Ezber Bozan Ve Rutin Dışı Bir Yaklaşım Olarak “Filistin Hükümeti Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Yönelik Anlaşma”

Gazze’deki abluka süreci uluslararası denizlerde ve Filistin’e ait olan denizdeki hukuksuz bir ambargodur. “Filistin Hükümeti Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Yönelik Anlaşma” ile İsrail zulmünün engellenebileceği ve Libya modeline uygun bir sınır yetki anlaşmasının yapılabilmesinin imkânıdır. Bu hukuki imkânın duyulmasının ardından Yunanistan, İsrail, Mısır tarafında ortaya çıkan panik bu hukuki önerinin politik ve askeri değerini ortaya koyması açısından çok değerlidir. Bu süreç Filistin’in toprak bütünlüğü yanında topraklarını genişletmesi ve Deniz Hukukundan kaynaklanan haklar sebebiyle yeni imtiyaz ve imkânlara kavuşmasına yönelik muazzam bir stratejik hamledir. Uluslararası Hukuk ve deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik hukuki ve teknik parametreler sınırımız olan tüm ülkelerle bu anlaşmayı karşılıklı olarak yapma hakkını bize ve komşularımıza vermektedir.

Savaş Sonrası Bölgesel Durum

Filistin’de savaşın kazanılmasının ardından bölgede yoğun diplomatik süreçler yaşanıyor. Savaşın Filistin Halkın tarafından kazanılarak İsrail’in püskürtülmesinin ardından bölge çoklu diplomatik hamlelerin de muhatabı olmuş durumda. Özellikle Gazze’deki İslami Hareket’in mukavemet, askeri maharet ve kapasitesi ayrıca yürüttüğü başarılı propaganda süreci bölgedeki dengeleri ciddi şekilde değiştirmiş oldu. Özellikle 12 gün süren savaşın ardından Netanyahu derin bir meşruiyet ve var oluş krizinin içine yuvarlandı ve gitti. Halen İsrail’de kabine teşekkül etmediği gibi devletin kurumsal kapasitesindeki zafiyetler, askeri zafiyetler yanında toplumsal kaos ve güçsüzlük tartışılıyor. Dar bir alandan mukavemet gösteren Hamas’ın zaferi ile İsrail’in yenilmezlik vehmi yerle bir olmuş oldu. Güçlü ve organize bir baskı karşısında İsrail’in un ufak olacağına dair çok güçlü emareler ortaya çıkmış oldu. Bu savaşın en büyük kazançlarından bir tanesi de güçlü İsrail vehminin yıkılmış olması. Bu uzun zamandır zafer hasreti çeken Müslüman toplumlar açısından oldukça değerli bir durum. Cesaret verici bu zaferin tüm İslam dünyasında yayılması etkin hazırlık, doğru ve yerinde mukavemet ve mücadele ile her türlü zulmün Allah’ın izni ile püskürtüleceğine olan inancın beslenmesi açısından değerli.

Tabii burada şunu da Filistinli kardeşlerimize ifade etmemiz gerekiyor. Askeri alanda yaşadığı kriz neticesinde İsrail’in zulmünü artıracağı aşikâr ki zaten hiç zaman kaybetmeden bıraktığı yerden devam ediyor. Burada dikkat kesilmemiz gereken nokta Hamas’ın ve Filistinli kardeşlerin zafer ve kapasitelerinin uluslararası radarlara yakalandığı ve İsrail’in mübarek topraklarda işgalci olması konusunda destek veren küresel sistem tarafından İslami Hareket’in mücadele gücünün fark edildiği gerçeğidir. Savaş boyunca Beyaz Saray’dan Tel Aviv’in tam 82 kere arandığı bilgisine ulaştık. Hatta bunlardan 8 kadarı da bizzat Netanyahu ile yapılmış görüşmeler. Askeri, politik taktikler yanında eleştiri ve öfke nöbetlerinin de buna sebep olduğunu zannediyoruz. ABD, muhibbi ve partneri İsrail’in rezil oluşunu izlerken aynı zamanda rehberlik amaçlı olarak son ana kadar pozisyonunu sürdürmüş olmalı. Tabii birde burada ABD politikası konusunda bazı noktalara dokunmak gerekiyor. Şaibeli ve antidemokratik ABD politik sistemi, küresel hedefleri ile uyumlu yeni bir hükümet tercih etti. Belirsizlikler yanında hakim paradigmayı sürdürme eğilimi içinde olan Biden hükümetinin metotlarda bazı farklılıklara gideceği, aktörlerde değişiklik yapacağı yönünde bilgiler geliyor. Şu ana kadar ki yaklaşımları da bu yönde. Özellikle yeniden vaziyet almak isteyeceği Ortadoğu’da yeni aktörler ve yeni ilişkiler üzerinden süreci götüreceği fark ediliyor. Bu da ABD’nin esastaki değişmezlerinin yanında biçimsel açıdan bazı değişimlerin olabileceğini ortaya koyuyor. Özellikle birbiri ile sert ve gergin ilişkiler içinde olan ve bölgesel sistemin kitlendiği alanlarda aktörlerin değişimi ya da aktörleri değiştirmenin imkânı ve gereği yok ise ilişkilerin yeniden tanzimi gibi bir sürecin ortaya çıkacağı görülüyor. Ortadoğu ve Arap bölgesinde bunu hisseden yapılar çoktan yeni duruma vaziyet almaya başladılar. Karşılıklı sempatik etkileşim başladı bile, geleneksel ve ısrarcı oldukları politik iddialardan vazgeçme konusunda adımlar atılmaya başlandı bile.

Savaş’ın İsrail’de Yarattığı Politik Kriz

Bölgede öncelikli olarak aceleci ve kontrolsüz adımı sebebi ile İsrail’de bir kadro değişimi kendisini çok güçlü hissettiriyor. Bu sebeple İsrail Meclis Başkanı Yariv Levin, Gelecek Var Partisi Lideri Yair Lapid ve Yamina Partisi Lideri Naftali Bennet öncülüğünde kurulacak olan koalisypn hükümetinin küresel güvenoyu verildi, şekli güven oylaması da Pazar günü yapılacak. 61 milletvekilinin güvenoyunu alırsa 2009’dan beri süren Netanyahu dönemi bitecek ki kesin gözüyle bakılıyor. Buna tam olarak şöyle bakabiliriz. İsrail’de Siyonizm kadro değiştiriyor.

Mısır; Zafer’in Sahte Kahramanı

“İnsani Diplomasi mi, Politik  Yaranma mı?

Bu süreçte bölgede aldığı taktik inisiyatifler sebebiyle en dikkat çeken ülke Mısır. Türkiye’nin Filistin seçimleri konusunda aldığı güçlü ve doğru inisiyatif karşısında atak davranarak Filistinli gruplar arasındaki kritik anlaşmanın Kahire’de imzalanmasını sağlamıştı. Savaş esnasında üstlendiği hassas rol ve savaş sonrası istihbarat diplomasisine bakıldığında Mısır kendisini aşan bir bölgesel misyon oynuyor gibi gözüküyor. Bu pozisyonunun birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum. Bu yeni oyun bölgesel oyun kurucu iradenin iradesinden çok bağımsız değil. Kaybolan itibarın yerine konulmasına ve Sisi’nin meşruiyet kazanmasına yönelik bu küresel plan da Mısır’ın hoşuna gidiyor ve plana vaziyet ediyor. İsrail’in tüm insanlığın tahammülünü aşan saldırıları karşısında aldığı vaziyet !!! ile savaşın bitişinde etkin rol oynadı. Tabi burada şunu karıştırmamak lazım. Hamas’ın sahip olduğu yüksek askeri kapasitenin Mısır’ın müsaadesi ve desteği ile mümkün olduğu gibi bazı paylaşımlar gördüm. Mısır destek görünümlü bu sürecine yeni vaziyet alıyor. Askeri kapasite ise İran başta olmak üzere yüksek bilginin transferi ve Mısır’lı askerlere ödenen yüksek miktardaki rüşvetin neticesi.

Mısır ABD koordinesindeki yeni denklemde etkin bir rol oynuyor. Katar başta diğer Arap ülkeleri de bu duruma vaziyet alarak Biden tarafından alt yapısı oluşturulan yeni denklemin içinde kalmaya çalışıyorlar. Çatışma ve gerilim olan tüm bölgelerde mutlak taraflar görüşme masasına oturtuluyor. Yemen’den Suriye’ye kadar olan tüm çatışma alanlarında son bir aydır anlaşma masaları kurulmuş durumda. Yemen’de savaşın uzun bir süre devam edeceği öngörülürken Husiler, Suud destekli yapılar, Şeyh Hamud ve İhvani unsurlar masaya davet edilmiş durumda. Bölgesel anlaşmalar tamamlatıldıktan sonra muhtemelen ana aktörler ile bir vaziyet alınacak gibi görünüyor. Ana aktörler ile yapılacak ve planlanmış toplantılar öncesi bölgesel paylaşımlar hızla yapılandırılıyor. İnşallah bölgesel tüm krizlerin içinde bir sebeple bulunmak durumunda kalan ülkemiz birimleri anlaşma masalarında yer almışlardır. Yoksa çilesi, zahmeti bize kalacak ve yeni bölgesel aktörler üzerinden denklemler kurulacak.

Katar bu süreçte oldukça dikkat çekici bir şekilde çok boyutlu bir vaziyet alıyor. Bir taraftan Arap iktidarlar ve Mısır ile çekişirken diğer taraftan Gazze sokaklarına Mısır üzerinden girerek oldukça rahat bir şekilde hareket ediyor. Hamas liderlerine ev sahipliği yaparken bu sürecin içinde de rahatlıkla konumlanıyor. Katar’ın duruşu ve bu yeni denklemdeki yeri beni ihtiyatlı bir bakışa zorluyor.

İşte tam da böyle bir bölgesel dönüşüm hikâyesinin başladığı bir dönemde İsrail vurucu ve nihai sonuç getireceğini düşündüğü hamleyi yapmıştı ki Hamas ve Filistin halkı tüm cephelerde hesapları bozdu. Eğer İsrail yalnız başına bir ülke olsaydı bu sürecin ardından yıkım süreci hızla gelirdi. Fakat diasporadaki İsrail ve İsrail var olsun diye var olduğuna inanç duyan ABD buna müsaade etmemiş oldu.

Bölgesel Yeni Denklemde Hamas

Tam da bu iklimde Filistin’li kardeşlerime ve özellikle Hamas’a bazı uyarılar yapmayı borç sayıyorum.

Ey kardeşlerim! Çok önemli bir zafer kazandınız, ama unutmayınız ki savaş İsrail orada olduğu müddetçe devam edecektir. Bu sebeple zafer söylemi ve bahtiyarlığı değerlidir, ama ihtiyat esastır.

Biz bu şiddet iklimini İsrail Filistin seçimlerini iptal etmek için gayret ettiğinde tahmin etmiş ve yazmış idik. Filistinli kuruluşlarda Filistin Seçimleri konusundaki gayretlere ve ortaya koyduğumuz yaklaşımlara değer verdiler ve teveccüh gösterdiler. Ürettiğimiz her yaklaşım değer gördü ve vücut buldu. Bu yaklaşımın devamı olarak şunu ifade etme istiyoruz. Filistin halkının bir seçime ihtiyacı var. Savaş neticesinde Abbas hükümetinin destekçilerinin de önerisi ile Hamas’a kabinede bazı bakanlıkları önereceğini tahmin ediyoruz. Siyasi miadını tamamlamış olan bir iktidarın size vereceği iktidarı paylaşma çabasını politik bir oyun olarak algılıyoruz. Halkın iktidarını ancak halk verir, seçime gidiniz ve Filistin halkının ümidini yeşerterek meşru bir hükümet olarak yolunuzu arayınız. Abbas tarafından bahşedilen Hükümet’te birkaç bakanlık yerine seçim kaybetmek evladır. Uluslararası yapılar için muhatap olunacak bir Filistin Hükümetinde bulunmak Hamas için mutlak bir zorunluluktur.

Mısır’ın savaş ve sonrası süreçte aldığı vaziyete ihtiyat içinde bakmak gerekir. Kazanılmış bir savaşın ardından İsrail esirleri adına Gazze’de gezen Mısır İstihbaratı neye ve kime hizmet ediyor. Bu insani diplomasi değil, politik bir yaranma sürecinin göstergesidir. Mısır Hamas tarafından kazanılan savaşın nimetlerinden kendisine yararlar sağlama gayretindedir, Hamas’ın diplomatik süreçlerde bu hassasiyetlere dikkat etmesi gerekir. Mısır’ın Hamas’ın varlığı, rolü ve kapasitesi konusunda sahip olduğu her bilgi uzun vadede bir tehdittir.

Hamas, savaş sonrasında Mısır tarafından kafa kola alınmaya çalışılmaktadır. Bu süreç Mısır’ın bölgesel pozisyonu yanında Hamas’ın küresel meşruiyet döngüsünün içinde eritilmesi Türkiye ve İran etkileşiminden uzaklaştırılmasına yönelik bir süreçtir.

İsrail zulmümün arttığı ve savaşın devam ettiği dönemde en yüksek düzeyde devam eden -İslam dünyası başta tüm Dünya’ya yönelik- enformasyon gayreti devam etmelidir. Özellikle Türkiye’de bu konuda nitelikli bir uluslararası enformasyon alt yapısı inşa edilmelidir.

İsrail zulmünün ortadan kaldırılmasında İslam dünyasına önemli görevler düşmektedir. Özellikle Türkiye bu konuda kritik bir yerde durmaktadır. Halkların yanında devletlerin bu konuda üstleneceği roller sonuçları getirir. Milyonluk kalabalıkların var ettiği psikolojik etki değerli olmakla birlikte bir füzenin yarattığı etki ya da bir ülkenin diplomatik tutumu daha belirleyicidir.

İsrail’i bölgede ve özellikle Kudüs’te şiddet ve terörün kaynağıdır. Kudüs Güvenlik ve Barış Gücü meselesi İİT ve BM ve BMGK gündeminde sıcak bir şekilde tutulmalıdır.

İsrail’in varlığı başta tüm zulmü kanunsuzdur. Zalim tarafından yapılan tüm zulüm uluslararası mahkemelere taşınmalıdır. Diplomatik baskıyı besleyecek en önemli imkân hukuk kararlarıdır. Gazze başta Filistin’in tüm şehirlerindeki şehitler İsrail tarafından katledilmiştir. Bu katliamlar uluslararası yargılamanın konusu olup gereği yapılmalıdır. Türkiye devlet olarak bu yargı süreçlerinde etkin hukuki ve diplomatik katkı sunmalıdır.

Gazze’de şehit olan çocukların fotoğraflarının önce Harettz ardından ise New York Times gazetelerinde manşetten basılması dikkat çekicidir. Bu psikolojik harp hamlesi bölgede yeni bir politik programın işletilmesinin işaret fişeği olarak algılanmalıdır. Biz bu savaşa taraf değildik etkisi yaratarak yeni politik etkileşim ve kanallarının oluşturulmasına yönelik planlı bir adımdır. Bu gazete haberleri de açık suç duyurusu olarak kabul edilmeli ve hukuki dosyada yerini almalıdır.

Türkiye Filistin konusunda yüksek duyarlılık içinde hareket etmektedir. Özellikle sivil toplum ve halkın; Filistin duyarlılığı oldukça yüksektir. Bu duyarlılık çok önemli bir manevi alan inşa etmektedir. Filistin konusu, sivil imkân ve kaynakları aşan devletler liginde, devlet aklı ve gücü ile takibi gereken bir konudur. Güçlü diplomasi ancak güçlü hard power unsurlar ile beslendiğinde etki yaratır.

            Filistin ve Türkiye Etkileşiminde Hassas ve Çok Boyutlu Başlıklar

  1. Etkin Diplomasi ve Operasyonel Adım

Ülkemiz Filistin konusunda gayretli bir uluslararası diplomasi ortaya koymaktadır. Bu gayret, bölgedeki terör ve İsrail zulmüne yönelik somut ve güçlü baskılayıcı adımlar ile netice verecektir. İsrail ile son dönemde artma iradesi gösteren ilişki ve etkileşim gayreti Filistin konusunda ki hassas ve kritik mesaiye halel getirebilir. Bu sebeple Filistin konusunda makuliyet ve ülkemiz talepleri yerine gelmeden bu çerçevede atılacak her adım sonuçsuz ve etkisiz bir Filistin politikası ortaya koyacaktır. Hamas’ın mütevazi askeri kapasitesinin bile maymuna çevirdiği apertheid rejim kolayca eriyecek bir haldedir. Bu sebeple diplomatik izleme ve takip beraberinde Filistin devlet ve halkının kapasite ve kaynaklarının inşasına katkı sağlamalıdır. Sivil toplum ve halkımızın yardımları bu kapasiteyi inşa etme amacına matuf olmayan insani yardımlardan ibarettir. Aslolan devlet gücü esas alınarak ve devlet eliyle yapılandır.

  1. Türkiye ve Filistin Güvenlik Anlaşması ‘ Kazanımlar ve İhtiyatlar’

Haziran’ın başında imzalanan “Türkiye ve Filistin Güvenlik Anlaşması” oldukça değerli bir anlaşmadır. İçinde kapasite artırmaya yönelik kritik ve değerli başlıklar bulunmaktadır. Bu anlaşmanın resmi Filistin Hükümeti ile yapılması ise bir teknik zorunluluktur. Fakat Abbas Hükümetinin tutarsız ve gevşek bölgesel politikaları bu anlaşmanın gerektirdiği derinlikli ilişkiyi işlevsiz bırakacaktır. Bu anlaşmanın etkin ve İsrail karşıtı güçlü bir iktidar ile büyük bir değer katacağı düşünülmelidir. Bu sebeple Hamas’ın ivedilikle bir seçim yaparak iktidar sürecindeki yerini alması ve küresel devletler liginde bir aktör olarak Filistin halkının temsilcisi sıfatına sahip olması sağlanmalıdır. Bu anlaşmada dikkat çekici nokta BM kararları ve BM mevzuatı esas alınarak yapılacak olan terörün finansmanı ve terörle mücadele konusudur. Ülkemizin terörle mücadelesinde dahi tutarlı ve makul bir vaziyet almayan küresel kuruluşların terör ve terörist tanımındaki farklılıklarının yaratacağı handikapları yönetmek oldukça zordur. PKK, PYD, YPG gibi yapılar BM tarafından terör unsuru sayılmadığı için zorluk yaşayan ülkemiz Filistin’de Hamas başta Filistin halkı tarafından teşekkül eden meşru yapılarla etkileşiminde BM kararlarını esas aldığında zorda kalacaktır.

BM, FATF gibi kuruluşlar sübjektif ve politik gerekçelerle yaptıkları tanımlarla ülkeleri zor durumda bırakmaktadırlar. Bu sebeple tüm dünyanın meşru saydığı Hamas konusunda bir alt tanım ya da metne ihtiyaç bulunmaktadır. Yoksa Gazze’ye yönelik imar, iskân ve insani yardım amaçlı olarak yapılan her türlü yardım çalışması Abbas hükümeti tarafından sorunlu bir yardım evreni olarak tanımlanacaktır. Bağlayıcı hükümler ve BM kararları esas kabul edildiğinde Abbas’ın Gazze’ye yapılan insani yardımı bile ifşa etme, kriminalize etme ihtimali ortaya çıkacaktır. Bu konu Filistin içinde mutlaka halledilmeli ve uzun vadeli çözüm olarak Filistin’de seçim yapılarak İsrail kontrolündeki meşruiyet zemini patlatılıp yok edilmelidir. Filistin seçimlerinin ardından Filistin halkının eğilimlerini yansıtan meşru Hükümete bölgesel yardımlar çok daha rahat yapılacak ve esas mutlak gündem olan, işgali ortadan kaldıracak temel çalışmalar olacaktır.

  1. Türkiye ve Filistin İletişimine Yönelik Mülahazalar

  Filistin ve Türkiye arasındaki ilişkiler emsalsiz ve benzersiz anlamlar taşımaktadır. Filistin’in geleceği ile Türkiye arasındaki ilişki politik ve kişisel mülahazaların çok üstünde anlamlar taşır. Bizler bu anlamların farkında olan Türkiye Müslümanları olarak, Filistin ve Türkiye iş birliği ve etkileşiminin ihtiyari değil, mutlak ve zaruri olduğunu her zeminde ifade etmekteyiz. Küresel Siyonizm’de bu hassas durumun farkında olarak bu bağı koparmaya yönelik bir çaba içindedir. Kopuşu sağlamaya yönelik çaba her zaman diri tutulmaya çalışılmakta ve bunun için sistemli bir mesai ortaya konmaktadır. Bir taraftan pagan ırkçı perspektif üzerinden beslenmeye çalışılan Arap, Filistin düşmanı dil, bazen de abartılı bir Yahudi muhibliği üzerinden kendini göstermektedir. 12 gün süren savaş esnasında devam eden bu karşı propaganda, savaş sonunda da kendisine bir fırsat bulmuştur.

Filistin halkı Türkiye’den haklı bir beklenti içindedir. Özellikle şiddetin arttığı dönemlerde bu beklenti ülkemizin bölgesel anlamı ve var edilen imaj ve taahhütlerin de etkisi ile yüksek bir beklenti olarak tezahür etmektedir. Bu beklentiler Filistin halkının haklı beklenti ve talepleridir. Eğer bu coğrafya ile yüksek yoğunluklu ve özellikli bir ilişkiden bahsediyor isek orada yaşanan her sürecin öncelikli muhatabı olduğumuz gerçeğine inanmalı ve gereğini yapmalıyız. Toplumumuz, Dünya Müslümanları ve insanlıkta bizim Filistin için ne anlam ifade ettiğimizi bilmektedir. Bu sebeple neye mal olursa olsun politik ve hukuki zemini inşa etmeli ve sürece olumlu etki edecek fiili durumlar oluşturmalıyız. Yüksek şiddet ve işgalin gerektirdiği ve zulmü püskürtecek etkililik içinde sonuç getirici adımlar atarak “küresel rutini” kırmak zorundayız. Filistin savaşı sonrasında Türkiye’nin diplomatik gayreti yanında toplumumuzun duyarlı tutumuna Filistin halkı ve Hamas yetkilileri minnettarlıklarını bildirmiş ve her zeminde teşekkür etmişlerdir. Belli çevreler Siyonizm’in amaçlarına hizmet edercesine Hamas’ın ve Filistin halkının ülkemiz yönetimine teşekkür etmediği İran inhisarında bir süreç yönettiği gibi sefil bir propagandaya esir olmuşlardır. Gazze Komutanı Yahya Sinvar’ın AA’ya yaptığı konuşmada Türk devletine ve halkına teşekkürü oldukça açık olarak görülmüştür. Sayın İsmail Heniyye savaştan sonra ülkemizi ziyaret etmek suretiyle milletimize şükranlarını bildirmiştir. Açık kaynaklara ve haber kanallarına henüz resmi bir görüşme yansımamıştır. Sayın Heniyye’nin Mısır öncesinde ülkemize gelmesi net bir mesajdır. Bugün itibariyle kendisinin Mısır’a diplomatik görüşmeler için geçtiği bilgisi haber kanallarına düşmüştür. Filistin halkı ile bizim ilişkimiz et ile tırnak gibidir. Filistin bizim toprağımız ve göğsümüzün içindeki kalbimizdir. Filistin algımızı örselemeye yönelik her adım batıldır, yanlış ve amaçlıdır.

(Doğu Akdeniz’de Türkiye ile anlaşma yapılması durumunda kıyıdaş ülkelerin kazançlarını gösteren harita)

  1. Hukuki Bir Adım ve Çerçeve Bir Metin Olarak “Filistin Hükümeti Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Yönelik Anlaşma”

Filistin ve Türkiye ilişkileri yoğun abluka ve işgalin gölgesinde devam etmektedir. Bunun yarattığı zorluklar neticesinde ülkemiz Filistin devleti ile ticaret başta olmak üzere tüm süreçlerinde İsrail, Mısır ve Ürdün’e mahkûm kalmaktadır. Bu savaş süreci de insani yardım ve özellikle yaralıların taşınması konusunda ki zorluklarla bunu göstermiştir. Savaşın devam ettiği günlerde bir hukuki öneri bu konudaki sınırlılıkları ortadan kaldırmak amacıyla kamuoyuna sunulmuştur. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı ve ekibi tarafından hazırlanan Türkiye ve Filistin Deniz Anlaşması konusu oldukça dikkat çekici bir metin olarak değerlidir.  İsrail baskı ve kotası sebebiyle hareket edemediğimiz bölgede Libya modeli olarak bilinen ve hukuki, meşru ve uluslararası bir metin değeri taşıyan anlaşma oldukça değerli, yerinde ve zamanında kaleme alınmış bir metindir.

Libya ile yapılan anlaşma bölgesel oyunları bozan önemli bir hamle olmuştur. Meşru hükümete sağladığı imkân ve imtiyazlar yanında bölgede Yunanistan’a sağlanan imtiyaz alanını Libya ve Türkiye lehine bozmuş oldu.

İsrail’in baskı ve zulmünden Filistin’i kurtarmanın en önemli unsularından biri Filistin devletinin kapasitesinin artırılması, devlet gücü ve değerinin uluslararası düzlemde muteber hale getirilmesidir. Bugün devam eden Gazze Ablukası Filistin devletinin güç ve kapasitesindeki zafiyetler yanında, İsrail’in her zemindeki hukuk tanımamazlığının bir sonucudur. Özellikle Gazze’deki abluka süreci uluslararası denizlerde ve Filistin’e ait olan denizdeki hukuksuz bir ambargodur. “Filistin Hükümeti Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Arasında Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Yönelik Anlaşma” ile İsrail zulmünün engellenebileceği ve Libya modeline uygun bir sınır yetki anlaşmasının yapılabilmesinin imkânı Sayın Yaycı ve ekibi tarafından kamuoyuna deklare edilmiştir. Bu hukuki imkânın duyulmasının ardından Yunanistan, İsrail, Mısır tarafında ortaya çıkan panik bu hukuki önerinin politik ve askeri değerini ortaya koyması açısından çok değerlidir. Bu süreç Filistin’in toprak bütünlüğü yanında topraklarını genişletmesi ve Deniz hukukundan kaynaklanan haklar sebebiyle yeni imtiyaz ve imkânlara kavuşmasına yönelik muazzam bir stratejik hamledir. Uluslararası Hukuk ve deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik hukuki ve teknik parametreler sınırımız olan tüm ülkelere bu anlaşmayı karşılıklı olarak yapma hakkını bize ve komşularımıza vermektedir. Doğru koordinatlar üzerinden yapılacak teknik ve hukuki bu çalışma kendisi de denizci olan Sayın Yaycı ve ekibi tarafından yapılarak kamuoyuna ve taraflara sunulmuştur. Merkez uzmanlarından Sayın Numan Aygen tarafından Milim Analiz Düşünce Kuruluşunun Web sayfasında kaleme alınan makale ise bu sürecin teknik boyutlarını şu şekilde uzun uzun ifade etmektedir.

Aygen “Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın ortaya koyduğu strateji ile birlikte oluşturduğu haritalara bakıldığında, İsrail’in daha önce yapılan deniz yetki alanları anlaşmasında Filistin’e olması gerekenden çok az bir kısmı süs payı olarak verdiği ve karadaki işgalini denizde de sürdürdüğü görülmektedir. Dolayısıyla, yapılması planlanan anlaşmalar gerçekleştirilebilirse Filistin’in Akdeniz’deki deniz yetki alanına 8510 km2 eklenirken, Türkiye’nin Mavi Vatanı’ da yaklaşık olarak 13.270 km2 artarak iki ülkenin sınırları genişlemiş olacak. Bu durumda Filistin’in kazandığı alandan dolayı, Doğu Akdeniz’de çıkarılacak gazdan ekonomik gelir elde edeceği ve Gazze’li balıkçıların hareket alanın genişleyeceği şeklinde çeşitli kazanımlar sağlayacağı ön görülmektedir. Uluslararası anlaşmalar ve kanunlarda gözetilerek hazırlanan anlaşma, Filistin’in uluslararası tanınırlığına katkı sağlayıp, reel politik açıdan da Filistin’e uluslararası desteğin gerçekleşmesini tetikleyebilir. Buna müteallik; Filistin bir devlet olarak, uluslararası alanda başka devletle kendi topraklarını genişletecek meşru bir anlaşma yapmış olacaktır. Böylelikle örnek temsil etmesi nedeniyle de sonraki süreçlerde yapılması muhtemel uluslararası anlaşmalara da kapı aralayacaktır.” şeklinde ifade etmektedir.

( Filistin’le Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması için önerilen Model)

Bu teknik hazırlık süreci bölge için yeni açılımlar ortaya koymaktadır. Sn. Yaycı ve ekibi ortaya çıkacak uluslararası eleştirilere yönelikte hazırlık yapmışlardır. Numan Aygen tarafından kaleme alınan makale de uluslararası itirazlara da cevap verilmektedir. “Anlaşmanın önünde engel olarak ileri sürülebilecek bir husus Filistin’in Birleşmiş Milletlerce tanınmadığının söylenmesi şeklinde olabilecektir. Ancak, devletlerin hak ve görevlerini belirleyen, 1993 yılında imzalanan Montevideo Devletler Sözleşmesi ve 1930’da gerçekleştirilen Cemiyet-i Akvam kararlarına göre, Filistin devlet olma şartlarının tamamına sahiptir. Bu nedenle anlaşmanın yapılması için Filistin’in Birleşmiş Milletler tarafından tanınmasına gerek kalmadığı apaçık ortadadır.

Ayrıca Türkiye’nin uluslararası tanınırlığı ve büyükelçileri olmamasına rağmen Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti ile yaptığı deniz yetki anlaşması da bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Oysaki Filistin Devleti’nin kendisine ait büyükelçileri ve pasaportu dahi bulunmasıyla birlikte, Birleşmiş Milletler gözlemci üyesi olması da anlaşmanın yapılabileceğine işaret etmektedir. Yine Tayvan’ın Birleşmiş Milletler tarafından tanınmadığı halde Amerika’yla ve Türkiye’yle yaptığı anlaşmalar da ‘’Bir devletin başka bir devletle anlaşma yapmak istediğinde BM üyesi olma şartının aranmadığını göstermektedir. Bu nedenlerle, Filistin’in tartışmasız bir şekilde devlet olduğunu ve isteyen herkesin Filistin Devleti ile anlaşma yapabileceği söylenebilir. Engeller arasında sayılabilecek bir diğer husus Filistin’in Doğu Akdeniz’de Kıyısı olmadığı şeklindeki iddialar olabilir. Filistin’in, İsrail’inde bulunduğu devletlerarası gerçekleşen Doğu Akdeniz Gaz Formunda kurucu üye olması, bölgede kıyısı olması sebebi ile istemesi halinde bu anlaşmanın imzalanabileceğinin ayrı bir göstergesidir. (Aygen Numan, https://milimanaliz.com/index.php)

Sonuç Yerine…

Siyonizm ve Küreselciler bir strateji etrafında bölgesel işgal süreçlerini sürdürmektedir. İşgal rutini içerisinde kanıksattıkları yöntemlere mahkûm ettikleri direnişleri ağır ağır eritmeyi hedeflemektedirler. İsrail’in şaşırarak karar alıp uygulamaya koyduğu nihai işgal planı hamlesi pek çok açıdan başarısızlık ve kendisi açısından zararla neticelenmiştir. Küreselci partnerleri ve özellikle ABD, yeni konjonktür yaratarak bu cendereden İsrail’i kurtarmak amacıyla bir süreç başlatmışlardır. Bu yeni süreci iyi okuyarak ve özellikle Rutin dışı sayabileceğimiz özgün, aktif ve operasyonel modeller ile küresel ve bölgesel işgaller ve özellikle Filistin topraklarındaki işgal bitirilebilir. Bu savaş ve mücadele, devlet aklını zorunlu kılan bir mücadeledir. Halkların bilinçli ve örgütlü duruşları önemli olmakla birlikte mücadele çok boyutlu konsantre devlet aklını zorunlu kılmaktadır. Sayın Cihat yaycı ve ekibinin ortaya koyduğu hukuki model ezber bozucu, rutin dışı ve etkili bir öneri olarak ülkemiz ve Filistin devleti açısından çok önemli kazanımlara imkân sağlayabilir. Bu süreci Filistin devleti açısından manipüle etmeye yönelik adımların yakında geleceğini de öngörerek,  mutabakat metnini hızla karşılıklı imza altına almak gereklidir. Bu adım çok önemli yapısal imkânlar sağlayacaktır. Filistin davasında savaş ve zafer önemli bir milat oluşturmuştur. İsrail sendelemiş ve açık vermiştir, Filistin için halklar düzeyinde yapılan çalışmalar değerli etkileri ise sınırlıdır. Artık uluslararası etki yaratacak yapısal ve hukuki alanlar oluşturulmalı ve küresel mücadele bu zemine taşınmalıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu