Anadolu İrfanına Olan Etki̇si̇ Bağlamında Nakşibendi̇yye Tarikati’nın Temeli̇ni̇ Oluşturan Onbi̇r Esas

Anadolu irfanının mihenk taşlarından biri olup birçok coğrafyada insanları ihya etmeyi hedef edinen Nakşibendi’ye Tarikatı, Buhara yakınlarındaki Kasr-ı Ârifân’ da dünyaya gelen ünlü mutasavvıf Bahaeddîn Nakşbend tarafından kurulmuştur. Nakşbend hazretleri henüz çocuk sayılacak bir yaşta Hâcegân Tarîkatinin piri olan Muhammed Baba Semmasî tarafından manevi evlatlığa kabul görülmüştür. Manevi terbiyesini ve dini ilimlerdeki eğitimini burada alimler ve meşâyih sohbetlerinde edinmiştir. Bir süre sonra Muhammed Baba Semmasî, Bahaeddin Nakşbend’in manevi sülüklünü Emir Külal’e devretmiştir. Daha sonra manevi hayatını Yesevî şeyhlerinin yanında geçirmiş onların sohbet halkalarında bulunmuştur. Hayatını ilim irfana adamış gönül erlerinden olan Bahaeddin Nakşbend ömrünün son yıllarını Buhara’da geçirmiş ve 1389 senesinde rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Nakşibendi’ye Tarîkati zaman içerisinde birçok kola ayrılmış bu farklılaşmaların bir kısmı silsilelerini Hz. Ali’ye dayandırırken bir kısmı ise Hz. Ebubekir’e dayandırmışlardır. Bu tarikat Abdülhâlık-ı Gucduvânî’ den sonra Asya ve Anadolu topraklarında hızla yayılmıştır. Fatih Sultan Mehmet zamanında Molla İlâhi’nin vesile olmasıyla İstanbul’a girmiştir. Osmanlı Devleti içerisindeki etki sahasını hep geniş tutan Nakşbendiyye Tarikatı asıl etkisini 18. Asırda Mevlâna Halid-i Bağdadî ile göstermiştir. Onun zamanında İstanbul’da sayıları 65’i bulan Nakşibendî dergahının bulunması ve Sultan Vahdettin Han’ın da Nakşbendî Tarîkatinin Halidî koluna mensup olması bu tarikatın önemini gözler önünde sermektedir. Ayrıca tarîkatin Anadolu’da da etki alanını genişletmesi 19. Asırda yaşamış olan Ahmed Ziyaeddin-i Gümüşhanevî vasıtası ile olmuştur. Tarîkatte yapılan zikre “Hatme-i Hâcegân” adı verilmiş ve bu zikir “Hafi(sessiz)” yapılmıştır.[1]Kendilerinden olmayan kimselerin alınmadığı bu zikir meclisleri Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında dikkatler tarikat mensuplarının üzerine çekmiş ve birçok dergâh bu şekilde kapatılmış ve mensupları da tahkikata alınmıştır. Kısaca Nakşbendiyye Tarîkatinden söz ettikten sonra asıl konumuz olan, Nakşbendiyye’nin pirlerinden olan Abdülhâlik-i Gucduvânî’nin oluşturmuş olduğu tarîkate mensup olan sûfîlerin uyması gereken on bir esasa geçelim.

1.Hûş der-dem:

Esasların ilki olan bu esasta Hûş akıl, dem ise nefes manasındadır. Huş der dem, her nefes alışveriş esnasında uyanık olmak ve gaflete düşmemek manasındadır.[2] Sâlik aldığı her nefeste huzuru korumalı, Cenab-ı Hakk’ dan gâfil olarak tek bir nefes dahi almamalıdır. Nitekim Nakşbend Hazretleri de “Seyr-i Sülûk yolunda binayı nefes üzere kurmak gerekir” demiştir. Nefese ayrı bir önem veren Nakşbendiyye Tarîkatinde sâlikin aldığı her bir nefesten sorumlu olduğu bu münasebetle, kalbinin huzur ve bedeninin de sıhhatli olabilmesi açısından Hakk’ dan gâfil olmadan nefes alması gerektiği belirtilmektedir. Yine bu tarîkate göre huzurla alınan her nefesin Allah’ın Hayy isminin bir tecellisi olduğu ve   O’ na daha çok yaklaştırdığı belirtilmektedir.[3]

2.Nazar ber-kadem:

            Bu esas, bakışları ayak ucuna çevirmek yani önüne bakmak manasındadır. Sâlik kalbin penceresi olan gözleriyle sağa sola değil yalnızca önüne bakmalı ki bakışlarını haramdan ve maleyani şeylerden sakınsın. Bu vesileyle kurb-i ilahi denen Allah’a yakın olma gayesini de elde etmiş olacaktır.         Nitekim Allah Resûlünün yaşantısına baktığımızda kendisinin sağa sola bakmadan sadece önüne bakarak yürüdüğünü görürüz. Bilahare nazar ber-kadem, esaslar içerisinde nazargâh-ı ilâhi olan gönüle zarar verecek dış etkenleri saf dışı bırakmda etkili bir esastır.[4]

3.Sefer der-vatan:

            Müridin kendisine rehber olacak bir Mürşid-i Kâmil bulana kadar seyahat etmesi manasına gelen “sefer der-vatan”, sâlikin kötü huylarını terk edip güzel ahlak sahibi olması yani “elest bezminde” Cenab-ı Allah’a söz vermiş olduğu ahlakına –öz menziline- seyahat etmesi anlamında da kullanılmıştır. Nitekim İslam Medeniyeti içerisinde yetişmiş olan Mutasavvıflar müridân için sefer eylemeyi, nefsi terbiye etmenin yollarından biri olarak seçmişlerdir. Buna ilaveten dervişliğin alametlerinden biri de yola revan olmaktır.[5]

4.Halvet der-encümen:

            “El kârda gönül yarda” deyimini tam anlamıyla karşılayan halvet der-encümen, sâlikin zahirde halkla bâtında ise Hakk ile olması diye tarif edilebilir. Burada sâlik sosyal bir varlık olması dolayısıyla toplum içerisine karışır. Toplumsal bir varlık olan insan nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranır fakat tüm bunları icra ederken nazargâh-ı İlâhi olan kalbiyle her daim Allah’ ın huzurunda olduğunun farkında olur. Bu esas daimî zikir manasına da gelir ve zikirde ulaşılacak son mertebedir.[6]

5.Yâd Kerd:

              Hatırlamak (zikretmek) manasına gelen Yâd Kerd, Sâlikin Allah’ ı hatırdan çıkarmayarak mâsivâ ile kalbî alakayı keser ve Kelime-i Tevhidi kalben zikreder. Her nefes alışında ve verişinde üç kez zikretmeye çalışır. Bu zikir nefy ve isbat şuuru içerisinde yapılmalıdır.[7]

6.Bâz Geşt:

Tarîkat içerisinde zikir nihayete erdikten sonra sâlik : “İlahi ente maksudî ve ridake madlubî.” (Allah’ım Gayem sensin, istediğim de senin rızandır.) diyerek bunun hikmeti üzerine tefekkür eder. Salik bunu yaparak kalbini feyz ile doldurur ve kalbi masiva ile ilgisini keser.[8]

7.Nigâh Dâşt:

Sâlikin nefy ve isbâtın anlamını tefekkür ederek kalbini muhafaza etmesi halidir. Bu halin neticesinde kalp kötü olana meyletmez ve kendini vesveselerden korur. Sa’deddin Kaşgarî nigâh dâştın manasının bir iki saat veya daha fazla bir zaman, akla bir şey getirmeyip, sadece tevhid kelimesinin anlamını düşünmek olduğunu söyler.[9]

8.Yâd Daşt:

Bir önceki hal olan nigâh dâştın derinliğini anlamaktan ibarettir. Bu da her şeyi yaratan Allah’ı devamlı düşünmek ve hatırdan mâsivâyı atmaktır. Çoklukta tekliği bulmak yani olanca yaratılmışlara karşın ilahi tevhidi görmektir.[10]

9.Vukûf-ı Zamanî:

Sâlikin içerisinde bulunduğu halden haberdar olması ve zamanını en iyi şekilde değerlendirmesini bilmesi gerekir. Ne zaman tövbe etmesi gerektiği ne zaman şükretmesi gerektiği vakti ayarlamasın gerekir. Hülasa her bir davranışını Cenab-ı Allah’ın huzurundaymış gibi yapması halidir.[11]

10.Vukûfı Adedî:

Sâlikin, şeyhinin vermiş olduğu evrad ve ezkarı eksiksiz yerine getirmesi ve sayılarına da dikkat etmesi gerekir. Her ne kadar yapılan ibadetin niteliğinin önemliyse de tarikat içerisinde ve müridin yaşamında disiplin olması gerektiği sebebiyle nicelik de önemlidir.[12]

11.Vukûf-ı Kalbî:

Kalbin her daim Allah’tan haberdar olması demektir. Bu mertebe de kalp yalnızca Allah’ı düşünür. Bu mertebede sâlik zikrin tam şuuruna ve şuhûd ve vusûl mertebelerine erer.[13]

Kısaca 11 temel esastan bahsetmeye çalıştık. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere Nakşbendiyye gibi Anadolu İrfanının temellerini oluşturan kadim tarikat, tarikatların ameliyelerini icra ettikleri tekke ve zaviyeler kapatılıncaya kadar üzerinde yaşamış olduğumuz coğrafyaya büyük bir etkide bulunmuşlardır. Bilahare zikrettiğimiz 11 temel esas Anadolu irfanının terbiye metodunun da temelini oluşturmuştur diyebiliriz.

[1] Osman Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi (İstanbul, 2015), S.160-162.

[2] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.163.

[3] Ömer Öngüt, Tasavvuf’ un Aslı Hakikat ve Marifetullah İncileri (İstanbul: Hakikat Yayıncılık, 2009), S.185.

[4] Öngüt, Tasavvuf’ un Aslı Hakikat ve Marifetullah İncileri, S.186.

[5] Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Kalem Yayınevi, ts.), S.186.

[6] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.164.

[7] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.165.

[8] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.165.

[9] Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar (İstanbul: İFAV yayınları, 2016), S.380.

[10] Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, S.380.

[11] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.166.

[12] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.166.

[13] Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, S.166.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu