Osmanlı ve Arap İlişkisinde 400 Yıl

Batıdaki ve hatta Arap organizasyonların birçoğu Osmanlı hükümranlığına özellikle Arap bölgesinde leke düşürmeye çalışmaktadır. Oysa bu organizasyonlar değişik ırklardan oluşan Osmanlı uyruklu insanları ve Osmanlı topraklarında yaşayan herkesi bir arada tutan hilafet devletinin olduğunu unutuveriyorlar. Osmanlı devletindeki yüksek makamlardaki sadrazam, bakan, vali ve askeri komutanlar arasında Arap, Türk, Rum, Boşnak, Ermeni, Arnavut, Hırvat, Sırp ve diğer ırklardan da vardı.

Osmanlı Devleti yek vücut ve hiçbir organı diğerine üstünlük taslamazdı. Örneğin; devletin orduları değişik kent ve illerden toplanırdı. Osmanlıların Avrupa’daki zafer müjdeleri geldiğinde İstanbul, Şam, Halep, Kahire, Lübnan ve Kuzey Afrika’da törenler düzenlenirdi.

Devlet ile vatandaşlar arasındaki ilişkiyi oluşturan böyle bir bağ nedeniyle Arap nüfus kendi bölgelerinde bulunan Osmanlı kuvvetlerine bazılarının iddia ettiğinin tersine İşgal Ordusu değil, Osmanlı koruma ordusu (Arapça; garnizon anlamına gelen HAMİYE) adını vermekteydi. Çünkü din devletin rejimini oluşturmaktaydı. Ayrıca, müftü Halife’ye yakın bir bürokratı olarak bakanlar kurulu toplantılarına katılır ve verdiği fetvalara kimse itiraz etmezdi. Hatta yeni padişahın göreve gelme töreni Hz. Eyüp Sultan (Allahü teâlâ ondan râzı olsun) Camiine giden resmi bir konvoyla başlardı.

Buna ilaveten, Osmanlı döneminin en önemli özelliği fetih ve cihattır. Nitekim fetih ve cihat Ertuğrul ve devletin kurucusu oğlu Osman döneminde Bizans sınırında haçlılara karşı başlamış, Osman’ın oğlu Orhan döneminde Bursa’nın fethi, Orhan’ın oğlu Birinci Murat’ın döneminde Balkanların fethi ve Murat’ın oğlu Yıldırım Beyazıt döneminde İstanbul’un kuşatılmasıyla devam etmiştir. Bu kuşatma ise şehirde Müslüman mahallesinin kurulması, cami inşa edilmesi ve Müslüman yargıç atanmasının Bizans Kralı tarafından kabul edilmesi koşuluyla kaldırılmıştır. Zaten dünya tarihinde dönüm noktası olan İstanbul’un şanlı fethi bir müddet sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı fetihleri Kanuni Sultan Süleyman döneminde Belgrat, Rodos, Budapeşte ve Viyana’ya kadar ulaşmıştır. Bu denli geniş çaplı bir fetih tarih boyunca hiçbir Müslüman devleti tarafından gerçekleştirilmemiştir.

Memlüklüler ise DİU DENİZ MUHAREBESİNDE Portekizlere yenildikten sonra Hicaz, Basra Körfezi ve Kızıl Denize bütün girişlerden abluka uygulamaya çalışan Portekiz’e karşı koyabilecek yeni filo kurmak için İkinci Beyazıt’tan gerekli donanım yardımı aldılar. Ancak, Memlüklülerin saldırılara karşı teşebbüsleri başarısız olunca Osmanlı Devleti Birinci Selim döneminde müdahale ederek Cidde, Mekke, Medine ve Mescidi Aksa’yı işgal etmek ve hatta yıkmak isteyen bu akımı durdurmuştur.

Dolayısıyla, aralarında Arapların da bulunduğu değişik ırklardan oluşan Osmanlı ordusu Kuzey Afrika’nın şehirlerini tekrar tekrar işgal ve ilhak etmek isteyen İspanyol, Portekiz ve Aziz John Şövalyelerinin teşebbüslerine karşı koymuş ve Kuzey Afrika’nın tümünü savunarak bu bölgenin sahil şehirlerindeki birçok haçlı seferini yenilgiye uğratmıştır.

Endülüs Müslümanlarının son şehri sayılan GIRNATA düştüğünde insanlar Osmanlı Devletinden yardım istemiştir. O dönemin Padişahları I. Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın talimatıyla Kemal Reis, Piri Reis ve Barbaros Kardeşler binlerce Müslüman ve Musevi’yi İspanyol zulmünden kurtardı.

O dönem Safevi’lerin sızma teşebbüslerini bertaraf etmek için Padişah Birinci Selim yüzünü Osmanlı Devleti’nin doğu bölgesine çevirmişti. Böylece Padişah Osmanlı ordusunu İran’a doğru komuta ederek Safevi’lere karşı Çaldıran Vadisindeki yaptığı meydan muharebesinde kesin bir zaferle Safevi’leri yenilgiye uğratıp başkentleri Tebriz şehrini fethetmiştir.

Öte yandan Padişah Birinci Selim ve oğlu Kanuni Sultan Süleyman, içinde Kutsal Tuva Vadisi bulunduğu için Musevilerin Sina’da yerleşmelerini yasaklamışlardı. Museviler, ancak İngilizlerin Mısır’a 1882 yılında girişinden sonra Sina’ya girebildiler.

Osmanlı Devleti döneminde Hac ve Hicaz yolunda birçok kuyu kazılmış ve çok sayıda kervansaray inşa edilmiştir. Zaten her yıl görkemli Mahmili Şerif konvoyu Padişahın bizzat hazır bulunması ve bakanlarının birine görev vermesiyle yola çıkardı.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Arap ve Müslümanlar ihtilaf ve bölünmekten muzdarip durumdaydılar. Çeşitli dil ve ırktaki Müslümanları tekrar tek bayrak altında birleştirmek için Müslümanlar Sultan İkinci Abdülhamit tarafından İslâm Birliğine davet edildi. Ancak, bu düşünce Devletin düşmanları tarafından itiraz bulduğundan başarısız olmuştur.

Ayrıca, Sultan İkinci Abdülhamit Şam’ı Medine’ye bağlayan demiryolunu inşa ettirmiştir. Sultan, bu projeye destek sağlamak için bağış kampanyası başlattığında, bağışlar devletin değişik vilayetlerindeki vatandaşlardan gelmeye başlamış ve kampanya adeta İslam Birliği ve Hilafete bağlılık için ideal bir projeye dönüşmüştür. Nitekim insanlar ilk kez demiryolu ile güvenli ve hızlı bir şekilde hacca gidebilmiştir.

Sultan İkinci Abdülhamit’in Musevilerin Filistin’e yerleşme teşebbüslerine karşı tutumu tarihe unutulmayan bir şekilde yazılmıştır. Çünkü kendisine milyonlar teklif edilmesine rağmen, tutumundan vazgeçmeyerek Kudüs’ün idaresini bir süre Şam valisinin yetkisine bağlı kaldıktan sonra bu idareyi doğrudan Bab-ı Ali’ye bağlamış ve bizzat kontrolü altına almıştır.

Osmanlı Devleti’nin zaferlerinden söz ederken, objektif düşünce bizi bu devletin bazı olaylarda uğradığı yenilgilere de itmektedir. Fakat bu yenilgiler şu veya bu sebepten ötürü meydana gelmiş olabilirken, böyle bir durum her devletin tarihinde yer almaktadır. Buna rağmen, elde ettiği birçok zafer ve gerçekleştirdiği büyük başarılardan ötürü Osmanlı Devleti adını unutulmayacak şekilde tarihe yazmıştır.

Yirminci yüz yıl başlarında Sultan İkinci Abdülhamit’in tahtan indirilme ve sürgüne gönderilme olayı yaşanmıştır. Ayrıca, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına dahil edilmiş, büyük felaketlere uğramış, mirası büyük ülkeler tarafından paylaşılmış ve yeni sömürge dönemi başlamıştır.

Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nin yüz yıllar boyunca gerçekleştirdiği büyük başarılarının göz ardı edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz başarı ve kazanımlar Osmanlı Devleti’nin sayısız başarıları ve faziletlerinden sadece küçük bir bölümüdür. Nitekim Osmanlı Devleti’nin Arap ve Müslümanlara karşı yaptığı iyilikler inkâr edilemez. Bu konuyu inkâr eden ve iftira atan kimse her gördüğüne ve duyduğuna körü körüne inanan, tarih bilgileri bakımından bilgisiz, nankör ve kiralık kindar olsa gerek.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu