Ölüm & Hayat Döngüsündeki İnsan-1

İNSAN

İnsan; herkesin üzerine tanımlamalar yaptığı, eşref-i mahlukat, evrimin bir ürünü, dünyayı imar eden, yeryüzünü fesada uğratıp kan akıtan şeklinde yorumlanan; Allah’ın bize tarif ettiğine göre ise yeryüzünde bir halife olan varlık. Biz bu yazı dizisinde insanın ne olduğu, insanın yaşam döngüsü ve bu döngünün amacını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışacağız.

İnsan mevcut bilimsel gelişmeler içinde anladığımız ve şahit olduğumuz şekliyle döllenmiş bir yumurtanın ölü bir ete dönüşmesi ve sonrasında bu etin hayat bulması, dünyaya geldikten sonra da ölene kadar yaşayan ve öldükten sonra da tabiatın döngüsü içinde yok olan varlık (mı?). Peki! tüm hikâye gerçekten bundan ibaret olabilir mi? Hayat dediğimiz döngü; ölü bir et parçasının hayat bularak insana dönüşmesi ve bu dünyada yaşayıp gitmekte olduğumuz hayatı tamamlamasıyla son mu bulmaktadır. 8 milyara yaklaşan insanlık nüfusunun yarısından fazlası; hayat döngüsünün, şahit olduğumuz bu başlangıçtan daha öncesinin de olduğuna ve bu sondan da daha sonrasının olduğuna inanmaktadır. Peki bu tanımlama ve inançlardan hangisinin doğru olduğuna inanmamız hususunda daha fazla delile sahip miyiz?

Bu hayat döngüsünü anlayabilmek ve üzerinde düşünebilmek için ise önce insan denen varlığın ismiyle “İnsan” kelimesinin manasını anlama gayretiyle başlayalım. İnsan (الإنسان) kelime kökeni itibariyle Arapça “İns” (الإنس) kelimesinden türetilmiştir.

Arapça kelime kalıpları üzerine kurulu bir dildir ve yeni bir kelime türetmek, kök kelimenin ulaşılmak istenen manaya göre ilgili kalıba uyarlanması ile kolayca halledilebilmektedir. Her kalıbın o kök kelimeye katacağı anlam bellidir. Bu sebeple bir kelimenin tam manası ile ne ifade ettiğini anlamak için aynı kökten türetilmiş diğer kelimelerin kullanım anlamları bütüncül olarak değerlendirilmesi faydalı olmaktadır. Bu makalede de bu yöntemle “insan” kelimesinin tam olarak ifade ettiği manaya ulaşılmaya çalışılacaktır.

“İns” (الإنس) kelimesinin sonuna aitlik anlamı veren “yy” (ي) eki getirilerek türetilen, insanlığa ait manasındaki “İnsiyy” (إنْسِيُّ) kelimesi eşi olan şeylerin birini tabir ederken kullanılır. Mesela insan da iki tane olan organlardan bahsedilirken, sağ kolu veya sol kolundan veya bacaklarından birinden bahsedilirken “İnsiyy” (إنْسِيُّ) kullanılır. Bunun zıddı ise tek olan organlar için de kullanılan vahşi, barbar anlamlarına gelen “vahşiyy” (وحشي) kelimesidir. Yine insanın avuç içi, ayaklarının üst kısmı da insana yakın ve insana dönük olduğundan “İnsiyy” (إنْسِيُّ) dir. Elin üst kısmı ile ayakların tabanı ise insana ters istikamete baktığından “vahşiyy” (وحشي) dir. Hatta ok atılırken çekilen yayın bile iç kısmı insana baktığı için bu kısma “İnsiyy” (إنْسِيُّ) denilmiş, karşı tarafa bakan kısmına ise “vahşiyy” (وحشي) denilmiştir. Kuran-ı Kerimde de Furkan Suresi 49. Ayeti kerimede “Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik.” (لِنُحْيِيَ بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَٓا اَنْعَاماً وَاَنَاسِيَّ كَث۪يراً) denilirken de “İnsiyy” (إنْسِيُّ) kelimesinin çoğulu olan “enasiyy” (الأناسي) kelimesi tercih edilmiş ve insanın tek olan bir varlık değil, çiftten biri olduğu anlamı ortaya konulmuştur. Yine aynı kökten türetilen “iynas” (إيناس) kelimesi ‘sukunet vermek, rahatlık vermek, ünsiyet oluşturmak’ anlamlarına gelirken, “vahşiyy” (وحشي) kelimesinin aynı kalıpla üretilmiş hali olan “iyhaş” (إيحاش) kelimesi ‘vahşet yaymak’ anlamına gelmektedir. Yine aynı kökten türetilen “Enes” (أنس) kelimesi, bir vahşi manasındaki “vahşun” (وحش) kelimesinin zıt anlamlısıdır ve “el- Enesu” (الأنس) mukim olan yerleşik kabileleri tanımlamak için kullanılan bir kelimedir.[1]

Bu açıdan değerlendirdiğimizde kelime manası itibariyle insan olmak- insanlığa ait olmak; tek olmama, eşini bularak ünsiyet kurabilme ve böylece toplumsallaşarak medeniyet inşa etme şartını taşımaktadır. Nitekim TDK Sözlükte de ‘İnsan’ kelimesi “Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı.”[2] Şeklinde tanımlanmıştır.

Öyleyse kelime anlamı itibariyle İnsan olmanın şartı ilk olarak eş sahibi olma ve o eş ile ünsiyet kurarak bir olmak, böylece iki eşin birlikteliğinde varlığını ortaya koymaktır. Bundan sonra, ünsiyet kurma alanı genişler ve etrafıyla kuracağı ilişkilerde çevresine sükûnet ve huzur veren bir varlık ortaya koyar. Böylece insanın gerek diğer insanlarla gerekse evrenle geliştireceği ilişkilerin insani olması için ‘sükunet’ ve ‘huzur vermek’ temelli bir ilişki kurma ön şartı olduğunu kabul edebiliriz. Farklı amaç ve hedeflerle kurulacak ilişkiler ‘insani’ değil ‘vahşi’dir. İnsanı bu anlam bütünlüğü içinde değerlendirerek kavrayabilirsek yazının başında ifade ettiğimiz insan tanımlamalarından hangisinin daha doğru bir ifade olduğuna ulaşmamız kolaylaşacaktır.

Modern tarih biliminin insan tarifindeki tanımlamalar insanlığın geçmişi hakkında gerçekleştirdiği maddi keşifler ve bu keşifler hakkında yapılan yorumlamalar üzerine inşa edilmektedir. Bu keşiflerde ilk insan ve insanlığın gelişim aşamalarıyla ilgili ulaşılmış bilgiler yoktur ve hakkında bilgi sahibi olunmayan dönemlerle ilgili sadece materyalist tahminlerden ibaret yorumlamalar vardır. Bu klasik tarih ezberi insanlık tarihini M.Ö. 3000’li yıllara ait kil tabletler ile başlatmaktadır[3] ve bundan öncesini de “tarih öncesi çağlar” olarak tanımlamaktadır. Sümerler’ in Ortadoğu da tahıl tarımı ile çiftçilik ve evcilleştirilen hayvanlar ile çobanlığa başlaması sonucunda ilk uygarlığın kurulduğu savunulmaktadır. Böylece başlayan yerleşik hayat sonucunda ekim, sulama v.b. eylemler ortak çalışma ve iş birliğini zorunlu kılmış ve toplumsal yapılar ortaya çıkmıştır denilmektedir. Böylece sınıfsal yapının oluşması, ay ve güneş takvimlerinin hesaplanması, mevsimsel geçişlerin önceden bilinmesi ile öne çıkan rahipler yoluyla ilk dinlerinde üretildiği iddia edilmektedir.[4] Bu senaryo yıllar boyu anlatıla gelen klasik tarih masalıdır. Görüldüğü gibi bu tarih anlatısında insan olmanın tarifi sadece üretim ve tüketim endeksli yorumlanmış ve insanın varlığını ortaya koyması, düşünce üretmesi ancak tüketeceğinden fazla üretimi gerçekleştirmesi şartına bağlanmıştır. Bu anlatı vahyi yok sayan, insanın manevi yönüyle hiç ilgilenmeyen evrimsel ve materyalist bir bakış açısının ürünüdür ve bu bakış açısının gerçekliği hakkında öne sürülen deliller gerçekten bu kadar ciddi yorumlar yapmaya yeterli midir? Bu soru yıllarca sorulamamıştır. Çünkü tarih öncesi olarak nitelendirilmiş döneme ait oldukça az bilgi üzerinden yapılan yorumlamalar ve fikir üretme eyleminden ibaret olan bu tarih anlatısı bilimsel gerçeklik olarak yıllardır insanlığa dayatılmakta ve aksine üretilen her türlü fikir ve yorumlamalar bağnazlıkla suçlanmaktadır.

Son dönemde Şanlıurfa’da Göbekli Tepe’nin keşfedilmesiyle, 12.000 yıl önce henüz yerleşik hayata geçmemiş, göçebe olarak hayatlarını devam ettiren, “tarih öncesi çağlar” olarak tanımlanan dönemlerde, tarihin başlangıcı olarak kabul edilen Sümerlerin yazılı tabletlerinden 9000 yıl öncesine ait yapılar keşfedilmiştir. Bu yapılarla ilgili şu ana kadar yapılan yorumlamalara göre bu yapıların inşası ancak insanlar arasında güçlü bir iş birliği ve organizasyonu gerekli kılmaktadır. Bu yapıların kullanım amacı olarak ise dini bir mabed görüntüsü verdiği düşünülmektedir. Bu keşif ile dini inançların ortaya çıkması ve insanın sosyal hayatının evrimi hakkındaki klasik ezberler yıkılmıştır. Tarih öncesi çağlar olarak isimlendirilmiş, tespit edilen yazılı tabletler öncesi dönemlerle ilgili yapılan tahminler üzerine yazılmış tarih tezlerini yıkan bu yeni keşiflerin arkası da gelmektedir. Öyleyse gerek arkeolojik keşifler gerekse tarihi tespitler üzerinden yorum yapmaktan aciz kaldığımız dönemler hakkında kendi aklımızla yeni yorumlar üreterek yeni bir evrimsel teori mi ortaya koyacağız, yoksa Allah’ın vahiy ile bildirdiği insanlık tarihinin başlangıcı ve gelişimi hakkındaki bilgilere mi kulak vereceğiz?

Kuran-ı Kerim’de Bakara Suresi 30. Ayette, Allah (c.c.) insanı “yeryüzündeki halife” olarak tanımlamıştır.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

“Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni eksiksiz bilirken ve durmadan övgü ile tenzih ederken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.” (Bakara-30)[5]

Halife kavramından Allah’ın ne kastettiği İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren farklı yorumlamalarla tartışılmıştır.  Halife kelimesi sözlük anlamı itibariyle “arkada olmak, birinin arkasından gelmek, yerine geçmek, takipçisi olmak” manalarını ifade etmektedir. Siyasi olarak İslam tarihinde ilk Halife olan Hz. Ebubekir için “خليفة رسول الله – Allah Resulü’nün Halifesi” sıfatı kullanılmıştır. 2. Halife Hz. Ömer için ise ilk önce “ خليفة خليفة رسول الله – Allah Resulünün Halifesi’nin Halifesi” denilmişse de daha sonra “Mü’minlerin emiri” sıfatı tercih edilmiştir. Bundan sonraki dönemde ise hükümdarlar için genel olarak “Halife” kavramı kullanılmıştır.

İslam literatüründe Halife kelimesinin anlaşılması üzerinde yorumlamalar yapılırken öncelikle Allah’ın insanı “Halife” olarak tarif ettiği ayetler üzerinde alimler ve Mutasavvıflar arasında bazı fikir ayrılıkları oluşmuştur.  En’am suresi 165. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

﴿١٦٥﴾

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz rabbinin cezası çok çabuktur; yine O’nun bağışlaması ve rahmeti boldur.” [6]

Yine Sa’d Suresi 26. Ayette Allah şöyle buyurmaktadır.

يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟

﴿٢٦﴾

“Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet, nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.”[7]

Burada insanın halifeliği yeryüzüne hükmetme ile ilişkilendirilmiştir. Peki, bu halifelik yani hükmetme durumu halifelik kelimesinin içerdiği mana itibari ile kimin hakimiyetinin devamı ve ardılı olma manası içermektedir. Tartışmalar da tam bu noktada başlamaktadır. Bazı âlimlere göre insan kendinden önce yeryüzünde hâkim olan cinlerin yerine getirildiği için “bu varlık türünün ardından gelenler” anlamında Hz. Âdem ve soyuna halife denmiştir. İbn Abbas’ın bu görüşte olduğu rivayet edilir. Bu görüş sahipleri “Allah resulünün halifesi” ifadesini kullanır, ancak “Allah’ın halifesi” tabirinden hoşlanmazlar. İbn Mes‘ûd’un da katıldığı ikinci görüşe göre Hz. Âdem ve insan yeryüzüne hükmettiği için Allah’ın halifesi olmuştur. Mutasavvıflar, halife konusundaki görüşlerini geliştirirken terimin “insanlar arasında Allah adına hükmetme” şeklindeki ikinci anlamını esas almışlardır. Hasan-ı Basrî, takvâ sahibi temiz ve seçkin kullar için “Allah’ın halifesi” tabirini kullanmış olmakla beraber ilk sûfîler arasında bu konu üzerinde durulmamış, halife ve hilâfet bir tasavvuf kavramı olarak insân-ı kâmil ve kutub fikrinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.[8]

Halifelik sıfatı burada insanın sahip olduğu ilim ve bu dünyada üstleneceği role işaret eden bir kavram olarak öne çıkmaktadır.  Yukarıda alıntıladığımız Sad suresindeki ayette Allah (c.c.), Hz. Davut’a bu halifeliğin yürütülmesindeki esasları belirtmektedir. Dolayısıyla halife kavramı insanın hayat döngüsünün yeryüzündeki kısmını tanımlayan bir ifade olarak anlaşılmaktadır. Peki, insanın yeryüzündeki hayatının, bu hayat döngüsünün bütünlüğündeki etkisi nedir?

Allah, Kuran-ı Kerim’de insan hayatının döngüsünün bu dünyadan ibaret olmadığını, bu dünyanın öncesinden başladığını ve sonrasında da devam edeceğini açıklamaktadır.

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ  ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

“Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki, siz ölüydünüz; O sizi diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, ve sonra sizi tekrar diriltecek. Sonra da ona döndürüleceksiniz.”[9]

Bu tarifte insanın ilk hali ölü olarak tanımlanmıştır. Daha sonra hayat bulmuş ve Allah tarafından diriltilmiş böylece dünya hayatı başlamıştır. Bu dünya hayatındaki süre dolduğunda ise tekrar öldürülecek ve yeni bir diriltilme ile yeni bir evreye geçiş yapılacak sonrasında ise Allah’a döndürülecektir. Döngünün sonu Allah’a döndürülme olarak bağlanmıştır. “Dönmek” fiili daha önce uğranmış bir nokta veya yolun başlangıç noktasına tekrar gelmeyi ifade eder. Öyleyse bu hayat döngüsü Allah’tan başlayan ve Allah’a vararak son bulacak olan bir döngü olarak tanımlanabilir mi? Yeryüzündeki halifeliğin yerine getirilmesinin bu döngünün tamamlanmasına etkisi nedir? Bu soruların cevapları ikinci yazıda tartışılmaya devam edilecektir.

Kaynakça

Diyanet, İ. B. (tarih yok). https://kuran.diyanet.gov.tr. 6 14, 2021 tarihinde https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/En’%C3%A2m-suresi/950/161-165-ayet-tefsiri adresinden alındı

Diyanet, İ. B. (tarih yok). https://kuran.diyanet.gov.tr/. 6 14, 2021 tarihinde https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/S%C3%A2d-suresi/3995/25-26-ayet-tefsiri adresinden alındı

Diyanet, İ. b. (tarih yok). Kuran Yolu Tefsiri. 3 9, 2021 tarihinde https://kuran.diyanet.gov.tr/: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/37/30-ayet-tefsiri adresinden alındı

Efendi, V. M. (2014). Vankulu Lügati (Cilt 1). (M. K.-E. Tanrıverdi, Çev.) İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı.

McNeill, W. H. (2006). Dünya Tarihi. (A. Şenel, Çev.) Ankara: İmge Kitapevi Yayıncılık.

sozluk.gov.tr. (tarih yok). 01 17, 2021 tarihinde https://sozluk.gov.tr/?q=insan&aranan= adresinden alındı

ULUDAĞ, S. (1997). Halife. D. İ. Başkanlığı içinde, İslam Ansiklopedisi (Cilt 15, s. 299-300). İstanbul.

Yavuz, A. F. (tarih yok). Bakara suresi 28. Ayet. 2 20, 2021 tarihinde https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=28 adresinden alındı

[1] (Efendi, 2014)

[2] (sozluk.gov.tr)

[3] (McNeill, 2006)

[4] (McNeill, 2006)

[5] Bakara -30 (Diyanet)

[6] (Diyanet İ. B.)

[7] (Diyanet İ. B., https://kuran.diyanet.gov.tr)

[8] (ULUDAĞ, 1997)

[9]Bakara -28 (Yavuz)

sozluk.gov.tr. (tarih yok). 01 17, 2021 tarihinde https://sozluk.gov.tr/?q=insan&aranan= adresinden alındı

ULUDAĞ, S. (1997). Halife. D. İ. Başkanlığı içinde, İslam Ansiklopedisi (Cilt 15, s. 299-300). İstanbul.

Yavuz, A. F. (tarih yok). Bakara suresi 28. Ayet. 2 20, 2021 tarihinde https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=28 adresinden alındı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu