Tarih Usulünün Tetkiki 3

Tarih kelimesi Arapça olup kökü (وَرَخَ) dir. Fakat bu kelimenin aslının Sami dil grubundan (Akad, İbrani, Habeşçe) Arapçaya geçtiği de söylenmiştir. Anlamı Ay, zaman, zamanın sayımıdır. İnsanoğlu ay ve devrelerini şimdi de geçmişte de zamanı sayma ve takvimin esası olarak kabul etmiştir. Tarih zamanla, geçmişle ve insanla ilgili olunca bu sahada herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Herkesin söz söylediği bir sahada da hakikat ile hayal birbirine karışır. Ve yalanlar doğruluk libası giyerek bize kendini gösterir. Âlim ile cahil arasındaki farkta işte burada ortaya çıkar.

Doğru ile yalanı birbirinden ayırmak gerekir. Tarihçi de geçmişin, zamanın doğrularını ortaya çıkarmak için delillere, alametlere, eserlere başvurur ki hakikat zuhur etsin. Bu hem Tarih ilmine güç katar hem de bu ilmi yalan ve tarafgirlikten kurtarır. Bütün bu yüksek gayeler için de bir usule muhtacız.

Büyük tarihçiler usule olan ihtiyacın zaruretindendir ki yazdıkları eserlerde nasıl bir yol takip ettiklerini ve ulaştıkları bilgilerin kaynağını zikretmişlerdir. Bazen de yazdıkları vakalara bizatihi şahitlik ettiklerini işaret etmişlerdir. Böylece bize ulaşan malumatın, bize kadar hangi yol ve kaynakla geldiği de ortaya çıkar. Bu kaynak gösterme, şahit olduklarını yazma, tarihçilere bir usul kazandırmış hem de bu ilmin felsefesini meydana getirmiştir. Tarihçilerin eserlerini yazarken kullandıkları usul ve tarihi tetkik ve tahlilde takip ettikleri anlayış bu ilmin felsefesini oluşturur.

Büyük İslam âlimi ve tarihçisi İbn-i Cerir et Taberi ile Mağribin büyük alim ve tarihçisi İbn-i Haldun’un eserlerindeki fark bu usul ve felsefi / fikri yaklaşımın farkıdır. Zira tarihin eleştirilmesi ve zamanın gidişatının tevil edilmesi usul ve felsefenin mahsulüdür. O halde tarihçi tarih yazarken aslında zamanı yazdığı için zamanın nasıl işlediği hususunda bir anlayışı vardır. İlerleme yahut gerileme fikri, mekânsal veya mekân dışı zaman (zihinsel) anlayışı ile tarihçi, geçmiş hakkında konuşur. Bu aslında gelecek hakkında ve cemiyet ve cemiyetin gidişatı hakkında da konuşmak, yazmak ve fikir üretmektir.

Geçmişte biraz rivayet ve hikâyelere, biraz şiir ve edebiyata bağlanarak bu ameliyye devam ettirilirken zamanla kaynak, delil, eser ve sağlam haber ile bu ameliyyeyi devam ettirmek zarureti ve yüksek fikri zuhur etmiştir. Zira insanın zaman ve cemiyetin gidişatına dair fikirlerinde büyük inkılâplar olmuştur. Bu inkılâpta dinlerin ve mukaddes kitapların tesiri de büyüktür. Söz konusu tesir kavimlerin kullandığı takvimlerde kendini göstermektedir. Medeniyet, zaman ve tarih tasavvurunun anlaşılması için takvimler en önemli kaynaklardan biridir.

İslam’ın, tarihin başlangıç ve sonuna dair söyledikleri, ilk insanın yaratılması ve kıyamet/saatin gelmesi inancı aynı zamanda insanlara ilahi bir tarih fikri verir. Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da aynı tarihi çizgiyi, tasavvuru görmek mümkündür. Dinin zamanla ilgisi, takvimlerin de kaynağı değil mi ?

 Tarihin yorumlanması hem eleştirisidir hem de kurgudur. Eldeki verilerin eleştirisi ve karşılaştırmalı olarak yorumlanması bir usul iken, vakaları oluş ve ehemmiyetine göre tetkik edip zihinsel kurgu ile yorumlamak /tevil de ayrı bir usuldür. İki ayrı yol ve yöntem de insan ve toplumların değişimini ve bu değişimin seyrini, kanunlarını tetkik ediyor. Bu sebeple tarih bir usul takip ederek insan, toplum ve olayları tespit ederken; tarih felsefesi insan, medeniyet ve tarihin gelişme, gerileme, tebdil ve tegayyürüne sebep olan kanunları arar. Vakaların sebep ve sonuçları üzerinde durur.

Tarih felsefesini; metafizik, bireyci ve diyalektik felsefeciler olarak ayırıyorlar. Bu taksim tarihin oluşmasında ana unsurun, muharrik kuvvetin ne olduğuna verilen cevapla alakalıdır. Bu aslında zihinsel bir zaman ve zihinsel bir kurgudan ibarettir.

 Tarihin tevili; Allah, insan, cemiyet ve zaman arasındaki münasebeti yorumlamaktır. Bu iş ise sonuçta zihinsel kurgu ve eleştiriden ibarettir. Bizatihi olay, kişi, sebep veya sonuç değildir. Voltaire’in Avrupa’da söylediği “Philosophy of History” sözü ve Batılı tarih felsefesinin bu söz üzerine kurulması, tarih felsefesinin eleştirel ve kurgu olduğunu göstermesi açısından yeterlidir.

 Elimizdeki tarih, usul ve felsefenin, geçmişteki tarih yazarlarının veya eserlerinin bize kadar ulaşmasını sağlayan şey olmadığı aşikârdır. Aksine modern zaman insanının tamamen zihinsel kurgu ve bu kurguların eleştirisi üzerine bina edilmiş beşer mahsulâtıdır. Bu beşeri mahsulât zihninde dinleri “İnsan korkularının mahsulü” görmüştür. İnsanı “ileri ve ilkel/geri” olarak ayırmıştır. Medeniyetleri “yüksek ve aşağı” olarak yazmıştır. Zira sakat, hastalıklı bir zihnin kurgusu ile Tarih Penceresi açılmış, zaman seyredilmiştir. Tarihi bu hastalıklarından kurtarıp yeniden insan ve hayat arasındaki hakikatine kavuşturmak vazifesi; insana, hayata, cemiyete ve medeniyetlere sıhhatli bir nazar/göz ile bakabilen şuurlu ve ahlaklı insanın vazifesi olmalıdır.

Avrupalı tarihçiler ve felsefeciler bunu başaramadılar. Medeniyetlerinin en güçlü, en yüksek olduğu son iki asırda sömürge, işgal ve büyük yalanların sözcüsü ve öncüsü oldular. Bu sebeple Afrikalı siyah insanı “insan” olarak görmeyen, Asyalı Türkü barbar ve gayri medeni gören, Çin ve Hint medeniyetlerini tarih sahnesine çıkarmayan ve yalnızca kendi hastalıklı benliğini zamanın merkezine oturtan fikir, akıl, ruh veya göz insanı ve zamanı anlayamaz. İnsanın zamandaki seyr-ü seferi olan tarihi hakkıyla ve hakikatiyle yazamaz.

Tarih usulü ve felsefesi sadece Voltaire, A. Comte, K. Marx veya Hegel ve Kant’ı anlamak değildir. Cinnet geçirmiş Nietzsche’yi anlayarak insan, tarih ve toplum tahlil edilemez. İsmini zikrettiğim ve edemediğim bu kimselerin din ve mukaddesata karşı tavırları dahi insanı anlayamadıklarını yeterince göstermiştir. İnsanı anlayamayan insanın yaşadığı cemiyet, devlet ve medeniyetleri nasıl anlayabilir? Hayatı ve hayatın hakiki gayesini anlayamamış biri tarihi ve tarihin kanunlarını nasıl çözebilir? Yeniden yazılması lazım gelen tarihin yalan söyleyerek zamanın merkezine oturanlardan temizlenmesi gerekmez mi?

İnsanoğluna o kadar büyük yalanlar söylediler ki insanoğlu kendi leh ve aleyhine olanı ayırt edemez oldu. Matbaayı kim buldu? İlk uçan insan kimdir? Çarklı makineleri ilk kim yaptı? Pusula kimin icadı? Kâğıt ne zaman bulundu? l. Petro deli mi? ll. Abdülhamid Kızıl Sultan mı? Çin’de tarih hiç mi yazılmadı?  Sorular arasından biri sesini yükseltmeli ve “yalan söylüyorsunuz!” diyebilmelidir.

El hasıl

Biri çıkıp Hegel’e tarihi ve insanı sadece diyalektlikle açıklayamayacağını öğretmeli. K. Marx ve ekürisi Engels’e “Diyalektik materyalizm ile açıkladığınız ve tarihi zorunlu yasalarla ilerleyen ve gelişen bir süreç olarak anlattığınız ‘Çatışma Kuramınız’ çöpe gitti” diyebilmelidir. A.Comte’a teolojik, metafizik ve pozitif aşamalarla tahlil ettiğin insanlık tarihi senin kör aklının mahsulüdür. Üç hal yasası dünyanın diğer yerlerinde işlemiyor, diyebilmeliyiz. İ.Kant’ın “Aklını kendin kullanma cesaretini göster.” sözünü de hatırlatıp tarih döngüsel mi, çizgisel mi diye kara kara düşünenlere hesaplarınıza Allah’ı da katın diyebilmeliyiz.

KAYNAKÇA

-İslam Düşüncesinde Tarih Tasavvuru ve Usulü/ Prof. Dr. Kasım ŞULUL/ İnsan Yayınları/2008 İST

-Felsefeye Giriş/ Takiyettin Mengüşoğlu/Remzi Kitapevi/ 2005 İST

-Tarih Felsefesi/ Anadolu Üniversitesi Yayınları/ 2015 Eskişehir

-Mukaddime/ İbn-i Haldun/MEB yayınları

-Milletler ve Hükümdarlar Tarihi , İmam Taberi/ Kadiri Ugan, Ahmet Temiz/ MEB yayınları /1992

-Tarih Tasarımı/ R. G. Collingwood , Çev: Kurtulmuş Dinçer/Gündoğan Yayınları/ 1996 Ankara

-Kapital/K. Marx, Çev: Alaattin Bilgi/ Sol Yayınları/ 2004 Ankara

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu