Doğu Sınırlarındaki Murabıt; Seyyid Şeyh Taha En-Nehri ve Nehri Dergâhı

Bazen yaşananlar ters etkiler yaratır, şerden hayırlar çıkar. İşte bu olay bize Nehri Dergâhı başta olmak üzere İslam’ın müdafaa kalesi olan bu türden mekânları anlama ve yeniden fonksiyonel hale getirme ihtiyacını hissettirmelidir.

Asya ve Anadolu’nun fetih ve İslam tarihi serüveninde en hassas noktada dergâhlar, tekke ve zaviyeler durur. İslam’ın fetih düşüncesini besleyen mal, yurt ve ganimet edinme düşüncesi değildir. Fetih; İslam olmayan yurtlara tevhidi, dinin ahlak ve hikmetini, Sünnetullaha uygun bir hayat, sosyoloji ve nizam getirmeyi hedefler. Zaman içerisinde kurumsallaşan yapısı ile dini olduğu kadar sosyolojik ve siyasi misyon taşıyan bir kurum haline gelmiştir. Anadolu’nun ve Balkanların fethi sürecinde bazı bölgelerde kılıç bile kullanılmadan kendiliğinden Sünnetullaha teslim olan topluluklar olmuştur. Bu türden bir teslimiyet süreci kılıç ve savaş ile var olan fetihlerden çok daha etkili, derinlikli ve değerli olmuştur. Alperen misyonu ile bir gönül fethi yapan dervişler, insanların hayatları kadar sosyolojik yapıyı da yeniden inşaa etmişlerdir. Ruhbanlık tarzı bir yaşam tipini reddeden ve hayata tüm boyutları ile katılan, klasik Batı kilisesinin baskılarından ve gaspından bunalan halk için dünya ötesi bir hikmet deryası olarak algılanmışlardır. Her bulunduğu bölgede müesseseleşen dergâhlar Ehli Sünnet anlayışı yanında hikmet ve tasavvuf yoluyla toplumun irşadını ve ihyasını yapmayı kendilerine hedef olarak seçmişlerdir. Bulundukları hudut mıntıkalarında halkı sürekli zinde ve uyanık tutarak bir İslami direniş hattı da oluşturmuşlardır. Anadolu, Kafkasya, Balkanlar, Bilad-ı Arap ve Afrika bölgesinde en etkili ekoller Nakşibendî-Hâlidî ekoller olmuştur. Bahaddin Nakşibendi, Cüneydi Bağdadi, Ahmet Yesevi vd. isimlerin açtığı yol bereketlenerek geniş bir alanda yayılım göstermiştir.

Bu dergâhlar sosyal fonksiyonları yanında bir bölgenin Dar’ul İslam olarak kalması konusunda da önemli bir gayret ortaya koymuşlardır. Dergâhlar fetih ve muhafaza sürecinde aldıkları rolle cihadi kuruluşlardır. Osmanlı döneminde Anadolu’da farklı tarikatlara ait çok sayıda irşat merkezinin bulunduğu bilinmektedir. Bu irşat merkezleri ilmî ve tasavvufî eğitim başta olmak üzere toplumun ihtiyacı olan birçok alanda faaliyette bulunmuş, aynı zamanda savaşlara da bilfiil iştirak etmişlerdir. Nakşibendî-Hâlidî koluna bağlı olarak Hakkâri bölgesinde faaliyet yürüten Nehrî Dergâhı’da, bu tarihi ve toplumsal misyonu başarıyla yerine getiren maneviyat merkezlerinden biridir.

Yazımıza esas olan dergâhlardan birisi de Seyyid Taha Hakkari’ye ait olan Nakşibendî-Hâlidî Nehri dergahıdır. Niiçin bu dergâh bu yazıya konu olmuştur. Aralık ayının son günlerinde bir içki firması, içki kutusunun üstüne bu dergâhın resmini koymak suretiyle büyük bir saygısızlık yapmıştır. Küresel hacimli bir içki şirketinin Anadolu’daki bir dergâhın resmini içki kutusuna basması kolayca yapılabilecek bir hata değildir. Peki, neden bu kadar maliyetli bir cürete cesaret edilebilmiştir.  Bu yazı bir boyutuyla Nehri Dergâhını anlama gayreti bir tarafı ile de bu cüretin arka planını anlamaya yönelik bir çabadır. Bu sebeple ilk olarak bu dergâhı tanımak ve anlamak gerekir.

Seyyid Taha Hakkâri En Nehri Dergâhı Menşei ve Misyonu

Öncelikle bu dergâhın kurucusu olan Seyyid Taha Hakkâri ismini tanıyarak işe başlayalım. Hakkâri’nin Şemdinli (Şemdinan) ilçesinde doğmuştur. Hekkârî, Şemdinânî ve Nehrî nisbeleriyle anılır. Bölgede seyyid olarak bilinen bir aileye mensuptur. Tahsiline babası Molla Ahmed’in yanında başlamıştır. Ardından Bağdat, Süleymaniye, Kerkük ve Erbil’de dinî ilimleri okuyup icâzet almış, Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden olan amcası Seyyid Abdullah vasıtasıyla Bağdâdî’ye intisap ederek hilâfet aldıktan sonra irşad görevi için Berdesur’a gönderilmiştir. Amcasının vefatından sonra ilim ve irşad faaliyetini Şemdinli’nin Nehri kasabasında kurduğu medresede devam ettirerek; Sıbgatullah Arvâsî, Seyyid Fehim gibi halifelerini Anadolu’nun değişik yerlerine irşad için göndermiştir. Hâlid el-Bağdâdî ile iletişimini mektuplarla sürdürmüş,İran yönetimi gönlünü kazanmak için kendisine hediyeler gönderdiyse de şeyhinin uyarısı üzerine onlara karşı mesafeli bir tavır almıştır. (İslam Ansiklopedisi, Tahayı Hekkari bahsi, 2016)

Anadolu ve İran sınırında stratejik bir noktada kurulması Nehrî Tekkesinin önemini arttırmıştır. Fakat bu tekkeyi asıl önemli kılan husus, postnişinlerinin Hâlidî tasavvuf geleneğini devam ettiren güçlü bir aileye mensup olmalarıdır. Hâlidîlikte Şiî düşünceye ve yabancı hegemonyasına sıcak bakılmaması ve mensuplarının Ehl-i sünnet düşüncesine sıkı sıkıya bağlılığı Nehrî ailesini Osmanlı devletine yaklaştırmıştır. (Kavak,2015,s.104) Osmanlı devleti kuruluş iradesindeki Şeyh Edebali nosyonunu iktidarı boyunca sürdürmüştür. Devlet iradesi ribat boylarında bulunan tüm dergahlarla konsantre etkileşimine devam etmiştir. Özellikle Nehri Dergâhı bulunduğu lokasyon itibariyle oldukça stratejik bazı anlamlar taşımaktadır. Şemdinli’de bulunan dergâh Anadolu, Irak ve İran üçgeninde bulunmaktadır. Kürt, Arap, Türk ve Fars geçiş hattında tam bir hudut ve geçiş noktasıdır. Bu boyutuyla bölgede üstlendiği dini, ilmi, sosyolojik ve siyasi misyonları bulunmaktadır.

Özellikle geniş bir alana yayılmış olan Kürt halkı âdem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışı içinde Osmanlı’ya sadık kalmışlardır ve bu sadakati besleyen en temel unsur din kardeşliği ve kader yoldaşlığı olmuştur. Bu ilişkinin sürdürülmesinde en önemli misyonu Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki dergâhlar üstlenmiştir. Hassas lokasyonu ile bu misyonun en güçlü taşıyıcılarından birisi Nehri Dergâhıdır. Seyit Abdullah Şemdînî kurduğu tekkede Nakşibendî tarikatını neşretmeye başladıktan kısa bir süre sonra vefat edince, yerine İran’ın Urumiye şehrinde bulunan Berdesor Tekkesinde irşat faaliyetlerini yürüten yeğeni Seyyid Tâhâ (ö.1269/1853) geçmiştir. (H.K.Yılmaz,2009,382) Seyyid Taha dergâhın temsil ve gayretini sınırlar ötesine taşıyan isimdir.

Nehri Dergâhı bölgede ‘ki tüm Kürt aşiretlerin ve ilmi merkezlerin bağlı olduğu bir dergâhtır. Bugünkü Kuzey Irak topraklarından, Suriye topraklarına, İran topraklarından Kafkasya ve Güney Azerbaycan’a kadar çok geniş bir alanda rol üstlenmişlerdir. Yani bu dergâh sadece ırki bir illiyet üzerinden süreç yönetmemiştir.

Nehri dergâhı Nakşibendî-Hâlidî mensubiyeti temelinde Nakşi gelenek  içinde de çok önemli bir yere sahiptir. Üç devletin sınırlarını aşan dergâhın Nakşi bir ana merkez olarak İstanbul’dan Erbil’e kadar ve hatta Balkanlara kadar tesiri olan bir dergâh olmuştur.

Nehri Dergâhı İle Kafkasya Müslümanları Arasındaki Hassas İlişki

Aynı yıllarda Kafkasya’da başlayan Müridizm hareketi’de dinamik bir cihadi-tasavvufi hareket olarak Nehri Dergâhı ile yakın ilişki içinde olmuştur. Şeyh Mansur ‘Uçermak’ ve Gazi Muhammed tarafından başlatılan Kafkasya Cihadı Nehri Dergâhı tarafından dikkatle izlenmiştir. Gazi Muhammed’in Ruslara karşı ilan ettiği bu savaş Kafkasya halkı arasında Gazavât, dışarıda ise daha çok Kafkasya Müridizm Hareketi olarak tanınmıştır. Dağıstan’daki Yukarı Yerağlı Medresesi’ni merkez edinen bu hareket Şeyh Şamil ile en etkili dönemini yaşamıştır.( Kavak, 2014,363) Özellikle Şeyh Şamil Seyyit Taha’nın dönemdaşıdır. Şeyh Şamil Cihadın önderi olmakla birlikte aynı zamanda Nakşibendî-Hâlidî ekolün’de Kafkasya’daki mürşididir. Nakşibendî-Hâlidî şeyhi İsmâil Şirvânî’ye intisap ederek hilâfet aldıktan sonra 1823’te Dağıstan’a dönen Şeyh Şâmil’in bu vazifesinin ardından Cihad ateşini daha da körükleyecektir. Bu iki isim arasındaki illiyetin gücü sebebi ile Nehri Dergâhı vesilesi ile doğrudan bir tehdit olmamasına rağmen Ruslarla olan savaşlarda Nehri Dergâhı vesilesi ile Kürt mücahitler cihada iştirak etmişlerdir.

Osmanlı-Rus Savaşlarında Nehri Dergâhının Hassas Rolü

Osmanlı- Rusya ilişkileri son iki yüzyılda sürekli savaşlarla geçmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda artan savaşlar içinde en etkilisi 1828-1829 yıllarında yapılan savaş ile 1877-1878 yıllarında yapılan 93 harbidir. Doğu İllerimiz ve Kafkasya bu dönemde sürekli savaş iklimi içindedir. Asrın ilk yarısında Osmanlı topraklarında hızla yayılan Nakşibendî-Hâlidî Dergâhların tavrı da diğerlerinden farklı olmamıştır. Bu tekkelerin faaliyetleri, sadece tasavvuf alanıyla sınırlı kalmamış, ilmî, içtimai, siyasî, istihbari ve muharip alanlarda da kendisini göstermiştir. Bunun en bariz örneklerinden biri, bu tekkelerin Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlıya verdikleri fiili destektir. Kuzey Irak’ta bulunan Biyâre Tekkesinden Dağıstan’da kurulan Yukarı Yerağlı Medresesi’ne, İstanbul’da faaliyet gösteren Gümüşhanevî Dergâhından Hakkâri’de kurulan Nehrî Tekkesine kadar çok sayıda Nakşbendî-Hâlidî tekkesi, Osmanlı Rus savaşlarında çok sayıda silahlı mensubuyla Osmanlının yanında yer almışlardır. (Kavak;2015,110)

Nehri Tekkesi’de geniş bir alanda oluşturduğu etki ile Osmanlı-Rus harbinde Osmanlı’nın yanında bulunmuştur. 1828/1829 Osmanlı Rus savaşında Anadolu ve İran sınırının her iki tarafında yaşayan binlerce müridi ve kendisine saygı duyan çok sayıda Kürt aşiret reisiyle iletişime geçmiştir. Bu iletişim sonucu olsa gerek özellikle Hakkâri ve Urumiye bölgelerindeki aşiret reisleri Rusya’nın Osmanlı devletine saldırması durumunda Ruslara karşı Osmanlının yanında savaşacaklarını Seyyid Tâhâ’ya taahhüt etmişlerdir. (Hakan,2013,114) Osmanlı devletinin savaştan önce Halidi şeyhlerini sürgüne göndermesine rağmen Nakşi dergâhlarının verdiği bu yaygın destek büyük bir feraset örneği olarak ele alınmalıdır. Seyyid Taha’nın bu desteği tüm gücüyle verdiği bir dönemde bazı Kürt beyleri ile Osmanlı devletinin arasının açık olduğu da gözden ırak tutulmamalıdır.

İran Sınırında Bir Ehli Sünnet İlim Merkezi

Nehri Dergâhı, Osmanlı- İran sınırında ve İran eliyle yürütülen fars ve Şii endoktrinasyon evreninde bulunmakta idi. Anadolu ve İran sınırında stratejik bir noktada kurulması Nehrî Tekkesinin önemini arttırmıştır. Fakat bu tekkeyi asıl önemli kılan husus, postnişinlerinin Hâlidî tasavvuf geleneğini devam ettiren güçlü bir aileye mensup olmalarıdır. Hâlidîlikte Şiî düşünceye ve yabancı hegemonyasına sıcak bakılmaması ve mensuplarının Ehl-i sünnet düşüncesine sıkı sıkıya bağlılığı Nehrî ailesini Osmanlı devletine yaklaştırmıştır. (Kavak,2015,104) Bu özelliği ile Ehli Sünnet düşüncesinin sağlam bir kalesi olarak rol üstlenmiştir.

Ayrıca bölgede 1850’lerdan itibaren etkili olmaya başlayan İngiliz ve Fransız destekli Siyonist propaganda konusunda da Nehri Dergâhı stratejik bir rol oynamıştır.  Siyonizm’in bazı Arap kabilelerinde yarattığı etkiye benzer bir etki oluşturmasına Arvas, Nehri, Şirvan, Biyare gibi Kürt ulema tarafından kurulan Nakşibendî-Hâlidî Dergâhlar karşı durarak Osmanlının ve İslam’ın yanında yer almışlardır. Bölge’de Osmanlı ile kavgalı olan Kürt beylerinin halk üzerindeki her türlü tesirinin de yayılmamasını da sağlamışlardır. Özellikle Biyare ve Nehri Dergâhlarının rolleri Kürt ve Türk kardeşliğinin numune örneklerinden biri olmuştur.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Nehri Dergâhı

Nehri Dergâhının milletimiz ve tasavvuf tarihindeki hassas yeri açısından şu bilgi de çok önemlidir. Necip Fazıl Kısakürek, Abdulhakim Arvasi’ye olan ilgisi ve sevgisinden kaynaklı olarak Seyyid Fehim Hazretlerine ve Seyyid Taha Hazretleri’ne de ilgi duymakta ve sevgi beslemektedir. Başbuğ Velilerden 33 (Altın Silsile) kitabında bu iki zata yer vermiş ve onlarla ilgili hürmetkâr ifadeler kullanmıştır. Bu sevgi ve ilginin neticesinin bir başka göstergesi olarak 1975 ve 1976 yıllarında ardı ardına Arvas ve Nehri ‘ye ziyaretlerde bulunmuştur. ( Yılmaz; 2019)

Necip Fazıl’ın bu ziyaretleri neticesinde dile getirdiği aşağıdaki mısralar onun bu ziyaretlere vermiş olduğu önemi ve bu ziyaretlerden ne derece etkilendiğini göstermesi açısından önemli bir özellik taşımaktadır.

“Şemdinli dağlarının, içtim nur çeşmesinden

Kurtuldum, akreplerin ruhumu deşmesinden” (Kısakürek, 2009, s. 191)

İçki Firmasının Cüreti ve Arka Planı

Aralık ayının son günlerinde bir içki firması içki kutusunun üzerine bu dergâhın resmini basarak büyük bir adapsızlık yaptı. Küresel ölçekli bir ticari kuruluş halkın değerlerini ve dini hassasiyetlerini aşağılama anlamı taşıyan bu çılgın ölçüsüzlüğü nasıl ve neden yapmıştır. Bu türden bir davranış sadece dikkatsizlikle açıklanamaz. Bu davranışın arka planında mutlaka bir amaç olmalıdır.

Aslında Nehri Dergâhının yukarıda uzun uzun anlattığımız tarihi misyonu düşünüldüğünde milletimizin dini ve medeniyet değerleri ile muarız yapılar için Nehri Dergâhı saldırı için doğru noktadır.

Bu ahlaksız saldırıyı yapan Carlsberg firmasıdır. Her bölgede Tuborg olarak teşkilatlanan Carlsberg, Tuborg’daki 95.6 hissesini İsrailli Central Bottling Company isimli Siyonist şirkete satmıştır. Yani ülkemizin temel bir değeri olan Nehri Dergâhının resmini bira kutusuna basan bir Siyonist şirkettir. Bölgede Sykes-Picot’tan itibaren terör estiren Siyonizm önündeki en büyük engellerden biri olan Nehri Dergâhını yıllar sonra bu şekilde kendince cezalandırmıştır. İsrailli bir firmanın dini nosyona sahip bir müesseseyi bira kutusuna basması rastgele yapılmış bir hata değildir. Bu organize bir sürecin parçasıdır. PKK için yakın zamana kadar etkili oldukları Şemdinli bölgesi askeri ve sosyal projeler yoluyla terörden temizlenmiştir. Daha önce bölücülerin baskı ve haydutlukları ile dağa götürülen çocuklar şimdi ailelerinin yanında yaşamakta ve eğitim almaktadır. Dindar Şemdinli halkı yıllardır muhatap olduğu terör baskısından kurtulmuştur. O halde Siyonist bir şirket eliyle tarihi mekânın resminin içki kutusuna basılması ancak geçmişte üstlendiği hassas rolü sebebiyle bir cezalandırma olmalıdır. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Arkasındaki plan devletimizin ilgili kurumları ve yargı eliyle deşifre edilmelidir. İlgili firma maddi ve manevi olarak diyet ödemelidir.

Nehri Dergahı Yeniden Eski Misyonuna Dönmelidir!       

Bazen yaşananlar ters etkiler yaratır, şerden hayırlar çıkar. İşte bu olay bize Nehri Dergâhı başta olmak üzere İslam’ın müdafaa kalesi olan bu türden mekânları anlama ve yeniden fonksiyonel hale getirme ihtiyacını hissettirmelidir.

Nehri Dergâhına, geleneksel ilmi rolünün yanında toplumsal irşat rolünün yeniden kazandırılarak Doğu ve Güneydoğu bölgemizdeki her türlü terör ve bölge insanını örselemeye yönelik seküler ya da mezhepsel endoktrinasyondan koruma rolünün yeniden kavuşturulması gereklidir. Geleneksel ilmi rolünün yanında, toplumun irşadı ve sosyal gelişimi açısından çoklu fonksiyonlar düşünülmelidir. Geleneksel olarak bölgede akredite bir ilim heyeti tarafından medrese canlandırılmalı, orta öğretim öğrencilerinin ve diyanet personelinin gelişimi için bir eğitim merkezi haline getirilmelidir. Şemdinli İmam Hatip Ortaokul ve Lise öğrencileri için destekleyici mesleki eğitimler burada planlanmalı, Kuran Kursu öğrencilerinin gelişimi için bir kısım faaliyetler planlanmalıdır. Aile okulu, hanımlar için ve genç kızlar için gelişim programları, İslam sanatları hususunda bir İslami Sanat Enstitüsü ’de açılabilir. Bu fonksiyonları kazandırarak teröre ve küresel etki operasyonlarına gereken en anlamlı cevap verilmiş olacaktır. Bir önceki Diyanet İşleri Başkanımız Sn. Prof. Dr. Mehmet Görmez’in tehlikelerine rağmen bölgeye yaptığı ziyaret halkın büyük teveccühüne muhatap olmuştur. Binlerce Şemdinli’li bölge dağlarından topladıkları çiçeklerle Diyanet İşleri Başkanımızı karşılamışlardır. Devlet ve millet bütünleşmesi açısından Taha En Nehri’nin topraklarında muazzam bir güzellik ortaya çıkmıştır. Bu manzara terörün bu topraklarda barınamayacağının ve birleştirici noktanın İslam kardeşliği olduğunun bir büyük ispatıdır.

Ayrıca sınır ötesine yaratacağı diplomatik ve siyasi anlam da göz ardı edilmemelidir. Kuzey Irak’ta bulunan Barzani ailesi başta pek çok Müslüman Kürt aşiret bu dergâha mensuptur. İlmi, dini ve sosyal fonksiyonlara kavuşturularak bugün ve dün arasındaki bağ en güçlü şekilde yeniden kurulmalıdır. Bölgedeki Siyonist terör ve onun uzantısı yapılarla mücadele ancak İslami müesseslerin eski fonksiyonlarına kavuşturulması ile mümkün olabilecektir.

  • Kaynakça:
  1. Ali Yurtgezen, Hâcegân Sultanları, Semerkand Yay., İstanbul 2013
  2. Doç.Dr. Abdülcebbar Kavak İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bingöl Üniversitesi(2015) Sayı: 6 ss. 103-123
  3. Doç.Dr. Abdülcebbar Kavak, Seyyid Taha Hakkâri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2018
  4. Bora Yılmaz, Necip Fazıl Kısakürek’in Arvas ve Nehri Ziyaretleri, Doğu Anadolu S.B.E. Dergisi, 2019
  5. Kısakürek, N. F. (2009). Çile. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
  6. İslam Ansiklopedisi, Taha-ı Hekkari Bahsi, TDV Yayınları, İstanbul, 2016
  7. H. Kamil Yılmaz, Altın Silsile, Erkam Yayınları, İstanbul 2007, s. 200: Hurşid Paşa, Rihletu’l-hudûd beyne’d-Devleti’l-Osmâniyye ve Îran, çev. Mustafa Zehran, haz. Es-Safsâfî Ahmed el-Kutûrî, el-Merkezü’l-Kavmî li’t-Tercüme, Kahire 2009, s. 382-384.
  8. Abdulcebbar Kavak, “Kuzey Kafk asya’daki Tasavvufî Örgütlenmeler İçerisinde “Müridizm”in Gelişim Süreci ve Hâlidîlik İle Bağlantısı”, Kafkasya Üniversiteler Birliği Uluslararası Ağrı Sosyal Bilimler Kongresi, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Yayınları, Ağrı 2014, s. 363-365.
  9. Sinan Hakan, “Dini Bir Otoriteden Siyasi Bir Hüviyete: Seyyid Tâhâ-yı Nehrî”, Uluslararası Mutasavvıf Seyyid Tâhâ-i Hakkâri Sempozyumu, Hakkâri Üniversitesi Yay., Hakkâri 2013, s. 94-95.

Sebilürreşad Şubat sayısında yayımlanmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu