Melayê Ci̇zîrî Ve Tasavvufî Düşüncesi̇

Asıl adı Ahmed b. Muhammed el-Bûtî el-Cezerî olan  Melayê Cizîrî, kürt edebiyatının ve tasavvufî Kürt edebiyatının şüphesiz en önde gelenlerindendir. Melayê Cizîrî’ nin, 1568 yılında Cizre’ de doğduğu ve yaklaşık olarak 75 yaşlarında iken yine Cizre’ de vefat ettiği bilinmektedir. Kendisi hayatının ilk dönemlerinde ilmi faaliyetler ile meşgul olmuş ve şer’i ilimleri tahsil etmiştir. Zaten “Mela” denilmesinin sebeplerinden biri şer’i ilimleri tahsil edip bu alanda uzmanlaşmış olmasındandır. Çünkü “Mela” kelimesi, Kürtçede şer’i ilimleri tamamlayıp rüştünü kanıtlayan kişilere verilen unvandır. İlmi faaliyetlerini Cizre’ ye yakın ilmi merkezler olan İmadiye, Diyarbakır ve Hakkari’ ye yaptığı “rihle” denen ilmi yolculuklarla yapmıştır. İlmi icazetini ise Diyarbakır’da iken hocası, ünlü molla  Mela Taha’ dan almıştır. Otuzlu yaşlara kadar bu şekilde ilmi faaliyetlerde bulunan Melayê Cizîrî, çeşitli medreselerde müderrislik ve imamlık görevlerini icra etmiştir. Kendisinin bu çalışmalarını sürdürdüğü dönemde Medresa Sor (Kırmızı Medrese), Mir Abdal Medresesi ve Kubbehan Medresesi sırasıyla Cizre, Müküs (Bahçesaray) ve İmadiye’ de bulunmaktadırlar. Bu medreseler hem şer’i ilimler öğreterek birçok ilim adamının yetişmesine hem de manevî eğitime önem vererek birçok mutasavvıfın yetişmesine katkıda bulunmuştur. Melayê Cizîrî daha sonraları Diyarbakır ve Hasankeyf’ de ders halkalarına devam ettikten sonra Cizre’ ye geçmiş ve yaşamının sonuna kadar burada ikamet etmiştir. Kendisinin kabri de uzun yıllar müderrislik yaptığı Medresa Sor’ da ( Kırmızı Medrese) bulunmaktadır. Kendisinden fazlaca söz ettiren Melayê Cizîrî, halen bile tanınmakta ve edebiyat halkalarınca “Mela” olarak anılmaktadır. Yazmış olduğu şiirlerde de “Mela ve Nişânî” mahlasını kullanmıştır. Günümüze ulaşan “Divan” adlı eseri çokça beğeni kazanmış halen bile ilgiyle okunmaktadır. Divan adlı eserinde kullandığı üslup zengin bir edebiyat bilgisi olduğuna ve çeşitli bilgileri içerisinde ihtivan eden fenni bilgilerle edebiyatı aynı çerçevede harmanlaması fenni ilimler alanında da mahir bir bilim insanı olduğunu kanıtlamaktadır. Kendisinin tasavvufî alana ne zaman girdiğini bilmesek de eserinde yer alan beyitlere bakıldığında Nakşbendî tarikatına müntesip olduğunu anlıyoruz. Mela’ nın Diyarbakır’ da olduğu dönemler de Azîzan tekkesi postnişini Nakşî Şeyhi Mahmud Urmevî’ ye intisab ettiği ihtimali yüksektir. Çünkü o dönemde Mezopotamya bölgesinde şanı devrin başkenti olan İstanbul’a kadar ulaşan hatta Osmanlı padişahlarının bile saygıyla yaklaştığı Nakşbendî tarikatı şeyhi Mahmud Urmevî intisab edilecek en yetkin kişidir. Tabii bu devirle beraber Kürtler arasında da çeşitli tarikatlar ve fikir çeşitliliğinin yaşanmış olduğu bir dönemdir. Nitekim Mela ile çağdaş olan, Feqiyê Teyrân, Ahmedê Xânî, Baba Resul Berzencî, Şemsüddin Ahlatî ve Şihabüddin Şâzilî   gibi önde gelen mutasavvıflar yetişmiştir. Mela’ nın Divan adlı eserini Kürtçe yazması şüphesiz kendisi ile çağdaş olan ve kendisinden sonra gelen mutasavvıf ve fikir adamlarına eserlerin Kürtçe yazılabileceği hususunda ışık tutmuştur. Bu dönem bölgede pratik olarak uygulanan ve o pratikliğin yazıya yansıması olan tasavvuf edebiyatının altın çağı olarak nitelendirilebilir. Mela’ nın Divan’ ında kullanmış olduğu tasavvufî üslup ve kullanmış olduğu terimler kendisinin tasavvuf yoluna girdikten sonra Divan’ ı yazdığı tezini doğrulamaktadır. Divan’ ında kullandığı lehçe Kuzey Kurmancî olarak isimlendirilen lehçedir. Okunduğunda Kürtçe’ ye vakıf olanların kolayca anlayabileceği sadeliktedir. Mela, ayrıca Arapça ve Farsça’ yı da etkin bir şekilde kullanmıştır. Eserinde ayet ve hadisleri kullanan Mela, aynı zamanda Hint ve Yunan mitolojisi bilgilerine de yer vermektedir. Yukarıda Mela’ nın Nakşbendî mensubu olduğundan bahsetmiştik binaenaleyh beyitlerinde raks, semâ ve dini musikiye yer vermiştir. Melayê Cizîrî’ nin tasavvufi düşünce ve fikriyatını da bizler Dîvan adlı eserinden anlamış oluyoruz. Bu eser yazılmış olduğu dönemin tasavvufî, fikri ve ictimai esaslar hakkında da bilgi vermiştir. Müstakil ve umuma mahsus bir mekanda tebliğden ziyade daha çok saray ve bölgenin entelektüel kesimine hitap etmiştir. Lakin bu durum şiir ve beyitlerindeki sadeliğe engel olmamıştır. Melâ’ nın tasavvufî düşncesinde aşk ve muhabbet büyük bir önem arz etmektedir. Eserinde yer alan beyitlerde ilâhi aşk üzerin de durmuştur. Melâ, aşkı mecazî ve hakikî aşk diye ikiye ayırır. O mecazî aşkı hakikî aşka hazırlayan bir ön sebep görmektedir. Nitekim tasavvufî yoldan yürünüp marifet sırrına ve fenâfillah derecesine gelmeden mecâzî aşktan hakiki aşka geçilemeyeceğini belirtmiştir. Yine zühdün esaslarını uygulamamak yani mâsiva’ya ve dünya sevgisine bağlılığın, Allah’a dönmeye ve hakiki aşka erişmeye engel olduğunu belirtmiştir. Melâ, ontolojik anlamda da mutasavvıfların ekserisinin yolunu tutmuş ve ünlü mutasavvıf Şeyh-i Ekber İbn-i Arabî’ nin varlık felsefesini savunmuştur. Nitekim Melâ’ nın yaşamış olduğu dönemlerde Vahdet-i vücûd düşüncesi İslam coğrafyasının önemli merkezlerinden olan Bağdat, Şam, İstanbul ve Musul gibi şehirlerde mutasavvıflar tarafından büyük bir beğeni ve ilgiyle karşılanıyordu. Melâ’ nın bir diğer önemli ve aynı zamanda da tartışmalı olarak kabul ettiği konu ise Nur-i Muhammedî meselesi olmuş olup  bütün mahlukatın bu nur sayesinde hayat bulduğu kabul edilmiştir. Şefaat konusunda da ehl-i sünnet ile aynı düşünce içerisinde olan Melâ, kendisini dünyaya hapsedilen biri olarak görmektedir. Düştüğü bu esaretten kurtulması için de Peygamber Efendimizin şefaatçi olmasını istemektedir. Melâ’ nın yaşadığı dönem tasavvufî açıdan da hareketli bir dönem olup Kürt aşiretlerinin İran’ ın esaretinden kurtulup Osmanlı Devleti içerisinde Kürt beylerine geniş yetkiler verilen ve bunun neticesinde tasavvuf ve medrese ilimlerinin icra edildiği bir bir dönem olmuştur. Dolayısıyla bu gibi mekanların inşa edilmesi kendisiyle beraber bölgenin dini ve tasavvufî yaşamın canlanması anlamına gelmektedir. Nitekim Bitlis’ de Şerefhan medresesi, İmadiye’ de Kubbehan medresesi,  Cizre’ de Kırmızı medrese ve Bahçesaray’ da Arvas medresesi bu dönemin canlılığından bünyesinde birçok mutasavvıf ve alimin yetişmesine katkı sağlamıştır. Yine Osmanlı devletinin Kürtlerin yaşadığı bölgeleri Safevîlerden alıp buralara egemen olması Kürtler için kendi dillerinde rahatça edebiyat yapabilmeleri imkanını doğurdu. Zira tasavvufî hayatın canlanması ve dilsel manada zorbalığın gidip de serbestliğin gelmesi Tasavvufî Kürt Edebiyatı’ nın doğmasına ve gelişmesine büyük ölçüde fayda sağlamıştır. Melâ da şüphesiz bu ortamda kendini yetiştirebilmiş ve adını çağlar ötesine taşıyabilmiştir. Melâ ayrıca Kürt edebiyatının da gelişmesi açısından önem bir mihenk taşıdır. O güne kadar Kürtçe, Arapça ve Farsça karşısında ilim ve edebiyat sahasında biraz geri planda kalmıştı. Divan adlı eserini Kürtçe kaleme alması, Kürtçe’ nin de ne kadar güçlü ve etkili bir dil olduğunu ortaya çıkarmış bulunuyordu. Melâ’ nın sağlamış olduğu bu katkı, Kürtçe’ nin ilmi ve edebi sahada başarılı olamayacağını savunanların ön yargılarını da yıkmıştır. Kendisi ile çağdaş olan Feqiyê Teyrân ve İmadüddün Hakkârî’ nin kendisini ziyaretlerinde onlara eserlerini Kürtçe yazmaları hususunda tavsiyelerde bulunmuş dolayısıyla çağdaşı olan mutasavvıf Kürt şairleri de gerek düşünce olarak gerek de edebî anlamda etkil
emiştir. Geçmişten günümüze Melâ’ nın şiirlerinin toplum tarafından benimsenmesi, okunması ve ezberlenmesi, Melâ’ nın çağdaşı olan ve kendisinden sonra şiir yazan şairlere de özgüven olmuştur. Melâ’ nın tasavvufî düşüncesini eserine aktarması, kendisinden sonra gelen Feqiyê Teyrân ve Ahmedê Xânî’ ye de örnek olmuş bu iki önemli mutasavvıf şair de tasavvufî düşüncelerini şiirlerine yansıtmışlardır. Melâ’ nın açmış olduğu yolda ilerlemişlerdir. Kürtlerin yaşamış oldukları bölgelerdeki dergah ve tekkeler de Melâ’ nın eserleri okunmuş şiirleri seslendirilmiştir. Halen bile bu gelenek devam edegelmiştir. Melâ’ nın edebî kişiliğine değindikten sonra tekrar tasavvufî yönüne dönecek olursak, kendisinin Nakşbendiyye tarikatına müntesip olduğundan bahsetmiştik. Lakin medrese ilimlerine olan ilgisinden dolayı müstakil bir derviş hayatı yaşadığını söyleyemeyiz. Hayatının bir kısmı sürgün ve zindan da geçse bile saray eşrafının hayran olduğu ve çoğu vakit orada ikamet ettiğini söyleyebiliriz. Kendisini ziyaret için Cizre’ ye gelen sûfîleri fikir ve düşünce anlamında etkilemiştir. Bu durumda Kürtler arasında tasavvuf açısından hareketliliğe sebep olmuştur. Bu hareketlilik ise tasavvufî Kürt edebiyatının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Melâ’ nın hem medrese müderrisi hem de sûfî olması dolayısıyla bölgede hem ilmi faaliyetlerin hem irfan geleneğinin birlikte yürütülmesi günümüze ulaşan doğu medreselerinin temeli sayılabilir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu