Cevdet Said’in Bireysel ve Toplumsal Değişim’in Yasası Perspektifinde “Köklü Değişim Süreci”

Kuranı Kerimde yüce Allah ayetinde  “Biz Kur’an’ı sana her şeyin apaçık bir beyanı olarak indirdik.” (Nahl, 16/89) bildirirken, Ali İmran 138’de ise “Bu Kur’an insanlara bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” Şeklinde bize belirtip Kuranın her şeyin deliline sahip olduğu ve mesajın bütün insanlığı kapsadığını anlıyoruz.  Kuranı kerimin “kavm” kelimesini kullanılması bu duruma apaçık bir delildir. Ayetlerin içeriğinde mesajın evrenselliğini siyah-beyaz farketmeksizin bütün ırk sahibi insanlara bildirmektedir.

 

Tarihsel olarak insanlığın ve Müslümanların karşılaştığı sorunlar ele alındığı zaman sorunların arka planında görüş, inanç ve bir düşüncenin ilkesine sahip olma arzusunu görüyoruz. Sorunların çözümünde ise özellikle Müslümanların kendi problemlerine belli bir yaklaşım açısı kazanamadığı ve evrensel olarak değerlendirme yapamama problemi ortaya çıktığı gözlemlenmiştir. Çözüm noktası belirlenirken asırlar boyu elde edilen tecrübelerin göz önünde bulundurulması ve bu yolun Kuran’i bir yol olduğu bakış açısı üzerinde durulmalıdır. Diğer bir bakış açısı olarak da meselelere din problemi olarak bakmadan, toplumsal problem olarak görmektir. Burada amaç iman ve İslam’ı irdelemek olmamalıdır. Aslında şunu hatırlatmakta fayda olacaktır. İslam’ın doğruluğunu, gerçekliğini ve sağlamlığını değerlendirecek istibdat içinde olan, gaflete düşmüş, cehalet sahibi ve tevazudan yoksun insana bırakılmasıdır. Eğer bir değerlendirme söz konusu ise bunun bizzati muhattabı insan ve oluşturduğu toplumun ancak kendisidir. İnsanın kavrayış alanı görüş mesafesi ve gerçeğe uzaklık mesafesi güneş ve ay’a olan görüş mesafesi kadar uzaktır.

 

Müslümanların doğrulara ve hakikate ulaşma yolundaki en büyük engel sahip oldukları vehimlerdir. Maalesef bu vehimlerin çok yıkıcı yönleri ortaya çıkmış olup, Allah’ın ayetlerini algılamayı engelleyecek kadar nefsi davranılmaya yol açmıştır. Bu vehimlerin esir aldığı nefislerin değişimi ve dönüşümü konusunda bazı ehil yöntemlere ihtiyaç duyulur. Bu uzmanlığa varmak için nefsin arınması ve dönüşümünde değişim yasalarına ihtiyaç olup, bu yasaların oluşturacağı yeni durum köklü değişimin sancısı olarak doğacaktır.

 

Köklü değişimin sancısı elbette kolay olmayacaktır. Değişimin başlaması için öncelikle bireyin kendinden başlaması gerekmektedir. Eğer birey kendini değiştirme çabasını ortaya koyarsa şüphesiz Allah’ın yardımı ile daha kolaylaşacaktır. Ancak bu yardım sadece kişinin kendi değişim sürecine katkısı olur. Köklü değişimin en büyük etkisinin topluma yansıması gerekmektedir. Değişimin bireyin sebatıyla yahut bireyin nefsinde olanı değiştirmesiyle tamamlanmış olmuyor. Bilakis insanın kendi varlığını problemleri kavrama yolunda adaması ile yeni yollara vesile olmuş olacaktır. Bu yeni yollar kişinin kendi dünyasına etkisi ile beraber topluma da yansıması kaçınılmaz hale gelip, bu etkinin yansıması içinse bilincin temeli üzerine Allah’ın yasalarının ön plana koyulması ile mümkün olacaktır. Bu bilincin korunabilmesi için nitelik bakımından bireyin yeterli donanıma sahip olması çok mühim olmakla beraber hassas denge olayına da dikkat etmesi gerekmektedir. Yüce Allah’ın insana bağışladığı kuvveden fiile geçirme vasfı diğer tanımı ile bildiğini amele yani pratiğe çevirme kudreti uygulandığı takdirde kişinin köklü değişim başlangıcı başlamış olacaktır.

 

Gerçek hayatta kimseyle etkileşimi olmayan, toplumdan soyutlanmış ve çevresinden izole edilmiş insandan söz edilmez. Dünyada yaşamanın bir gerekliliği de toplum olarak yaşamak olup bireyin topluma ile etkileşimi kaçınılmazdır. Böylelikle insanın dünyadaki yaşamından sorumlu olduğu gibi diğer insanların yaşantısından da sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Ancak mühim olan kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bu etkileşimden kimin ahiret anlamında nasıl kazanç sağlamasıdır. Allah (cc)  Necm süresi 38-40 ayetlerde kişinin bu dünyada yaptıklarından bizzati sorumlu olduğunu ve hesaba kendisinin çekileceğini bildiriyor. Yine  Hz Peygamberin bir hadisinde ise  bir toplumun içindeki salihlere rağmen helak olduğunu ashaba hatırlatıyor. Ayet ve hadisten anlayacağımız üzere musibetin sonucunda suçsuz bireyin de etkilenmesi söz konusu olmakla beraber esenlik, barış ve anlayış sağlanmış bir toplumda da suçlu bireylerin saadetleride sağlanmış olacaktır. Burda mühim olan bu ortamın sağlanmasını sağlayacak yasaların düzenlenmesidir.

 

Toplumların değişimlerine başladığında kendine özgü, doğal bir değişim yakalaması kaçınılmazdır. Çünkü bireyde olduğu gibi toplumda da belli bir durumdan başka bir duruma geçebilme kabiliyetine sahiptir. Ancak bu durumun ortaya çıkabilmesi için ciddi bir hazırlanma aşaması, irade ve cehaletten uzak bir tavır gerektirmektedir. Peki bu değişimin yani temel olarak “nefsin değişimini” nasıl mümkün kılabiliriz. Öncelikle nefsin nasıl bir şey olduğunu neler barındırdığını, nasıl bir yapıya sahip olduğunu bilmek gerekir. Nefs’in “fücr ve takvadan” meydana geldiğini ve bu kavramların ne anlama geldiğini bilmekte fayda sağlayacaktır. Fücr anlamı kelime olarak ahlak düşüklüğü, fitneye mahal verme durumu olup, takvanın ise fücr’un tam tersi olarak erdem, fazilet ve yüksek ahlak olarak tanımlanmaktadır. Nefsin yapısını ele aldığımızda ise değişmeyen diye idrak ettiğimiz, birikmiş kirlenmiş, paslanmış kavramların yeni kavramlarla değiştirme kudretine sahip olduğudur. Çünkü nefis selim olarak yaratılmıştır. Bu mükemmel kudret üzerinden asıl saflığı ile beraber yeniden imar edilmiş gönüller ile yeni fikri üretimler kaçınılmaz olacaktır.

 

Değişime giden bir yolun yolcusunun kendisinde bilmesi gereken en önemli farkındalık ise fıtratın ne olduğunu kavramasıdır. Allah (cc) insanı yaratırken ona temiz, saf, hür ve hakikati ayırt edebilecek bir fıtrat bağışlamıştır. Onun içindir ki doğan her insanın İslam fıtratı üzerine olduğu tespiti yapılmıştır. Fıtrat bir nevi insanın kendisini temsil etmiş olup, değişime yatkındır. Bu yatkınlık çevresel, coğrafi ve ailesel olabilmekle beraber bunlar insanın gelecekteki seçimlerini etkilediği apaçık ortadadır. Bu ilkeye dayanılarak önemli olan hak üzerine bir yaşam mücadelesi ortaya koyabilmektir. Allah (cc) insanı çok fonksiyonlu, egemen ve değişime açık olarak yaratmıştır. Bu özelliği ile beraber hak üzerine yaşamı arzu edip sürdürmenin en önemli yolu ise nefsin arındırılması ve muhafaza edilmesi ve Allah’ın şeriatına uyulması ile mümkün olacaktır. Rad Süresi 11.ayette bu durumu özetler bir ayeti Allah bize bildiriyor: “..Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez..

 

 

Temelde insanın sadece diyalektik olarak dünyayı okuma yöntemini benimsemesi inkar yollarının açılmasını sağlayacaktır. İnsanoğlunu bu dünyada kendisinin pespaye ve yetersiz olduğunu unutmaması gerekir. Bireyin kendi hayatını kolaylaştıracak bazı buluşlara, fikirlere sahip olduğu an kendisinin farklı meziyetlere malik olduğunu hatta yaratıcı ve dahi olarak görebilme durumu ortaya çıkmaktadır. Oysaki bunun böyle olmadığı aşikârdır. İnsan ancak edim(amel) ortaya koyup sonuçların nasıl tecelli olacağına yüce Allah’ın karar verdiği bilgisini unutmaması gerekir. İnsanın başlangıçta nefsini arındırma ve azdırma kabiliyetine sahip olduğu bilinmesi ile beraber, fıtratın bozulması ve bireyin elinde bulundurma ve seçme yeteneklerini artık elinde taşıyamaz hale gelmesini sağlar. Bu bozulma kişinin kendi edimlerinin sonuçları olarak karşımıza çıkar. Oysaki fıtrat takvaya, hikmete, yorumlamaya, bilgiye, gözleme tabi tutmaya sahip olarak yaratılmıştı. Fıtratın bu kadar mükemmel olarak yaratıldığı gerçeği ile beraber Müslümanların kültür ve bilim dünyasıyla etkileşiminde olumsuz faktörler ortaya çıkmıştır. Din-bilim tartışmalarının bir zaman kaybı oluşturmaktan başka fayda sağlayamayacağı gerçeğinin farkını bilmekle beraber, özellikle fen bilimleri, sosyoloji ve psikoloji alanlarına bakış açısının yeniden temellendirilmesi gerekmektedir. Bu temelin aynı zamanda Kuran ayetlerinden olması da bilim, sosyoloji ve psikolojinin daha iyi anlaşılmasına imkan sağlayacaktır. Kuranı Kerim de ayetler afak ayetleri ve enfüs ayetleri olarak nüzul olmuştur. Afak ayetlerinde özellikle Allah’ın varlığını birliğini kanıtı olarak yıldızlar, güneş, ay, gece-gündüz gibi hakikatlerden yola çıkarak anlatılır. Enfüs ayetler ise insanın anne karnından itibaren yaratılış ve doğa ayetlerinin açıklamaları ile anlatılır. Bu hakikatlerden faydalanılarak açılmış bir pencere din ve bilim ilişkisinin daha muhkem kılacaktır.

 

İnsan davranışları nefsinde oluşan karakter ile örgütlenir. Bu örgütlenme biçimi insanın normal hayatına yansıyarak bazı kararların alınmasına imkan sağlar. Alınan kararın yanlış veya doğruluğundan öte örgütlenme biçimi önemlidir. Nefse yerleşmiş bilgiler doğruyu ve hakikati uygulama ve bulma konusunda doğru bir örgütlenmeye sahip değilse, bu durum insanı vehme itebilir. Çünkü nefisler vehimlere boyun eğme tabiatında olup, nefse yerleşmiş bir vehmin en tehlikeli yöntemi ise insana düşünme fırsatı vermemesidir. Bu durumdan kurtulmanın yöntemleri elbette mevcuttur. Mühim olan bu vehimlerin derinliklerinin güçlü olmamasıdır. Özellikle insanoğlunun deneyimleri ve geçmişinden günümüze taşıdığı edinimler vehimlerin azaltılmasına ve derinleşmemesini sağlayacaktır. Derinleşmiş bir vehmin doğrudan fitneye dönüşmesi an meselesidir. Fitnenin kalpte siyah benekler halinde artması kalbin kararması demektir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu