Tarih Usulünün Tetkiki 2

“Tarih” kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiştir. Zaman, ay ve zamanla ilgili olan anlamlarına gelir. Bir olayın hangi zaman veya mekânda gerçekleştiğini söylerken kullanılan “tarih” geçmişten haber vermedir. Batı dillerinde “history, historia” kelimesi Yunanca olup araştırma yoluyla öğrenme veya hikâye etme manasında kullanılır. Her iki manasıyla da tarih, geçmişe dair araştırma yapan bir çalışma sahasıdır. Bu çalışma sahası geçmişin tümüdür. Bir olayın ne zaman, nerede, nasıl, niçin gerçekleştiğini tetkik ve tahlil eden ve bizler veren ilimdir.

Geçmişi yazma ameliyesi İslam Tarihçiliğinde de şahit olunan, yaşanılan olayların kayıt altına alınması olarak zuhur etmiş ve “Salnameler/Yıllıklar” tutulmuştur. Batı kültüründe de “Anneles” yazılması bu gaye içindir.

Tarih; insanı, yaşadığı zaman ve mekânı ve cemiyeti anlamak için geçmişten aktarılmış malumatın tahlil edilmesidir. İnsanın neyi neden yaptığını tetkik edebilmektir. Bu geleceğe dair bize bir yol haritası vermesi ve geleceğin keşfi/prediction için zaruridir. Hakeza, Kur’an-ı Kerim’de işaret buyrulduğu üzere “Sünnetullah (سُنَّتُ اللّٰه)” vardır ve bu sünnetullah tebdil ve tahvil olmaz kanunlara sahiptir. Geçmişe bakarak bu hareket ettirici güç ve kanunlar silsilesini anlayıp kendimizi felaketlerden muhafaza edebiliriz.

“Res gestae” Latince “yapılan işler” manasında kullanılan bir terkip mefhumdur. Batı’da “historia” kelimesinin ilk anlamını oluşturur. Bir de (historia rerum gestarum) yapılan işlerin anlatımı, öyküsü anlamında bir terkip kullanılır ki bu da bizim “tarih” olarak isimlendirdiğimiz mefhumu anlatmak için Avrupalılar tarafından kullanılır.

Batı’da Tarihin Usul ve Felsefesine dair yazarlar, Wilhelm Dilthey (1833-1911), Voltaire (1694-1778) ve R.G. Collingwood gibi filozoflardır. “Tarih felsefesi” kavramını ilk kullanan mütefekkirin Voltaire olduğu söylenir. W. Dilthey’in “Hermeneutik ve Tin Bilimleri” kitabı ile Collinwood’un “Tarih Tasarımı” kitabı meşhurdur.  Voltaire’in “tarih felsefesinden” kastettiği şey eleştirel ve bilimsel tarih anlayışıdır. Bu hususta fikir beyan edenlerden biri de Pitirim Sorokin’dir. O, İbn-i Haldunun fikirlerini Tarih felsefesi olarak değerlendiren kişilerdendir.

İslam dünyasında âlimler ilimleri tasnif ederler ve ilme, dine, tarihe, siyasete ve topluma dair fikirlerini bu tasnif çerçevesinde ifade ederlerdi.  İslam medeniyeti için “bilgi” hikmete ulaştırır ve geçmişe de bu pencereden bakılır. Gazali “İhya’u Ulmu’id- Din” eserinde, Farabi “El-Medinetü’l Fazıla” ve “Es- Siyasetü’l Medeniyye” eserlerinde insana, zamana ve ilimlere hakikat ve hikmeti bulma penceresinden bakıp nihai kemali aramışlardır. El Harezmî, ilk defa ilimlerde tasnif ederken tarihe yer verir.  İbn-i Esir, geçmişe dair mühim vakaların sonrakilere nakli olarak “Tarih” yazar. İslam tarihçiliği; kısas, siyer, meğazi üzerine bina edilir. İslam âlimleri İbn-i Haldun çıkıncaya kadar nakil, sened, silsile üzerine tarih kurmuşlardır. İbn-i Haldun, vakalar arasında sebep ve sonuçlar üzerine ve kavimlerin hallerine dair akıl yürütmüş ve eleştirmiştir. Fakat İbn-i Haldun da “nakil” ile hareket etmiştir. Taberi ise nakli bir usul olarak hep devam ettirmiştir. Eskileri yeniye bağlayan sağlam bir sened ve nakil…” Tarih-ur Rusul vel Mülük” eseri o kadar meşhurdur ki Türkler “Oku Taberi, al haberi” demişlerdir.

“İslam Tarihçiliği” denilince nakil, sened, rivayet, hikâyecilik olarak algılanır. Fakat yazılanlar gösteriyor ki bu sened ve rivayet usulü zamanın sağlam kaynaklarına dayanılarak tahlil ve tenkit temelli yapılmıştır. İbn-ül Esir’in “El-Kâmil fit Tarih” eserinde kaynak İmam-ı Taberi’dir. İbn-i Kesir de “El Bidaye ve Nihaye” eserinde Hadis-i Şeriflerin nakil usulü olan sened ile rivayet usulüne uyduğunu ve İslamiyet’in şeriata münasip olanlarını naklettiğini bildirmiştir. Mesudi ve Belazüri de bu usulü devam ettirmişlerdir. Belazüri “Feth-ul Buldan” eserinde hadis ve siyer ilimleriyle meşgul olan âlimlerin nakillerine dayandığını söylemesi, bize onun nakilde takip ettiği usulü gösterir. Bu nakil/rivayet usulünü çürük görenler ise hata ediyorlar. Zira hayranlıkla okudukları Grek/Yunan tarihçilerinin Destan şiir ve hikâyeleri kaynak alarak yazdıkları tarihten daha sağlamdır. Akla uygun olmayan efsanedense, vakaları sened, rivayet ve sağlam eserlerle nakil daha sağlamdır. Avrupa’nın tarihin babası ve dedesi saydıkları kimseler putperest, akıldışı, kendi dışındakileri kabul etmeyen efsane yazarlarıdırlar.

Batı’da felsefeyi başlatanlar Antik Yunan Tarihini de kaydetmiş ve tarihe dair fikir beyan etmişlerdir. Tarihin babası dedikleri Herodot’u çıkaran bu medeniyettir.  Hâlbuki Herodot için Yunan dışından olan herkes (Persli, Türk vs.) barbar, vahşi ve geri iken, Yunanlı özgür ve ileridir. Yunanlıların Persliler karşısındaki büyük yenilgisini bile överek anlatıp Yunanlıları kutsamıştır. Efsane ve destanlarıyla Eski Yunan’ın iki temsilcisi Homeros ve Hesiodos’dur. “İlyada ve Odysseia” Homeros’un meşhur destanıdır. Sonraları Pindaros tarihçi olarak ortaya çıkar, ancak kendisi gerçekte bir şairdir. Bilimsel tarihe ilk örnek kabul edilir, hâlbuki bir ozandır. Eski Çin ve Türk kaynakları böle yüzlercesi ile doludur. Fakat şimdi “Batılı” olunca “Bilimsel” olur.

Sokrates’in tilmizi Platon’da tarihçi değilse de tarih felsefesi yapmıştır diye biliriz. Platon’un talebesi Aristo ise tarih yazımını bir edebiyat çeşidi olarak şiirin altında sınıflandırır. Mantığın kurucusu sayılan Aristo, tarihi felsefenin karşısında bir yere koyar. Zira eski Yunan ve Roma’da Theoria-Historia karşıtlığı vardır. Platon’un takipçisi Plotinos’a kadar bu seyir devam eder. Platinos için Panteist denir. Materyalizmin karşıtıdır. Orta çağ Hristiyan felsefe ve tarihine tesir etmiştir. Fakat gerçek Hristiyan filozof, tarihçi ve teolog Augustinus’dur. Bizim Gazali’nin mukallidi bir papaz. M.S 529’da Bizan imparatoru Iustinianus Platon’un Akademia’sını kapatır ve artık Kilise Dönemi başlar. Augustinus işte bu devirde skolastiğe geçişin sembol ismidir.

Yahudi-Hristiyan Tarih anlayışı inşa olmaya başlar ve Gnostikler(Tanrıyı duygu ile bilme)  ile karşıtlarının çekişmesi ile devam eder. Tanrının insana ve tarihe müdahalesi inancı, Tanrının oğlu İsa (as)’nın bedenle insanlar arasında bulunması ve ilk günah inancı ile yeni bir tarih inşa olur. Bu tarih anlayışının sonu Eskaton(Tanrı mahkemesi/kıyamet)dur.

Augustinus felsefe elbisesi giymiş bir Hristiyan papazıdır. Tarihi gelecekte kurulacak iki devletin çatışması olarak görür; Tanrı Devleti ve Şeytanın Devleti. Tarihteki olaylar Eksaton’daki mükâfat ve cezanın temeli olması vechiyle bir mana ifade eder.

Tarihin kanunlarını ve insanın yeryüzündeki serüvenini anlamada bu anlatılanların üzerine insan fikriyatını çıkaran İslam’ın zuhuru ile beşeriyet, yeni ve yüksek bir yola girmiştir. Artık zamana Taberi, Harezmî, Biruni, İbn-i Haldun gibi yeni yıldızlar yol göstermekte iken Avrupa’dan ehl-i küfr kavimlerden ilahi kudreti inkâr edenlerden bir ses yükseldi, “Daha çok insan, daha az Tanrı!”

KAYNAKÇA

-Felsefeye Giriş/ Takiyeddin Mengüşoğlu/ Remzi Kitapevi/ İST-2005

– Tarih Felsefesi I/ Dr. Hüseyin Fırat Şenol/ Anadolu Üniversitesi Yayınları/ Eskişehir 2016

– İslam Düşüncesinde Tarih Tasavvuru ve Usulü / Prof. Dr. Kasım Şulul/ İnsan Yayınları/2008-İST

-İtiraflar/ Confessiones/ Çevr: Dominik Pamir/ Timuçin Yayınları/ 1997

 – TDV İslam Ansiklopedisi/ “Tarih” maddesi/ Cilt 40, 30-70s / İstanbul

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu