Deği̇şi̇m İçi̇n Yeni̇ Bi̇r Gençli̇k

22-24 Ocak 2022 tarihlerinde İstanbul’da MID (Milletlerarası İlişkiler ve Diplomasi Merkezi) ile MAYDAN Derneği iş birliğiyle 6 uluslararası sivil toplum kuruluşunun da ortaklığında bir organizasyon gerçekleştirildi. MID, MAYDAN, ASAD (Afrika Stratejik Araştırmalar Derneği), Filistinli İslam Âlimleri Birliği Derneği, El-Asime Siyasal ve Toplumsal Çalışmalar Merkezi, İDRAK Araştırma Merkezi, UMAD (Uluslararası Müslüman Âlimler Dayanışma Derneği, Irak Müslüman Âlimler Birliği Derneği’nin ortak iradeleri ile 13 farklı ülkeden 60 gençlik temsilcisi bir araya gelerek “Değişim İçin Yeni Gençlik Forumu “nu gerçekleştirdi.

Forum boyunca geçmişin tecrübeleri ışığında yeni bir geleceğin inşası üzerine istişare ve değerlendirmeler gerçekleştirildi. İlk gün ki açılış programında protokol konuşmalarında Mısır eski milletvekili ve Mısır Parlamentosu Ulusal Güvenlik Komisyon Başkanı Rıza FEHMİ ve Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Ar-Ge ve Eğitim Başkanı Mustafa ŞEN katılımcılara hitap etti. Sonrasında gerçekleştirilen 3 oturumda hepsi birbirinden kıymetli konuşmacılar katılımcılara hitap ettiler. Katılımcı konuşmacılar:

Suriye İslami Konseyi Sözcüsü Mut’i El-Batin,

Irak İslam Alimleri Birliği Siyasi Ofis Başkanı Müsenna Haris Ed-Dari,

Filistin Alimler Birliği Başkanı Nevvaf Tekruri,

Libya Eski Başbakanı Ömer El-Hasi,

Tunuslu Siyaset Bilimci ve Nahda hareketi eski Genel Başkan Yardımcısı Abdulhamid El- Celasi,

Mısırlı Tarihçi Yazar Muhammed İlhami,

Ak Parti İstanbul Milletvekili Hasan Turan,

Yemen Eski Basın ve Yayın Bakanı Fuad El Hamiri,

Tunuslu Siyaset Bilimci Ziyad Bu Muhle,

İdrak Araştırma merkezi başkanı Basil Haffar,

Ak Parti Ankara Milletvekili Zeynep YILDIZ

Forumun ikini ve üçüncü gününde ise gençlik temsilcileri geçmiş tecrübelerin ışığında geleceğe bir ışık tutma gayretinde yoğun bir çalıştay gerçekleştirdi. Çalıştay neticesinde birçok ortak noktada uzlaşı sağlandı ve direniş ruhunun canlı tutulmasında ortak bir irade ortaya kondu. Alınan en önemli karar ise değişim için yeni bir gençliğin inşası yolunda bir gençlik meclisi kurulmasına karar verilmesi oldu. Devamlı istişare ve sürdürülebilir ortak çalışma zemini ile ortak bir küresel vizyonun inşa edilerek yeni bir dünyanın kurulması hedefi doğrultusunda iş üretmek bu meclisin en temel çalışma alanı olacaktır.

Peki değişimden kastımız nedir? Yeni bir Gençlik için inşa etmemiz gereken Değişim ruhu nedir? Neyin değişmesi gerektiğini ortaya koymak için önce mevcut durumun doğru tespit edilmesi ve sonrasında da bu durumda değişmesi gereken noktaların belirlenmesi gerekmektedir. Arap dünyasında son 10 yıldır yaşanan Arap Baharı süreci İslam Dünyasının önemli bir kısmının ana gündemi haline gelmiştir. Peki, bu süreç yeni bir devrim ve değişim süreci midir? yoksa var olan bir devrim ve değişim sürecinin devamı mıdır?

Bugün İstanbul’da 102 yıl öncesine kadar Osmanlı Mebusan Meclisi’nde toplanan ve bu coğrafyanın meselelerini tartışıp çözüme kavuşturmaya çalışan insanların torunları olan günümüz siyasal ve sosyal liderleriyle birlikte yaşamaktayız. Osmanlı Mebusan Meclisi 16 Mart 1920 tarihinde İngilizlerin İstanbul’u işgaline kadar İstanbul’da toplantılarına devam etmiş ve 18 Mart 1920 tarihinde de son defa toplanarak dağılmıştır. Bugünden sonra artık İslam dünyasının başkenti, Halifesi ve Sultanı işgal ve esaret altına girmiştir. Bu durum İstanbul’un artık bölgedeki işgal ve esaret süreçlerine müdahale etme ve çözüm üretme imkanını ortadan kaldırmıştır.

Osmanlı topraklarının tamamına yakınının işgale uğradığı bu dönemde tüm coğrafyada işgal ve esaret sürecinin değişimi için direniş ve diriliş hareketleri başlamıştır. 1. Dünya savaşı sonrasında Osmanlı ordularının çekildiği son topraklar olan Anadolu’da halkın ve çeteleşen direniş güçlerinin Kuvâ-i Milliye hareketine dönüşmesi ve terhis edilmemiş son kalan Osmanlı ordusunun direniş hareketini tertipleyen ve yöneten subaylarca koordine edilmesi, Türkiye topraklarında bağımsızlık hareketinin başarıya ilk ulaşan hareket olmasını sağlamıştır.

Şerif Hüseyin ve ailesinin “Arap Memleketlerinin Kralı” olma hayaliyle İngilizlerle anlaşarak 10 Haziran 1916 tarihinde başlattıkları isyan süreci ise zamanın küresel güçlerinin bölgedeki ilk kukla yönetim örneğini teşkil etmiştir. 3 Ocak 1917 tarihinde İngilizlerin Şerif Hüseyin’i “Hicaz Kralı” olarak tanıması kukla yönetimlerin aldatılmasının en önemli örneklerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Bu adanmışlığın farklı bir dışa vurumu ise 2 Kasım 1917 tarihinde İngiltere dış işleri bakanı Lord Arthur Balfour’ un Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild’e yazdığı ve tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçen mektupla ortaya çıkmıştı. Bu mektupta aynen şöyle denmekteydi.

 

“Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım.

“Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Museviler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır.

Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.”

 

İngiltere’den aldıkları para ve silahlarla tüm Arap coğrafyasında tek bir devlet ve Halifelik kurma hayalindeki Şerif Hüseyin ve ailesi açısından Filistin topraklarında İngilizler tarafından İsrail devletinin kuruluşu için verilen bu söz tarihi bir travma da olsa İngilizlerden yedikleri son kazık değildi. 1. Dünya savaşı sürecinde Şerif Hüseyin ile Abdulaziz bin Suud arasında bir çatışma çıkmasına izin vermeyen İngilizler ’in bu koruması Şerif Hüseyin’in hayalleri peşinde koşmasına devam etmesi üzerine 1925 yılında sona erdi. Bu defa yine İngilizlerin silah ve para desteğiyle Abdülaziz bin Suud’ un askerleri 1925 yılında Mekke’ye girerek Haşim’i ailesinin 700 yıllık hakimiyetine son verdi ve 10 Ocak 1926 tarihinde Abdülaziz bin Suud Hicaz kralı olarak taç giydi ve bugüne kadar da ailesi bu topraklara hükmetmektedir.

1.Dünya savaşı öncesi ve sonrasında Türkiye, Suriye, Irak, Ürdün, Yemen, Mısır, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir, Fas toprakları başta olmak üzere tüm bölge işgal edilmiş ve bir dönem işgalci güçlerin katliam ve zulümleri karşısında bağımsızlık için direniş ve değişim talepleri yükselmiş büyük dedelerimizin ömrü bu işgalcilerle mücadele yolunda geçmiştir. Bundan sonra ise her ülkede farklı oranlarda olmak üzere, kimi ülkede işgalcilerle uzlaşı, kiminde ise tamamen kukla yönetimlerin iktidara geçtiği bağımsızlık süreçleri yaşanmıştır. İkinci nesil ise bu görece bağımsız iktidarlar karşısında toplumsal taleplerin iktidara hâkim olması amaçlı bir değişim hareketi mücadelesi yaşamıştır. Sykes-Picot anlaşmasıyla oluşturulmuş sınırlarda uluslaşmış ve ulusal hedeflere hapsolmuş bu değişim talepleri zaman zaman çeşitli birlikler kurularak ulus üstü hedefler benimsemişse de ne yazık ki bugüne kadar hala küresel bir değişim vizyonu inşa edememiştir.

Son 10 yılda şahit olduğumuz “Arap Baharı” süreci bu değişim hareketlerinin bir devamı olarak ortaya çıkmış ve ulusal sorunlara çözüm arayan, birçoğu askeri darbeyle iktidara gelmiş diktatör liderlerce yönetilen bu halkların, ulusal değişim taleplerini dile getiren toplumsal eylemler yoluyla kendi ülkelerini bu diktatörlerin elinden kurtarma mücadelesi olarak tezahür etmiştir. Tunus’ta başlayan bu süreç kısa zamanda tüm coğrafyaya yayılmış ve Tunus, Mısır, Yemen, Libya, Sudan gibi ülkelerde diktatörlerin devrilmesiyle halklar için bir bahar havası yaşatan süreç kısa zamanda askeri darbeler, iç savaşlar, dış müdahalelerle karşılaşarak 100 yıldır yaşanan döngülerin benzer bir örneği olarak sonuçlanmıştır. Esasen bu süreç üçüncü neslin de babalarıyla aynı fikri alt yapıya sahip bir organizasyonla seslendirdikleri bir değişim talebi süreci olmuştur. Üçüncü neslin, babalarının nesli ile aynı bakış açısında ulus devlet sınırlarında, ulusal fikirler ışığında aradıkları değişim ne yazık ki babalarının mücadele süreçleriyle benzer sonuçlar doğurmuştur.

Bugün artık yeni bir gençlik ve yeni bir nesille karşı karşıyayız. Tüm dünyada küreselleşme fikirlerinin yoğun bir şekilde tartışıldığı ve her alanda bir küreselleşme sürecinin yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. Değişim talebi bu dünyada hiç değişmeyen tek gerçekliktir. Her zaman bir değişim talebi ve ihtiyacı vardır. Bölgemizde de her alanda bir değişim süreci yaşanmaktadır. Bugün bu ortamda Müslüman yeni nesil olarak önümüzde üç farklı yol bulunmaktadır.

Birinci yol bu değişim sürecine ve taleplerine kulaklarımızı tıkamak, yok saymak ve ilgilenmemektir. Zulüm ve haksızlıklar üzerine kurulu bu mevcut düzen karşısında susmak bir Müslüman olarak inandığımız dinin izin vermeyeceği bir tavırdır. İkinci yolumuz 100 yıldır devam ettiğimiz gibi ulusal sınırlarda, ulusal sorunlara üreteceğimiz sorunlarla mevcut düzeni değiştirme gayretidir. Bu ise 100 yıldır 3 nesildir denediğimiz ve kesin bir başarıya ulaşamadığımız bir yoldur. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek ancak ahmaklık olacaktır. Üçüncü yolumuz ise Müslümanlar olarak küresel bir vizyon inşa ederek, küresel Siyonizm’in; iktisattan tıbba, siyasetten uluslararası ilişkilere, sosyolojiden psikolojiye kadar her alanda kurmuş oldukları küresel tek tipçi merkeziyetçi fikirler karşısında özümüze dönerek tüm sorunlara İslami çözümler arayan ve üretme gayretinde olan bir çaba ile küresel bir değişim talebini inşa etmemizdir.  Bu Hz. Muhammed (a.s.)’ın örnekliğiyle inşa edilen İslam dininin küresel ve evrensel vizyonu doğrultusunda yürütmemiz gayret ve mücadele yolu olsa gerektir.

Küreselleşen dünyamızda bugün ABD, İngiltere, Rusya ve AB’nin hem kendi içinde hem de birbirleriyle yürüttükleri politikalar ulus devlet sınırlarını aşmış, 100 yıl önceki imparatorluk mantığıyla yürütülmektedir. Bölgemiz aktörlerinden İran da eski imparatorluk hayalleri ve iddiaları doğrultusunda politikalar üretmektedir. Küresel güçler tarihlerindeki imparatorluk temellerine geri dönerken Müslümanlara Suriye Suriyelilerindir, Mısır mısırlılarındır, Irak Iraklılarındır diyerek, bizleri kendi çizdikleri sınırlara bir kez daha hapsetmeye ve bu sınırların içinde ürettikleri kavgalarla bir kez daha bölmeye ve bölüşmeye doğru itmektedirler. Aynı hikâyeyi bize 100 yıl önce anlatanlar bir devletimizden 45 devlet çıkardılar.[1] Bir kez daha aynı hikâyeye kulak verirsek 45 devletten kaç devlet çıkartabileceklerini siz hesap edin vesselam.

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ (سورة راد – 11)

 

O insanın önünde ve ardında devamlı suretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar. Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez. Allah bir toplum için de kötülük irade buyurdu mu, onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz. (Rad Suresi 11. Ayet)

 

Kaynakça

Bahadıroğlu, Y. (2017, 9 8). 2 12, 2022 tarihinde www.yeniakit.com.tr: https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yavuz-bahadiroglu/osmanli-cografyasinda-bugun-kac-devlet-var-20943.html adresinden alındı

MARION FAROUK SLUGLETT, P. S. (1999). Irak. TDV İslam Ansiklopedisi (s. 95-99). içinde Türkiye: Türkiye Diyanet Vakfı.

 

 

[1] (Bahadıroğlu, 2017)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu