Yeni̇ Di̇aspora Cenneti̇ Türki̇ye

Diaspora kelimesi kökeni itibariyle dilimize Fransızca’ dan girmiş bir kelimedir. TDK sözlükte anlamı itibariyle “Herhangi bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer”, “Herhangi bir ulusun yurdundan ayrılmış kolu, kopuntu.” Şeklinde tanımlanmıştır. Diaspora kelimesi TDK sözlükte üçüncü bir anlam olarak ise “Yahudilerin ana yurtlarından ayrılarak yabancı ülkelerde yerleşen kolları, kopuntu” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlama aslında tarih boyunca Diaspora kelimesine anlam kazandıracak tarihe ve organizasyona sahip olan en ciddi grubun Yahudiler olması hasebiyle Diaspora kelimesiyle Yahudilerin bütünleşmiş olmasını ortaya koymaktadır.

Bir grubun Diaspora olarak tanımlanabilmesi için kökeninin dışında, farklı bir ülkede yaşayan ortak tarih, kültür ve vatana sahip insanların örgütlü bir biçimde varlıklarını muhafaza etmesi, ana vatanlarıyla ilgili bir geçmişleri ve gelecek planlamalarının olması, anavatanlarıyla olan ilişkilerinin devam ediyor olması ve dolayısıyla yaşadıkları ülkeye bir aidiyet bağlarının bulunmaması gerekmektedir.

  1. Dünya savaşından sonra tüm dünyada kimisi zorunlu kimisi gönüllü göç dalgalarından oluşan bir süreç başlamış ve özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin önce Afganistan sonra ise Irak’ı işgal etmesiyle yaşanan işgaller ve bu işgallerin sebep olduğu süreçler bölgede yoğun bir göç hareketliliğine sebep olmuştur. 2010 yılında başlayan Arap Baharı rüzgârı ile bölgede başlayan siyasi ve askeri iç çatışmalar sonrasında ise yeni bir göç dalgası başlamış ve bu siyasi göçmenler, göç ettikleri ülkelerde ana vatanlarına geri dönmek için çeşitli organizasyon ve faaliyetlere başlayarak yeni Diasporaların ortaya çıkmasını sağlamışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti gerek üzerinde var olduğu toprakların coğrafi konumu gerekse çevresiyle kurulu tarihsel bağları sebebiyle bu göç hareketlerinden her zaman etkilenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurucu ekibi, her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu mirasını fikirsel olarak reddeden bir siyaset inşa etmeye çalışsa ve batıcı politikalarla hem devleti hem de milleti; kültürden dile, alfabeden eğitime, kanunlardan kıyafetlere kadar her alanda gerçekleştirilen devrimlerle geçmişle bağları kopartılmış yeni bir yapıya dönüştürmek istemiş olsalar da; 100 yıllık bu politikalar dünya devletleri nezdinde de, bu devletlerin vatandaşları nezdinde de Türkiye’nin Osmanlı bakiyesi ve Osmanlı’nın başkentinin sahibi dolayısıyla varisi olması fikrinin yerleşmesini engelleyememişlerdir.

Bizlerin de birer göçmen olarak geldiğimiz ve yerleştiğimiz bu topraklardaki hakimiyet dönemimiz boyunca her milletten göçmen ve mültecilere her dönemde ev sahipliği yapmış ve Osmanlı hakimiyeti döneminde de bu göç hareketlerinin diaspora gücünü çok iyi yönetmiş bir millet olarak bu topraklarda diasporaların nasıl yönetileceğinin en iyi örneklerinden birini 500 yıl sürdürmeyi başarmışızdır.

Osmanlı dönemindeki göç hareketleri içinde diaspora örnekliği açısından en önemli örnekler şunlardır.

  • 1492’de İspanya’dan gelen Yahudi göçü,
  • 1672 Thököly Ayaklanması’nın ardından matbaacılığın öncüsü İbrahim Müteferrika ile itfaiyeciliğin öncüsü Kont Ödön Seçenyi (Seçenyi Paşa)’nin ve 1699 yılında Macar Kralı Thököly Imre ve eşinin Osmanlı İmparatorluğuna iltica etmeleri,
  • 1709 yılında İsveç Kralı Şarl’ın beraberindeki yaklaşık 2 bin kişilik grupla birlikte Osmanlı İmparatorluğuna sığınması,
  • 1718 Pasarofça Antlaşması’nın ardından Macar Kralı II. Rakoczy Ferenc’in Osmanlı İmparatorluğuna sığınması,
  • 1830 Polonya İhtilali’nin liderlerinden bugünkü Polonezköy’ün kurucusu Prens Adam Czartorski’nin 1841 senesinde Osmanlı İmparatorluğu’na iltica etmesi,
  • 1848 Macar Özgürlük savaşını kaybeden Prens Lajos Kossuth ve yaklaşık 3 bin Macarın 1849’da Osmanlı İmparatorluğu’na gelmeleri,
  • Farklı istatistiki veriler bulunmakla birlikte 1864 senesinde ise Rus ordusundan kaçan yaklaşık 1 milyon Kafkas nüfusun Osmanlı İmparatorluğu topraklarına kabul edilerek, Balkanlar’a ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilmesi (Çerkez Sürgünü).
  • 1917 Bolşevik İhtilali’nin ardından Vrangel’in yaklaşık 135 bin kişiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğundan koruma talep etmesi.[1]

Bu göç hareketleri incelendiğinde kimisinde zulme uğrayan toplulukların hayatlarını devam ettirme amaçlı sığınmaları göze çarpmaktayken kimisinde ise siyasi iktidar kavgalarında yenilen tarafın Osmanlı topraklarına iltica ederek siyasi ve askeri güç desteği sağlama arzusu olduğu görülmektedir. Esasen ev sahibi ülke açısından en önemli göçmen veya mülteci sınıfı bu ikinci sırada saydığımız siyasi göçmen sınıfıdır. Çünkü bu sınıf diasporayı kuracak ve diaspora çalışmalarıyla size bir çok alanda farklı güç ve fırsatlar sunacak sınıftır.

Cumhuriyet döneminde yaşanan göç hareketlerine bakıldığında ise önümüze şöyle bir tablo çıkmaktadır.

  • 1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişinin,
  • 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişinin,
  • 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişinin,
  • 1988 yılında Irak’tan 51.542 kişinin,
  • 1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişinin,
  • 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467.489 kişinin,
  • 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişinin,
  • 1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişinin,
  • 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişinin,[2]
  • Nisan 2011- Ekim 2021 arasında Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre 3.723.674 kişinin Türkiye’ye gelişi.

Cumhuriyet dönemi göç hareketlerine bakıldığında özellikle Osmanlı bakiyesi topraklarda yaşanan her sıkıntıda Türkiye Cumhuriyeti buradaki halklar için sığınılacak bir liman olmuştur. Esasen bu göç hareketleri Osmanlı İmparatorluğunun gerileme döneminde yaşanan göç hareketlerinin bir devamı niteliğindedir. Bu tabloya göre ülkemiz 1922 yılından bu güne kadar ortalama 5 milyon göçmeni kabul etmiştir. Bu sayıya evlilik, mülk satın alarak yerleşme, öğrencilik sebebiyle yerleşme yoluyla ülkemize gelen ve ikamet izniyle burada yaşayan kişiler dâhil değildir. İkamet izniyle ülkemizde bulunan yabancı sayısı ise Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre 21.10.2021 tarihi itibariyle 1.232.448 kişidir. İkamet izniyle ülkemizde bulunan yabancıların sayılarını uyrukları açısından değerlendirdiğimizde ise en kalabalık olanları şunlardır.

  • Irak: 155.780
  • Türkmenistan: 119.575
  • Suriye: 100.967
  • İran: 89.152
  • Özbekistan: 65.458
  • Rusya Federasyonu: 61.843
  • Azerbaycan: 58.001

Sadece ikamet izniyle ülkemizde bulunan kişileri değerlendirdiğimizde ciddi bir diaspora gücü fırsatı önümüze çıkmaktadır. İkamet izni ile ülkemizde bulunanlar içerisinde en önemli sınıf öğrenci ikametiyle bulunan genç kesimdir. Bu öğrenciler Türkiye’de eğitim almakta ve ülkelerine döndüklerinde de siyaset, bürokrasi ve ticarette kendi ülke vatandaşları içinde en seçkin sınıfı oluşturmaktadırlar.  Bu durum öğrenci sınıfını ev sahibi ülke açısından en ciddi yatırımı hak eden sınıf yapmaktadır.

Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin diaspora kurumu olarak tanımlayan Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı her ne kadar çalışma alanı olarak yurtdışındaki Türk diasporalarını işaret etse de uluslararası öğrenciler daire başkanlığı görevleri gereğince ülkemizde Türkiye bursları ile eğitim alan öğrencilerin iş ve işlemlerini takip etmekte ve bu öğrencilerle gerek öğrencilik sürecinde gerekse mezuniyetleri sonrasında kendi ülkelerine döndüklerinde en ciddi ilişkiye sahip ve bu ilişkiyi yürütmekle görevli devlet kurumu olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’de eğitim almak için Türkiye burslarına 2020 yılında 172 ülkeden 156 bin genç başvurmuş ve 17.000 öğrenciye YTB bursu sağlanmıştır.[3] Bunun yanında ülkemizde eğitim gören uluslararası öğrenci sayısı 200.000’e ulaşmış durumdadır.[4] Bu ülkemize olan ilgi ve talebin bir göstergesidir. Bu talep ve ülkemizdeki uluslararası öğrenci varlığı seçkin bir diaspora gücünün oluşması ve bu diaspora gücünün kendi ülkesine dönmesi sonrasında bu ülkelerle kurulacak ilişkiler açısından müthiş bir güç ve fırsat sunmaktadır

Son 10 yıllık göç hareketliliği değerlendirildiğinde ise bölgedeki iç çatışma ve siyasi mücadeleler Türkiye’yi yeni bir siyasi göç dalgasıyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu süreç; Suriye, Mısır, Filistin, Libya başta olmak üzere Irak, Yemen gibi birçok ülkeden siyasetçi, bürokrat, iş adamı, akademisyen, gazeteci, yazar gibi önde gelen birçok grubun Türkiye’de yerleşmesi sonucunu doğurmuştur. Bu siyasal göçmen sınıfı Türkiye’de, kendi içlerinde bir araya gelerek kurdukları organizasyonlar ile siyasi söylem, medya faaliyetleri, akademik çalışmalar v.b. alanlarda sürekli üretim gerçekleştirerek ana yurtlarına dönmeye yönelik çalışmalar yürütmekte ve böylece Türkiye’deki Diaspora gruplarını oluşturmaktadırlar.

Bu anlamda Türkiye tam bir Diaspora cenneti haline gelmiş vaziyettedir. Türkiye için göç gerek bulunduğu coğrafi konum gerekse tarihsel arka planı sebebiyle kaçamayacağı bir gerçekliktir. Türkiye’nin göç ve göçmen politikalarını yürütürken odaklanması gereken en önemli nokta esasen Diaspora yönetimidir. Meseleye göç ve göçmen çerçevesinden baktığımızda ülkemizin uğrayacağı zararlar ve karşı karşıya kalacağımız tehditler ilk odaklanılan noktalar olmaktadır. Bakış açımızı değiştirip meseleye Diaspora yönetimi odağıyla baktığımızda ise ülkemizin uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında sahip olduğu güç ve değerlendirebileceği fırsatlar öne çıkmaktadır. Önemli olan meseleye nereden baktığınız ve politikalarınızı hangi temeller üzerine kurduğunuzdur.

Bu gün Türkiye göç ve göçmen gerçekliğinin tüm yükünü çekerken, Diaspora yönetimi politikalarını doğru bir şekilde kurgulayarak bu alandaki güç ve fırsatları yeterince değerlendirememektedir. Bu durumun en temel sebebi 1. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyetinin kendini Batıcı bir tanımlama ile konumlandırması sonucunda bölgeyle ilişkisini kesmesi ve esasen Tanzimat’tan beri başlayan dönüşümün hız kazandığı bir yüz yıllık sürecin yaşanması sonucunda varılan noktadır. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti; kurumlarıyla, Sivil Toplumuyla hatta halkıyla ciddi bir kararsızlık içindedir. Bir yandan mevcut kurumsal yapısı, kanunları, devlet refleksleri ve 100 yıldır inşa edilen ulus devlet politikaları “Yurtta Sulh Cihan’da Sulh” temel felsefesi Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi iç meseleleriyle ilgilenmeye ve Dış politikada yeni problem üretmeme odaklı bir yöntem izlemeye iterken; diğer yandan tarihsel arka planı, bölgesel beklentiler, küresel gerçeklikler, jeopolitik konumu, hinterlandındaki potansiyel Türkiye’yi bölgesel ve küresel bir güç olmaya itmektedir. Türkiye’nin diaspora yönetimini inşa edememesinin en temel sebebi bu iki politika arasında yaşanan gel git durumudur. Bu süreç ciddi bir kurumsal hafıza kaybına sebep olmuş ve aşiretlerden kabilelere her türlü güç gruplarını tanımlayarak ve yöneterek 500 yılı aşkın bir hâkimiyet dönemini arkasında bırakan bu devlet ve millet, bu topraklarla arasındaki bağı dilden kültüre, eğitimden siyasete kadar her alanda yaşanan değişim süreçleri ile kaybetmiştir.

Son 20 yılda yaşanan yüksek yoğunluklu dış politika süreciyle kopan bu bağlar yeniden inşa edilmektedir.  Bu inşa sürecini yavaşlatan en temel etki bu bahsettiğimiz kopuş ve hafıza kaybıdır. 100 yıl önce İstanbul’dan yola çıkan bir genç Bağdat’ dan Şam’ a, Amman’ dan Kudüs’ e, Mekke’den Medine’ye kadar aynı tren yoluyla kendi dilini konuşarak anlama ve anlaşılma sorunu yaşamadan seyahat edebilirken; bu gün coğrafi, kültürel, sosyal ve siyasal anlamda ulusal sınırların dışına çıkamayan ve ulusal sınırların dışında kendi diliyle iletişim de sağlayamayan bir gence dönüşmüş durumdadır.

Bu durum bu gün bir Türk gencinin bölgeyi ve dünyayı algılaması, okuması ve değerlendirmesi yönünden ciddi sorunlar doğurmaktadır. Örneğin bir Türk genci TV’yi açıp haberleri seyrettiğinde Türkiye’nin ulusal haberlerini dinlemekte, ABD, Rusya, Avrupa veya Arap dünyasıyla ilgili uluslararası gündem olacak kadar önemli haberleri duymaktadır. Bunun yanında TV’deki tartışma programları veya analiz yorumlarında Türkiye’nin yoğun iç siyaset gündemi ve Türkiye dış politikasının yoğun gündemi içerisinde kendisine yer bulursa herhangi bir ülkenin kendi gündemi ile ilgili belki birkaç meseleden haberdar olabilir. TV’de konuşanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır ve tüm meseleleri Türkiye üzerinden, Türkiye merkezli değerlendirirler.

Bir Arap genci ise TV’yi açtığında haberleri seyrederken Fas’tan Irak’a, Yemen’den Suriye’ye, Sudan’dan Umman’a kadar çok geniş bir coğrafya ile ilgili meselelerden haberdar olmakta ve ortak dil avantajı sebebiyle tartışma programlarında veya haber analizlerinde bu ülkelerin hepsinden katılımcıları dinlemektedir. Bölgedeki her bir ülkede yaşananları farklı ülkelerin perspektifinden takip edebilmektedir. Aynı durum bu ülkelerdeki üniversitelerin akademik çeşitliliğinde de, sosyal medya iletişim ağlarında da görülür.

Bu tablo, bu coğrafyanın Diasporalarına ev sahipliği yapan Türkiye Cumhuriyeti’nin devletiyle, kurum ve kuruluşlarıyla, sivil toplumuyla bu Diasporalarla ilişki geliştirememesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla bu gün ülkesinde birlikte yaşadığı bu insanlarla sağlıklı bir iletişim kurabilmesi ve bu iletişimi geleceğe taşıyacak bir denklem üretmesi de mümkün olamamaktadır. Bir milleti tanımadan, o milletin hassasiyetlerini bilmeden, yaşadığı tecrübelere hâkim olmadan o milletlerin Diasporalarıyla sağlıklı bir ilişki geliştirilebilmesi ve bu diasporaların sunacağı fırsatları değerlendirerek yönetilmesi mümkün olamamaktadır. Bu durum netice itibariyle göçün sorunlarıyla ülkemiz ve milletimiz bir bütün olarak yorulmaktayken, bu toplulukların Diaspora aklını başka ülkelerin yapılarının yönlendirmesi sorunlarını doğurmaktadır.

Bu gün dünyada güç dengelerinin yeniden oluştuğu, küresel güç merkezlerinin yeniden tanımlandığı bir süreç yaşanmaktadır. Bu süreç, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihsel hinterlandındaki bölgeyle gerek bölgesel sıkıntılar gerekse bölgenin sunduğu fırsatlar açısından yeniden ortak bir kader birlikteliğine itmektedir. Bölgesel sorunlardan kaçma ihtimali olmayan Türkiye Cumhuriyeti, bölgesel ve küresel güç merkezi olma yolunda bir fırsat olarak değerlendirebileceği Diaspora yönetimini gerçekleştirmek ve Diaspora Politikalarını inşa edebilmek için devletiyle, milletiyle, sivil toplumuyla kurumlarıyla bir karar vermek zorundadır. Bu gün kaçınılmaz bir gerçek olan bu göç ve göçmen yükü karşısında, bu coğrafyayla yeniden buluşmak, yeniden tanışmak ve yeniden, yeni bir ilişki geliştirme kararını vererek Diaspora yönetimi politikalarını inşa edecek miyiz? Güçlü bir Türkiye için göçmen kâbusunu (!) Diaspora cennetine çevirecek miyiz?

[1] (Göç)

[2] (Göç)

[3] (Başkanlığı, 2020)

[4] (YALÇIN, 2021)

 

Kaynakça
Başkanlığı, Y. T. (2020). 2020 Yılı Faaliyet Raporu. Ankara.
Göç, İ. G. (tarih yok). Türkiye ve Göç. 10 31, 2021 tarihinde www.goc.gov.tr: https://www.goc.gov.tr/kurumlar/goc.gov.tr/Yayinlar/Kitaplar/turkiyevegoc_tr.pdf adresinden alındı
YALÇIN, Z. (2021, 6 10). www.sabah.com.tr. 11 1, 2021 tarihinde https://www.sabah.com.tr/gundem/2021/06/10/turkiyede-200-bin-yabanci-ogrenci-egitim-goruyor adresinden alındı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu