Karabağ: Bir Sorunun Metamorfozu

“Karabağ”, 1994 senesinden itibaren sadece Azerbaycan’ın değil Ermenistan’ın da sorununa dönüşmüştür. Azerbaycan açısından bir sorundu(r). Zira hem SSCB’nin hukuku hem de uluslararası hukuk hiçe sayılarak kendisine bağlı Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti (DKÖV) ve etrafındaki yedi şehri işgal edilmişti. Öte taraftan bir sıra başka nedenlerin yanında özellikle Karabağ meselesinin siyasi ya da askeri çözümü için Nahçivan’dan Bakü’ye davet edilen ve 1993 senesinde yapılan seçimde yüksek oy alan Haydar Aliyev’in hâkimiyetini hem meşrulaştıran hem de sorgulayan etkene dönüşmüştü. Yani Karabağ bir taraftan Azerbaycan devletinin diğer taraftan Azerbaycan iktidarının sorununa dönüşmüştü(r). Aynı sorun, Haydar Aliyev’den sonra iktidara gelen İlham Aliyev’e “miras kaldı”. Haydar Aliyev Karabağ sorununa ilişkin stratejisini “yakın vade” için planladı. Haydar Aliyev, uzak gelecekte savaşın olabileceği olasılığını göz önünde bulundurmuş olsa da yakın gelecek için sorunun çözümü için barışın anahtar olabileceği düşüncesiyle hareket etti. Elbette bunun birçok nedeni olabilir. I. Karabağ Savaşı, Azerbaycan iktidarının ders çıkarması için çok önemli veriler sunmaktaydı. Karabağ sorunundan önce çözülmesi gereken meseleler Haydar Aliyev’in masasındaydı. Öncelikle doğal zenginliklerden faydalanmanın yolları bulunmalıydı. SSCB, İttifaka dâhil olan ülkeleri birbirine bağımlı hale getirmek için parçalanmış ekonomi modelini uygulamıştı. Dolayısıyla hiçbir ülke ekonomik anlamda kendi başına ayakta duramıyordu. Haydar Aliyev, hızlı bir şekilde ülkeyi ekonomik bağımsızlığına kavuşturmaya çalıştı. 1994 Eylül ayında imzalanan petrol anlaşması ile bunun ilk adımı atıldı. Ekonomik politikalara eşzamanlı olarak ülke dâhilinde siyasi kargaşaya son verilmesi icap ediyordu. 1998 seçimlerine kadar dış ülkelerin çıkarlarına hizmet eden bölücü isimler bertaraf edildi. Aynı zamanda orduda esaslı ıslahat yapılması gerekirdi. I. Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan ordusunun en büyük zafiyeti tek merkezden idare edilememesi, deneyimli subayların azlığıydı. Haydar Aliyev sorunun çözümü için Türkiye’ye müracaat etti. TSK bu doğrultuda Azerbaycan subaylarının eğitilmesi işine destek vermeye başladı. Özetle Haydar Aliyev, ekonomi başta olmak kaydıyla siyasi ve askeri meseleleri çözüme kavuşturmaksızın Ermenistan’ın önüne “barış müzakereleri çözümsüz kalırsa savaş alternatifi de düşünülebilir” söylemiyle çıkmadı.

2003 senesinde Haydar Aliyev’in ölümünden sonra İlham Aliyev iktidar geldi. İlham Aliyev iktidarının ilk on senesinde Karabağ sorununa yönelik olarak babasının uyguladığı stratejiyi izlemeye devam etti. Şunu da belirtmemiz gerekir ki, 1994 senesinden itibaren devam eden barış masası müzakereleri Ermenistan’a kıyasla Azerbaycan’ın çıkarlarına daha fazla hizmet ediyordu. Başta Budapeşte Zirvesi (1994) olmak kaydıyla, Lizbon Zirvesi (1996) ve Strasbourg’ta (1997) yapılan barış görüşmeleri sonucunda AGİT’in Minsk Grubu Üyesi ülkeler Azerbaycan’ın Karabağ politikası lehine tezler serdetmeye başladılar. Binaen işbu görüşmeler sonucunda -onaylanmamış olsa da- daha çok Azerbaycan’ın çıkarlarına hizmet eden “taslak anlaşma metinleri” dünya kamuoyuyla paylaşıldı. Söz konusu görüşmeler sadece Azerbaycan devletinin başarısı mıydı? Yoksa bu başarıda Ermenistan devletinin de “rolü” var mıydı? Sorunun yanıtı için 1994 senesinden sonra Ermenistan’ın dâhilinde yaşanan gelişmelere bakmamız gerekir.

Ermenistan 1988 senesinde gelindiğinde DKÖV’nin Ermenistan SSC’ne birleştirilmesi gerektiği talebini ileri sürdü. Ermenistan’ın talepleri Azerbaycan SSC’nin sert tepkisi ve halen ayakta olan SSCB hukukunu ihlal etmesi gerekçesiyle resmi şekilde geri çevrildi. Bunun üzerine Ermenistan SSC’nin yönlendirmesi sonucunda DKÖV’de yaşayan Azerbaycan SSC’nin ermeni vatandaşları 10 Aralık 1991 tarihinde referanduma giderek, DKÖV’nin bağımsız devlet olması lehine oy kullandılar. Söz konusu referandumda DKÖV’nin Azerbaycanlı vatandaşları iştirak etmedi. Diğer taraftan yapılan referandum hem SSCB hem Azerbaycan SSC’nin Anayasasını ihlal etmekteydi. SSCB’nin Anayasası İttifaka “Bağımsız Cumhuriyet” şeklinde dâhil olanların İttifaktan ayrılmasına hukuki zemin tanıyordu. Bu bağlamda SSCB’ye dâhil olan “Bağımsız Cumhuriyet”lerin terkibindeki Özerk Cumhuriyetlerin bile “bağımsızlık” talepleri meşru değildi. Örneğin Tataristan, Rusya SSC’nin terkibinde Özerk Cumhuriyet olarak SSCB’ye dâhildi. SSCB’yi oluşturan eşit hukuklu Cumhuriyetlerden olmadığı için bağımsızlık talebiyle hareket etmesi hukuki zeminden yoksundu. Nitekim Tataristan dâhil birçok Özerk Cumhuriyet’in bağımsızlık talepleri Rusya SSC daha sonra Rusya Federasyonu tarafından meşru sayılmamış/kabul edilmemiştir. Dağlık Karabağ ise Özerk Cumhuriyet bile değildi, Özerk Vilayet statüsündeydi. Dolayısıyla bağımsızlık talebinin ve yaptığı referandumun hukuki zemini yoktu. DKÖV, ancak Azerbaycan SSC genelinde yapılacak referandumla Özerk Cumhuriyet ya da Bağımsız Cumhuriyet statüsü kazanabilirdi. Özetle DKÖV’nin Ermenistan SSC’ne birleşme ve akabinde bağımsızlık talepleri meşru değildi. Fakat burada konumuz açısından önemli olan husus, Ermenistan’ın 1988’de izlediği Karabağ stratejisinin, 1991 senesinde değişmiş olduğuydu.

1993 senesinin sonbaharına gelindiğinde Ermenistan, DKÖV’ni ve etrafındaki yedi şehri işgal etmişti. 10 Aralık 1991 tarihli “referandum”dan çıkan sonucun uygulanması için hiçbir engel kalmamıştı. Ancak Ermenistan’ın 1991 senesindeki hesabında yedi şehir yoktu. Savaş sürecindeki gelişmeler savaş öncesi stratejinin ön görmediği şekilde yaşanmıştı. Her ne kadar DKÖV arazisinde hiçbir devlet tarafından tanınmayan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti oluşturulmuş olsa da ister Azerbaycan tarafının isterse BM ve AGİT başta olmak kaydıyla diğer teşkilatların Karabağ sorunu muvacehesinde muhatap aldığı devlet Ermenistan’dı.

Yaranan yeni duruma ilişkin Ermenistan devletinin hızlı adımlar atması gerekirdi. Ermeni halkı zafer sarhoşluğu içerisinde olmakla birlikte dönemin Ermenistan iktidarı yaranmış yeni durumun Dağlık Karabağ’ın geleceği açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini seziyordu. DKÖV’nin etrafındaki yedi şehrin işgali Ermenilerin kendi mukadderatlarını kendilerinin halletmesi gerektiği yolundaki “olumlu imajlarını” dünya kamuoyu nezdinde ciddi anlamda gölgelemişti. 1993 senesinde BM, Güvenlik Konseyinin kabul ettiği -882, 853, 874 ve 884 sayılı- dört kararın içeriği de bunu açık bir şekilde ortaya koyuyordu. “Özgürlük savaşçıları” iki sene içerisinde işgalci konumuna düşmüştü. Ortaya çıkan yeni resmi Ermenilerin lehine dünya kamuoyuyla paylaşmak ve Karabağlı Ermenilerin mukadderatlarını teminat altına almak için Ermenistan iktidarının hızlı bir şekilde Karabağ stratejilerini yenilemesi gerekiyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan ve ekibi bu doğrultuda adımlar atmaya başladı. Yukarıda değindiğimiz Budapeşte (1994) ve Lizbon (1996) ve Strasbourg Zirveleri’nin (1997) sonunda dünya kamuoyuyla paylaşılan taslak metinlerinden Ter-Petrosyan hükümetinin yeni Karabağ stratejilerinin mahiyetini anlamak mümkündü. Ermenistan devleti, Dağlık Karabağ’ın etrafındaki yedi şehri Azerbaycan’a iade etmeye hazırdı. İşbu yedi şehirden Laçin ve Kelbecer’in nasıl iade edileceği tam netleşmemekle birlikte Yerevan resmileri barış görüşmelerinde Dağlık Karabağ’ın gelecek statüsünü Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü çerçevesinde müzakere etmeye hazır oldukları izlenimini veriyorlardı. Ancak Ter-Petrosyan hükümeti Ermenilerin -özellikle diaspora ve Karabağ Ermenilerinin- Ermenistan devletinin yeni Karabağ stratejilerine nasıl tepki vereceklerini hesaba katmamışlardı. Ermeni diasporası ve Karabağ Ermenileri DKÖV’nin etrafındaki yedi şehri en kötü ihtimalle Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığı karşılığında pazarlık aracı olarak görüyorlardı. Mamafih ilerleyen yıllarda yaşanan gelişmeler mevzu bahis yedi şehrin pazarlık aracı olmaktan da çıkarılıp 1993’den sonra “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” diye adlandırdıkları Azerbaycan topraklarını “Artsak Cumhuriyeti” diye ismini değiştirecekleri yapay ve meşru olmayan devletin arazisi kimi göstermeleriyle sonuçlanacaktı. Bu gelişmeye yol açacak sürecin ilk adımı önce Ter-Petrosyan’ın iktidardan gitmesiyle atıldı. Ermeni halkı, Ermenistan devletinin yeni Karabağ stratejisine hayır demişti. Bununla birlikte 1998 senesinde kurulan hükümette, 1993-1998 seneleri arasındaki barış görüşmelerine katılan ve Ter-Petrosyan’la aynı düşünen ekip de yer alıyordu. Başka bir deyişle Ermenistan devletinin yeni Karabağ stratejisini aynen devam ettirmek isteyen bir grup hükümette halen yer almaktaydı. Ancak 27 Ekim 1999 tarihinde silahlı bir grubun Ermenistan Parlamentosu’nu basması sonucunda söz konusu ekip öldürülerek devre dışı bırakıldı. 27 Ekim 1999 tarihinde gerçekleşen terör olayının faillerinin kimlerden emir aldığı halen aydınlatılmış değil. Olaya ilişkin birçok senaryo bulunmaktadır. Fakat olay sonrası Ermenistan devletinin Karabağ stratejisinde yaşanan gelişmeler, terörden kimlerin sorumlu olduğuna ilişkin veriler sunmaktaydı. Robert Koçaryan’ın terör olayı sonrasında oluşturduğu yeni hükümet Azerbaycan’ın devletinin önüne Dağlık Karabağ için bağımsızlık talebini koydu. Böylece Ermenistan üçüncü kez Karabağ stratejisini değiştirmekteydi. Elbette Ermenistan’ın on yıl içerisinde üç kez “fikir değişmesi” dünya kamuoyunda özellikle AGİT’in Minsk Grubu Üyelerinde olumlu izlenim bırak(a)ma(z)dı. Azerbaycan’ın, Ermenistan’ın sunduğu yeni talepleri kabul etmemesiyle birlikte barış görüşmeleri çıkmaza girdi.

1999-2016 seneleri arasında gerçekleşen barış görüşmeleri, barış görüşmesinden daha çok tarafların birbirine Karabağ’ın tarihine ilişkin sunumlarından ibaretti. Bu görüşmelerden Azerbaycan devleti giderek “dersler çıkarmaya”, barış dışındaki alternatif çözüm üzerinde düşünmeye başladı. Ermenistan tarafı ise sorunun dondurulmasının vermiş olduğu rehavetle iktifa etti. Ermenistan iktidarı dünya kamuoyunda “yaramaz çocuk” izlenimi oluşturmamak için Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanımamayı sürdürdü.

2016 senesinin Nisan ayının başlarında 4 gün devam eden çatışmalar Karabağ sorununun çözüm alternatifi olarak savaş gerçeğini gözler önüne sermiş oldu. Kanaatimizce 2016 Nisan çatışmaları, Koçaryan’dan sonra (2008) iktidara gelmiş olan Serj Sarkisyan iktidarının Azerbaycan tarafının barış dışında başka alternatifinin olup olmadığını öğrenmek/görmek için yaptığı teşebbüstü. Sarkisyan iktidarı Azerbaycan ordusunun mukavemet ve karşı hamle gücünü somut şekilde görmek ve gelecek Karabağ stratejilerini bunun sonucuna binaen geliştirme niyetindeydi. Azerbaycan ordusu “testte başarısız” olursa, Sarkisyan barış görüşmelerinden çekilecek, Artsak Cumhuriyeti’ni resmen tanıyacak, savaş çıkacak olursa da yedi şehir en kötü ihtimalle kaybedilecekti ya da bağımsızlığın tanınması karşılığında pazarlık aracı olacaktı. Ancak Azerbaycan ordusu “testte başarılı” oldu. Bir sıra stratejik yükseklik ve köyler işgalden kurtarıldı. En önemli olan husussa Ermenistan ordusunun “geçilmez” diye niteledikleri Ohanyan Hattı birkaç saat içerisinde Azerbaycan askeri tarafından aşıldı… Nisan çatışmaları Sarkisyan iktidarının sonunu hazırladı. Kendisinin başlattığı ve dört gün devam eden savaş başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Maddi kayıplardan ve Ermenistan ordusunun imajının kötü etkilenmesinden sorumlu tutuldu. 2018 senesinde Ermenistan’da iktidar devrildi ve Nikol Paşinyan başbakan koltuğuna oturdu. Paşinyan iktidara gelir gelmez Ermenistan tarafının barış masasını devirmekle suçlanmaması için olumlu mesajlar vermeye başladı. Ancak dünya genelinde sağ eğilimli/milliyetçi iktidarların yükselişe geçmesi, Azerbaycan ekonomisinin esas gelir kaynağı olan petrol fiyatlarının düşmesi, Azerbaycan dâhilinde İlham Aliyev’e yönelik muhalif seslerin çoğalması, Batı’nın yolsuzluk, özgürlüklerin kısıtlanması vs. konularda Aliyev iktidarına yönelik giderek artan ithamları Paşinyan’ın yeni bir Karabağ stratejisi benimsemesine (daha doğrusu kendisinden önceki Koçaryan-Sarkisyan’ın izlediği Karabağ stratejisini daha da radikalleştirmesine) yol açtı. Kendisini “devrimle” iktidar olmuş, batıcı değerleri ön plana çıkaran, Batı’ya iyi gözükmek için Rusya’ya karşı tavır almış bir demokrat olarak sunuyordu. Evet, artık Karabağ’ı, “Artsak”ı bağımsız devlet olarak tanıma zamanı gelmişti. Yapması gereken tek bir şey kalıyordu. Savaşı başlatmak, ilave topraklar alarak “Artsak”ın güvenliğini temin etmek. Böylece Paşinyan’la birlikte Ermenistan’ın Karabağ stratejisinde dördüncü kez bir değişme yaşanıyordu.

Azerbaycan iktidarı ise Paşinyan’ın yeni Karabağ stratejisine önce diplomatik kanallar vasıtasıyla sert şekilde tepkiler verdi. Paşinyan hükümetini provokasyonlara derhal son vermeye çağırarak, barışın bir alternatif olarak mevcut olduğuna dikkat çekti. Ancak Paşinyan hükümeti geri adım atmadı ve Karabağ sorununun çözümünde barışın rolünü sıfırladı.

Artık savaş başlamıştı. 44 günlük savaş, 10 Kasım 2020 tarihinde Üç Taraflı Anlaşmayla son buldu. İşgal altında olan 7 şehir ve eski DKÖV’nin %30’luk kısmı Azerbaycan’ın doğrudan nezareti altına geçti. Eski DKÖV’nin %70’lik kısmınaysa Rus Barış Gücü yerleştirildi.

Rus Barış Gücü’nün nezareti altında olan bölgede 50 bini aşkın ermeni yaşamlarına devam ediyor. Karabağ sorunu bitti mi? Evet, sorunun eski formu bitti ama farklı forma bürünerek metastaz yaptı. İlham Aliyev 44 günlük savaş sürecindeki konuşmalarından birinde “biz daha önce Dağlık Karabağ için Ermenistan tarafına, Azerbaycan’a bağlı yüksek özerklik statüsünü teklif etmiştik, ama onlar kabul etmediler. Artık öyle bir statü de söz konusu değil. Dağlık Karabağ’ın statüsü diye bir mesele kalmamıştır” dedi. Aslında İlham Aliyev’in işbu söylemi Azerbaycan devletinin 10 Kasım 2020 sonrası Karabağ stratejisinin mahiyetinden haber vermekteydi. 1994-2020 senelerinde Azerbaycan devletinin Karabağ stratejisi üç aşağı beş yukarı aynı ilkelerle belirlendi. Özetle, Azerbaycan işgal altındaki yedi şehrinin iade edilmesini talep binaen Dağlık Karabağ’a Azerbaycan’a bağlı yüksek özerklik statüsü teklif etti. Buna karşın Ermenistan devletinin Karabağ stratejisi 1994-2020 seneleri arasında dört kez değişime uğradı. Ve gelinen nokta itibariyle her iki taraf da Karabağ stratejilerini değiştirmiş/dönüştürmüş durumdadır. Azerbaycan, Rus Barış Gücü’nün beş yıl nezareti altında olan/olacak eski DKÖV’nin %70’lik arazisi için herhangi bir özerklik statüsü vermeyeceğini bildiriyor. Ermenistan tarafı ise söz konusu arazi için Azerbaycan’a bağlı yüksek özerklik statüsü talep etmektedir.

Anlaşma üzerinden dört ayı aşkın süre geçiyor. Her iki taraf da şimdilik yaralarını sarıyor. Azerbaycan işgal altından kurtardığı şehir, kasaba ve köylerini yeniden ihya etmeye başlamış, şehit ve gazi ailelerinin sorunlarıyla ilgileniyor. Ermenistan ise iç sorunlarıyla başı dertte gözüküyor. Can kayıplarından öte, ordusunun yıkılan imajı, şehit ve gazi ailelerinin dertleri, savaşın ülkeye vurmuş olduğu maddi zararlar önümüzdeki yıllarda Paşinyan hükümetini ciddi anlamda uğraştıracak meselelerden bazılarıdır. Erken seçim olmasa bile bir sonraki seçimde Paşinyan’ın tekrar seçilmesi olası gözükmüyor. Kanaatimizce önümüzdeki beş sene her iki taraf bu gibi sorunlarla meşgul olacaktır.

Sorumuza tekrar geri dönelim. Karabağ sorunu çözüldü mü? Sorunun eski hali çözüldü. Ancak -özellikle Ermenistan açısından- sorun yeni bir hal aldı. Ermenistan Dağlık Karabağ için yüksek özerklik talep ediyor, Azerbaycan ise herhangi bir statünün söz konusu olmadığını/olmayacağını bildiriyor.

 26 sene zarfında Azerbaycan’ın Karabağ stratejisi anahatlarıyla hiç değişmedi. Devlet olmak, bunu icap ediyor. Ermenistan ise bu süre zarfında dört kez Karabağ stratejisini değiştirdi. Tam olarak bu nedenden dolayı 44 günlük savaş başlamadan önce Ermenistan “savaşı” kaybetmişti.

Konuyu ele almaya devam edeceğiz…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu