Eği̇ti̇mden Kopuş, Öğreti̇me Yöneli̇ş

Toplum olarak “Eğitim” kavramından o kadar uzaklaştık ki maalesef “Eğitim” kelimesi gündelik yaşamımızda ve toplumda farklı bir anlama büründü. Gündelik hayatımızda Eğitim kelimesinin farklı bir anlam yüklendiğini ve bu anlam içerisinde pasifleştirildiğini düşünüyorum. Tarihsel süreç içinde eğitimin gelişimi ve işleyişine baktığımızda hep insana insani değerler çerçevesinde yol gösterici terbiye edici bir araç olarak görülmüştür. İsterseniz öncelikle “Eğitim” kelimesinin kavramsal tanımına bakalım. TDK sözlüğünde Eğitim; çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye anlamını taşımaktadır. Şimdi TDK’nin tanımına bakınca çok önemli iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Birincisi “Terbiye etme” ikincisi “Okulda ya da dışında, doğrudan veya dolaylı olarak” bu iki husus aslında ne demek istediğimi anlatmama yardımcı olacağını düşünüyorum. Şimdi “Maarif”, “talim”, “terbiye”, “tedrisat” gibi kelimelerin taşıdığı anlamların hepsi eğitim kavramıyla ifade edilmektedir. Eğitim, aynı zamanda öğretimi de kapsamaktadır.  Burada önemli olan ve kesinlikle gözden kaçırmamız gereken unsur şudur ki öğretimin, eğitimin içinde yer alan bir kavram olmasıdır. Gazâlî “insanın ahlâkının değişmesi muhaldir” iddiasına verdiği cevapla doğrudan eğitimin alanına girmiştir. Nitekim “ahlâkın değişebilirliği”ni savunmak, eğitim diliyle “davranış değişikliğini” kabul etmek anlamına gelmektedir. Ona göre bu değişikliği en iyi ifade eden kavram, edeptir. Gazali gibi birçok İslam alimi bu hususta Eğitimin en büyük amacı insanı terbiye etmek, insanı kemale erdirerek kâmil etmek, bunun yanında insanı erdemli kılarak arif etmektir. Eğitim öncelikle insanın fıtratına ve mizacına uygun bir şahsiyetin oluşumu için yol gösteren bir terbiye sürecidir. Bir insanı eğitirken niçin ve ne öğreteceğini bilmesi yani terbiyenin amacını belirlemek lazım. İşte bu sorular Felsefenin konusu olup eğitim felsefesi devreye girmeye başlar. Felsefesi olmayan bir eğitim tamamen öğretim odaklı olup dolaylı olarak insanı fıtrattan uzaklaştırır. Eğer bir eğitim modelinde ontolojik ve epistemolojik bir zemin üzerine kurulmamışsa o eğitim modelinin tek bir amacı var olur o da pozitivist ve pragmatik bir amaçtan öteye gitmemesidir.

 

Konunun başında belirttiğimiz şekilde toplumun “Eğitim” kavramından uzaklaştığı apaçık bellidir. Halihazırda Türk eğitim sisteminin kendisine sahip özgün bir eğitim felsefesi bulunmamaktadır. 100 yıllık bir eğitim modelinin bize dayattığı pozitivist bir ithal felsefe ile eğitim sistemleri içinde kaybolmuş bulunmaktayız. Eğitim sistemleri ne olursa olsun felsefi bir alt yapısı olmadığı takdirde sistemler uzun vadede işlevsel olması neredeyse imkânsız olur. Toplum olarak amacımızın iyi bir insan olmak için; iyi fıtrat üzerine kurulmuş bir eğitim anlayışına sahip olmamız gerekirken, ithal eğitim sistemi ile bize iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir doktor olmamız için öğretim yarışına sokulmuş bulunmaktadır. Bu yarışın acımasız bir hal almasında hem aileler hem de eğitim camiası ve özellikle belirtmek istiyorum ki özel okulların çok büyük bir payı var. Millî Eğitim Bakanlığı kendine has bir felsefe ile yola devam ederken aileler iyi bir insan yetiştirmekten ziyade sınavların ve ders notlarının yüksek olunmasına daha önem vermekteler. Ailelerin bu ihtiyaçları doğrultusunda özel okullar da eğitimi bu anlayışa göre şekillendirmeye çalışmışlardır. Özel okullarda sayısızca eğitim modelleri, eğitim metotları ve eğitim programları ile felsefeden yoksun tamamen öğretim kısmına odaklı bir sistemin içinde yer aldığını görmekteyiz. Bu metot, program ve modellerin işleyişinin felsefi alt yapısına bakılmaksızın alınıp işlenmesi yukarıda değindiğimiz Niçin? ve Ne? öğrettiğini bilinmeksizin sadece iyi bir matematik, iyi bir Türkçe öğretmekten öteye gitmeyecektir. Bazı eğitim kurumları hiçbir eğitim modeli almadan temel hedefi merkezi sınav sistemine başarı sağlayabilmek için öğretmekten ziyade başka bir çalışmaları bulunmamaktadır. Bu kurumların Talim Terbiye Kurulunun hazırlamış olduğu müfredatı dahi kullanmayarak okuldan ziyade bir kurs görevi görmekteler. Bazı özel eğitim kurumları ise ithal ettikleri eğitim modelleri içinde felsefi altyapısına bakmaksızın, müfredat içinde harmanlamayarak kullanmaları öğrencinin yeteneğini, bilgi ve becerilerini geliştirmeye yöneliktir. Yukarıda belirttiğimiz eğitim husus iyi yetenekli bilgi ve becerileri yüksek bir bireyden ziyade, iyi bir insan yetiştirmeye yöneliktir. Özellikle bu konuda hazırlanan eğitim modellerinin felsefi temelleri pedagojik ihtilali yapan J.J. Rousseau’nun ve sonrasında modern dünyanın devam ettiği pozitivist, pragmatik ve seküler bir felsefeyi referans alan modellerdir. Bu eğitim modellerinin tümü bireye kazandırmaya çalıştığı şey bireysel yetenek bilgi ve becerilerin keşfi veya kazanımıdır. Evet bireyin bilgisi becerisi ve yeteneği önemlidir ve keşfedilmelidir ancak şunu belirtmek isterim sadece bu bireysel kazanımlar veya bireysel gelişim üzerine bir eğitim modeli geliştirmek toplumsal yaşamı ve insani değerleri göz ardı etmek anlamına gelmemelidir. Birey toplumu oluştururken medeniyet kavramı toplumsal bir kazanımdır. Bu kazanımlar bizlere birlikte yaşamın ve insani değerlerin ön koşulu olan bir medeniyetin oluşması sağlanmıştır. 20. Yy. ve 21 yy. pedagojik gelişmeler daha çok bireysel gelişimi ön planda tutarak materyalist ve pozitivist bir felsefenin ürünü olarak karşımıza çıkmıştı. Bu iki felsefi kavram yaşadığımız ve tarihsel bir kazanım olarak var olduğumuz medeniyetin ürünü olmayıp, aksine bu medeniyetin temel yapı taşlarına ters olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde kullanılan başlıca okul öncesi eğitim modellerin Reggio Emilia yaklaşımı, Waldorf Yaklaşımı, Montessori Yaklaşımı, Bank Street Yaklaşımı ve High/Scope Yaklaşımıdır. Bu eğitim modelleri genellikle çocuğun yeteneğini kişisel gelişimi, zihinsel gelişimi ve sosyalleşmesini sağlamayı hedeflemiş eğitim modelleridir. Kendi içerilerinde akademik olarak başarılı olan bu modellerin felsefi yaklaşımları tamamen 20 yy. başlarında kurulmuş pozitivist pedagojik anlayışa sahiptir. Bunun yanında ülkemizde IB, Abitur, Matura ve IGCSE gibi uluslararası eğitim programları çok fazla kullanılmaktadır. Bu eğitim programlarının ontolojik, epistemolojik kavramlarının temellendirdiği düşünce tarzı materyalist bir anlayışa sahiptir. Özellikle bu programlar uluslararası arenada çok büyük bir hegemonyaya sahip olup nihilist bir fikriyatın oluşmasına sebep olan müfredata sahiplerdir. Bu programların tarihsel süreç içinde çıkışlarının sebeplerini ve savunucularının fikri yöneliş kökenleri aynıdır. Aydınlanma dönemi Avrupa’da pozitivist bir seküler anlayış tüm medeniyetlere ve daimicilik anlayışa karşı çıkarak bireyi toplum ve medeniyet önünde tasavvur etmişlerdir.

Yukarıda değindiğimiz meselenin ana temel akımı üzerine duracak olursak bir eğitim modelinin önceliği kesinlikle felsefi alt yapısı olmalı ve bu felsefi alt yapısı; insani değerler üzerinde olmalı, insanın fıtratına uygun olmalı ve toplumsal hakkaniyetin oluşmasına katkı sağlamalıdır. Bu felsefeye sahip bir eğitim sisteminin temel amacı ise insanı fıtratına uygun şekilde terbiye etmeyi ve insana iyi, doğru, güzel bir toplumsal yaşamayı ilke edeceği yolu göstermesidir. Aksi yönde eğitim çatısı altında felsefesi olmayan bir modelin öğretim bazlı işlenmesi, insana ve topluma bir fayda sağlamayacağı gibi insani değerlerin ortadan kaldırmasına da sebep olacaktır. Ülkemizde sadece öğretim odaklı eğitim anlayışının oluşması da tam olarak özgün bir felsefeye sahip bir eğitim modelimizin olmamasıdır. Varlığı tanımlayan varlığın amacını açıklayan, bilginin ne olduğunu ve ne için öğretilmesi gerektiğini bilen bir eğitim modeli, öğretimi de başarıya ulaştıracaktır. İyi bir doktordan çok insani değerlerine ve fıtratını bilen, varlığın amacını anlayan ve buna hizmet etmeye çalışan doktorlara ihtiyacımız var. Bunu oluşturacak yegâne şey ise toplumu bu doğrultuda terbiye edecek bir Eğitim anlayışına sahip olmakla geçer.

 

Aslında ülkemizde bu çalışmalar yapılmakta ve bu çalışmalar üzerine mücadele eden birçok Eğitim kurumu, eğitimcilerimiz bulunmaktadır. Okuduğum ve araştırmaya başladığım bir eğitim modelinden bahsetmek istiyorum. “Hayat ve Denge” Eğitim modeli. Bu eğitim modeli kurucusu Dr. Ömer Faruk Yelkenci beyefendinin hazırlamış ve çalışmalarını yapmış olduğu bir eğitim modelidir. Kitabını okuyup ontolojik ve epistemolojik açıklamalarına tarihsel bir dayanak sağlayarak çalışmıştır. Hayata Dokunma Dönemi, Ortak Dil Oluşturma Dönemi, Düşünme Becerileri Dönemi ve Üniversal Dönem olmak üzere 4 dönemden oluşmaktadır. Varlığı, insanı ve amacını açıklamakla beraber bu modeli eğitimdeki çalışmalarla felsefeleştirip modelleştirmiştir. Halihazırda eğitim modeli müfredat haline gelmesi halinde çok verimli bir model olacak ve özgün yerli bir model markası olmasına mâni bir durum görmüyorum. Buna benzer çalışmalar içinde olan bazı üniversiteler de bulunmaktadır. Bu çalışmalara gereken önem verilmeli ve desteklenmelidir. Konu içinde değindiğimiz üzere mesele sadece felsefi bir zemin hazırlamakta da değil. Bu felsefi alt yapıyı müfredat haline getirip kazanımlarını, etkinliklerini ve eğitim ders içeriğinde kullanmayı hedef haline getirmeyi amaçlanmalıdır. Bu amaç dışında yapılacak çalışmaların amaca uygun olmaması veya amaçlanan hedefe ulaşılmaması anlamına gelebilir. Eğitim kurumlarımızın kendi internet sitelerinde eğitim felsefemiz diye vizyonu başka misyonu başka olup kullandığı eğitim modeli ile çelişecek kadar vahim bir duruma düşürülebilir. Bu husus toplumsal olarak Eğitim kelimesinden kopuşumuzu keskinleştirecek kadar üzerinde durulması gereken elzem bir konudur. Çünkü İnsan varlığı bilip varlığın amacını anlayıp ulaşacağı yer insani fıtratıdır. Fıtrattan ayrılan insan robotlaşmış bir zihindir.

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu