meselesinin Antik Yunan’da nasıl karşılık bulduğunu ifade etmek istiyorum.

Batı Felsefesi “Platon’dan Freud’a; Ölçüden Kaosa Kısa Bir Hikaye”

Platon sanat ve sanatçı konusunda en sert noktada durmaktadır. Devlet isimli eserinde ürettiklerinin değersizliği üzerinden şair ve sanatçıları şehirlerden kovmayı bile düşünmüştür. İdeal devlet ve insan teorisi içinde sanat ve sanatçı sistemi bozan bir unsur olarak ele almıştır. Bu oldukça sert bir yaklaşım biçimidir. Platon diğer bir diyaloğunda biraz daha yumuşar ve sanatçıya sisteminde bir yer çizerken bir de misyon tanımlar. Şair ve sanatçıların gençlerin eğitimine katkıda bulunabileceğini ancak ahlaksal ilkeleri elinde tutan kudretin talimatlarına kesin bir biçimde uymalarını şart olarak koşar. “Şair site içinde şerefli davranış kurallarından, bu kurallara göre doğru, güzel ve iyi olandan uzaklaşan hiçbir ürün üretmemelidir. Hiç kimse yasa koyucudan ve bu konuda hakim kişilere gösterip onaylatmadan yaptığı eseri kamuyla paylaşmamalıdır.” Bu sanatın sınırlılığı konusundaki en sert ilk metinlerdir. Platon’dan sonra gelenler sanatın tutkuları arındırarak ve başkaca imkânları kullanarak ahlaka hizmet etmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. (Todorov,2016, 77)

Antik Yunan’dan itibaren devam eden sanat ve sanatçının sınırlılığı konusundaki tartışmanın Hristiyanlığın artan etkisi ile beraber daha da güçlendiğini söylemek gerekiyor. Sanat’ı fayda zeminine taşıyan Hristiyan teolojisi mistik ve dinsel şiirler yanında, yeni kilise mimarisi ve resmetme becerisi ile sanat ve din arasındaki ilişkiyi yakınlaştırmıştır. Dinsel fayda ekseninde üretilen Batı sanat formu Skolastik ile beraber oldukça sert bir doğmanın içine hapsedilmiştir. Bu hapsedilme halinin dogma ile savaş psikiyatrisini inşa ettiğini ve Aydınlanma ile birlikte akıl ile birlikte anarşist odağın sanatçılar tarafından doldurulduğunu biliyoruz. Bir zaman önce kiliseye hizmet eden sanat, kilise karşıtı en pagan temsilin adresi olacaktır. Çıplaklık, cinsellik, asimetri, anarşi, kaos resmedildikçe Aydınlanma sanatçısı kendinden geçmiştir. Her ne kadar Aydınlanma Dönemi’nde profan taşıyıcının akıl ve bilimcilik düşüncesi olduğu düşünülürse de aslında en güçlü profan aktör sanatçıdır. Çıplaklık ve Tanrı düşmanlığı sanatın temel nesnesi olmuştur. Çılgın sanat ürünlerinin paylaşıldığı sapkın maskeli balolar ve etkinlikler bu dönemin sınırsızlığını ve immoralizmini  ‘Ahlak Tanımamazlık” resmetmektedir.

Dönemin önemli Filozof bilim adamı Sigmund Freud durumu şöyle ifade eder. “Hiçbir eylem nedensiz değildir. En ufak hareketin mutlak bir sebebi vardır. ‘Ruhsal gerekircilik’ adı verilen bu sav, Psikonalitik kuramların temelini oluşturur. ‘Bizi’ anlatan bilim, ‘Ben’i’ anlatan sanat, “ bir insana giden en kısa yoldur.” Freud’a göre psikonalitik açıdan yaratıcılık, geçerli ve yeni çözümler bulabilme yeteneğidir. Aynı zamanda ikna edici, anlamlı özellikler taşıyan imgesel ürünler yaratma becerisidir. Yaratıcı etkinliğin sonuçları tanımı gereği özgün, beklenmeyen ve dolayısıyla sonu kestirilemez olduğundan yaratıcılık nedensel bir duruma oturtulamaz. Sanatçı, bilinçaltındaki baskılardan kurtulmak için yaratır.(Bozkurt , 1995)

Bir başka kritik isim ve Anarşizm’in önemli ismi Friedrich W. Nietzsche’dir. Nietzsche’ye göre insanın temeli hayal ve şarkıdan gelir. Ona göre insanı şekillendirecek bir noktada “Üst insana ulaştıracak, özgürleştirecek olan tek eylem yaratmadır. Yaratma, sanatın başlangıcı olduğundan insanı geliştirecek, kendisini aşmasını sağlayacaktır. (Nietzsche,2014)

Aydınlanma Dönemi ile birlikte Batı dünyası yaşadığı tüm travmatik geçmiş ile acımasız bir biçimde yüzleşmiştir. Bilimin sınırlılıklarına karşı özgün ve sınırsızlığı ile acımasız profan bir savaşın en güçlü aktörü sanat ve sanatçı olmuştur. Yeni ve modern sanatın güzellik parametresi, yaratıcılık, aşkınlık, sınırsızlık, kaos ve immoralizm olmuştur. Sanat seküler savaşın en hararetli noktasındadır.

Bugün tüm dünyada cari sanat felsefesi bu hassas ve sapkın dönemin bir tezahürüdür. Sanat’ın sınırsızlığı, tartışılmazlığı, imoralist ve aşkın karakteri Aydınlanma döneminde aldığı bir özelliktir.

  1. ve 19. yüzyıl kapitalizmin ve Sosyalizm ’in hakim yüzyılı olmuştur. İki ideolojinin de ortak noktası Aydınlanma mahsulü ve seküler karakteridir. İki ideolojinin de kitlesel endoktrinasyondan kullandığı aygıt sanat olmuştur. Sosyalizm en sert materyalist endoktrinasyonu seküler sanat yoluyla yapmıştır. Materyalist bilimcilik zihni ifsat ederken, materyalist sanat kalbi, duygu ve psikolojinin evrimini ve ifsadını sağlamıştır.

Tevhidi Bakışın Tezahürü Olarak İslam Sanatları Tasavvuru

Burada biz Müslümanların önemli bir avantajı vardır. İslam bilim tarihi gibi, İslam sanatları tarihide aynı tarihsellik içinde özellikle Osmanlı pratiğinde muazzam bir medeniyet duruşu ortaya koymaktadır. Bu modern Batı düşüncesinin dün ve bugün hesaplarını bozan yüksek bir tezahürdür. İslam’ın tevhit esası tüm sanatın odağını oluşturur. Tüm kâinat tevhitten tezahür etmiştir. Kâinat bu muazzam tezahürün bir yansıması olarak muazzez, mükerrem ve şahanedir. Bu şahanelik Allah’ın sıfatlarının küçük cüzler halinde basit yansımalarıdır. Kuran’ı Kerim Allah’ın yazılı Vahyi olarak nizamı ve güzelliği işaret ve ifade eder. İnsanoğlunun bilmediği ve bilemeyeceği müstesna güzelliği resmeder ve rehberlik ederek gösterir. İşte her Müslüman bu muazzam etkileşimin bir muhatabıdır. Allah Celle kâinat nizamı içinde her mümini bu cazibe ve zanaatın bir parçası kılmak için davet eder. İman etmiş her birey bu İlahi musikinin, resmin ve var oluşun canlı şahidi olur. İslam fıkhı dini, ahlaki ve mahremiyet temelinde sınırlar koymak suretiyle yapılan her işin güzel yapılmasını tavsiye eder. Fayda yaklaşımını sadece maddi fayda dışında manevi kemalatı da içine katarak genişletir. Manevi olgunlaşmaya, imanı kemale erdirmeye ve Allah’ın zikri keyfiyeti ile yapılan zanaatı ve sanatı meşru, helal görür ve teşvik eder.

Allah Celle mübarek kitabında bize yol gösterir. Müteşabih ve tefsir gerektiren kısımlar yanında her düzeyde insanın anlayabileceği açık ve kolaylaştırıcı hükümler ortaya koyar. Kan, leş ve habis hayvanların yenmemesini Allah bize açıklıkla tavsiye eder. İşte bu yol göstericilik insan hayatını kolaylaştıran ve insanın hata yapmasını ortadan kaldıran ölçülerdir. Buradaki mantıkta olduğu gibi bir sanat türü olarak vadilerde boş boş gezen şairlerle amaçsız ve tevhitten kopuk, sarhoşlaşmış şair ve sanatkârlar uyarılır. Tevhitten beslenen şair, sanatkâr herkesten daha büyük bir itminan görür. İslam’da sanat ürünü İlahi İtminanın kaynağı olmalıdır. Her mümin ince bir nazar içinde kâinat ve Kuran nimeti ile temas ederek hayret makamında duracaktır. Bu makamın kapısında duran her birey sanat duygusunu var eden bir psişik ve zihinsel üretim ve algı kıvamında olacaktır. Ayrıca istidat sahibi olanların dini, ahlaki ve mahremiyet sınırlarına uyarak üretmesi, nefaseti ve estetiği bir sanat nesnesine dönüştürmesi teşvik edilmiştir. O halde sınırlılık ve ahlakilik sanat üretmeye mani olmamış Türk İslam Sanatları muazzam ürünler ortaya koymaya muvaffak olmuşlardır.

Son Söz Yerine “ Batı Sanatı İsyandır”

Son söz olarak sınırsız sanat ya da ahlak tanımaz sanat yaklaşımı bizim coğrafyamıza ve medeniyet telakkimize uzak ve yabancıdır. Aydınlanma döneminde başlayan seküler ve saldırgan sanat düşüncesinin tezahürü olan modern Batı sanatının güzellik parametresi, yaratıcılık, aşkınlık, sınırsızlık, kaos, isyan ve immoralizm olmuştur. Sanat, seküler savaşın en hararetli noktasındadır. Bugün tüm dünyada modern sanat formu elde ettiği imoralist, isyankâr sınırsızlık bayrağı ile kendini temsil etmektedir. İnsanlığın evrensel iyilik ideası ve normları ile her çatıştığı noktada bir çatışma ve tavır ortaya çıktığında sanatın sınırsızlığı kavramı tolerans ve hoşgörü libasına bürünmektedir. Her kültür ve coğrafya evrensel ve mahalli ahlakilik üzerinden sanatsal fiilin sınırsız ve kaotik tarafını sınırlandırır. İlahi olanı değersizleştiren, ilahi olanın temsil ve manasının tecessüm ettiği metin ve mekânları; unsur ve değerleri rencide eden her fiil sanatsal bir makyaj ile makyajlansa da sınırlandırılmalıdır. İsyan ve kaosun kaynağı olan, insanın süfli duygularının ve psikanalitik travmalarının tezahürü olan sanat insanlığın hangi ortak değerine katkı sağlar?

Sanat ve sanatçının insanlık faydasına olmasının imkânını sağlayacak en önemli çaba sanat eğitimi ile ahlakilik eğitiminin birlikte verilmesidir. Önce Ahlak ve maneviyat verilmedikçe ortaya çıkan her mahsul eksik ve yanlış olacaktır. Sanatı isyan ve tutkunun; sınırsızlık ve ahlak, değer tanımamanın yegâne adresi gören bir sanat anlayışı neye hizmet eder?

Tüm bu gerekçelerle Boğaziçi Üniversitesi’nde İslam’ın değerlerine bir hakaret anlamını taşıyan unsurlar asla uygun olmadığı gibi kriminal boyutlar da taşımaktadır. Bu süreçte İslam’ın değerlerini tutup kaldırma gayretine giren, kalbinde bunun ıstırabını çeken her mümin en güzel şekilde vazifesini yapmıştır. Devlete düşen pek çok vazifeden en önemlisi sanat ve felsefe eğitimi verdiği her alanda sanatın ahlakiliği konusunu işlemesidir. Çıplak beden resmini sanat eğitiminin olmazsa olmazı gören akademi sanatta ahlakilik konusunu da görmezden gelemez. Lise felsefe kitaplarında estetik ve sanat felsefesi ünitelerine sanatta ahlakilik ve Türk İslam Sanatlarının anlam ve mahiyetini ifade eden başlıklar konulmalıdır.

Kaynakça

  1. Todorov Tzevatan, Ya Sanat Ya Hayat, Sel Yayıncılık, 2016
  2. Bozkurt N. Sanat ve Estetik Kuramları, Sarmal Yayınevi, 1995
  3. Nietzsche Friedrich W., Müziğin Ruhundan Tragdeya’nın Doğuşu, Say Yayınları, 2014

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu