Ülkemizin Diaspora Yönetiminde Sistem ve Vizyon Sorunu Bağlamında Mısır, Suriye, Filistin Örneği

Ülkemiz Cumhuriyet tarihimizin en büyük göç dalgasına maruz kalmış durumda. Arap baharı sonrası gerçekleşen karşı darbeler, iç savaşlar ve istikrarsızlıklar neticesinde bölgemizde büyük göç hareketliliği yaşanmaktadır. Bu hareketlilik onlarca milyon insanın yer değiştirmesi, açlık, yoksulluk, demografik değişim ve hatta siyasal değişim gibi sonuçları doğurmuştur. Bölgemizde yaşanan bu göç hareketlerinde en çok etkilenen ülke olmuştur.

Göç bir yönüyle istikrarsızlık, bir yönüyle insani krizler içermekle beraber devletler için diplomatik, siyasi, kültürel ve sosyolojik açıdan büyük imkanlar doğurmaktadır. Göçün doğru yönetimi, göçle beraber gelen insan kaynağının, kültürel gücün, politik imkanların doğru yönetimidir. Türkiye yaklaşık on yıldır milyonlarca insana ev sahipliği yapıyor. Bu süreçte göçün doğru yönetimi yapılabilseydi, bugüne kadar göç edebiyatı, göç diplomasisi ve göçün yetişmiş insan kaynağı ülkemizin milli değerlerine dönüşmüş olurdu.

Arap baharı sonrası gerçekleşen göçün özelinde, başat rol ülkelerinin diasporalarını ve akabinde genel göç ve diaspora yönetimine dair tespitleri yazmaya çalışacağım.

Mısır Diasporası ve İhvan

Her gününe bir not düştüğümüz Mursi, hapiste rejime ve darbeye, hatta modern insanın tüm çöküşlerine meydan okuyarak şehid oldu. Zamana ve mekânı aşkın irfan ve hikmetiyle bir cihad öğretmenliği yapan M. Mehdi Akif yine büyük bir meydan okumayla Rabbine kavuştu. Rabia meydanının aziz şehitleri ve Mısır özlemiyle yaşayan diasporada İhvan. Bizler ne ihvanı ne şehitleri ne de mücadelelerini unutmuş ya da unutacak değiliz. Dünyada mazlumlar ve tüm insanlık için adil bir dünya düzeni kurulana kadar da hatırlanacaktır.

Mısır’da yapılan askeri darbeden beri İhvan hareketinin birçok çalışma, kuruluş ve faaliyetlerini yakından takip etme imkânı buldum. İlk zamanlar oldukça heyecanlı, hareketli, yapılanmaların hızla yürüdüğü, toplantılar, konferanslar, görüşmeler kısacası her şey hızla bir akış kazanmıştı ve hemen her gün bir çalışma ve programımız oluyordu. Gidişat güçlü bir diaspora oluşumu ve dışarıdan Mısır’a tesir edecek ve İhvan lehine yeniden bir değişim rüzgârı oluşacaktı. Doğrusu eksiklere, acemiliklere ve bazen ilgisizliklere rağmen umut verici bir çalışma görünüyordu.

Türkiye’de 70’li yılların başından beri İslamcı nesiller ihvan menheci ile ilgilenmiş, tercümeler yapılmış, kitapları okunmuştur. Bu alt yapı ihvan mensuplarına Türkiye’de bir sosyolojik taban ve hareket kabiliyeti sunuyordu. İhvan Hareketinin Anadolu’da örgütsel karşılığı yoktur fakat fikri karşılığı oldukça güçlüdür. Hatta öyle ki; İhvan denildiğinde Milli Görüş Hareketi akla gelirdi fakat bir çok irili ufaklı İslami fikir gurupları da bu kapsama girmektedir. Bu durum ihvan için birçok kapıyı açıyor, kolaylıklar sunuyordu. Bir Hareket eğer dikey hareketliliğini, dikey büyüme ve yapılanmasını kaybedip yatay genişleme başlamışsa durağanlaşma ve kadroların yenilenmesi ve ilerlemesi sorunu başlamıştır. Fikri olarak bir hareket mensuplarını doyuramıyor, hareketin söylem, faaliyet ve fikri açılımları karşılaşılan olay, durum ve gelişmeleri taşıyamıyorsa durağanlık hızlanıyor ve içeride kendi kendini ören bir girdap oluşuyordur. İşte İhvan Türkiye’de ve dünyada son iki, üç yılda bu süreci yaşıyor. Peki bu sürece nasıl gelindi.

İhvan Hareketi asırlık bir çınar gibi yaşadığı onlarca darbeye direnmiş, hapisler ve idamlar görmüş ve bunların hiçbirine boyun eğmemiş bir harekettir. Zira her mensubu hapis ve şehadeti bilerek yetişir ve bu şuur ihvanın dava şuurunu oluşturur. Fakat bu sefer Mısır ihvanı bir başka tecrübe ile karşı karşıya kalmıştı. Diaspora, Siyasal Mücadele, Medya, sanallık, post-modern akış ve modernleşme işte ihvanın yeni sorunları ve bu sorunlar yumağında istikbali merakla bekleyen milyonlarca İhvan mensubu.

Şunu açıkça ifade edeyim ki durum oldukça ciddidir. İhvan daha önce yaşadığı ve tecrübe ettiği zorluklardan farklı bir zorlukla karşı karşıya bırakılmıştır. Batılı sermaye, küreseller, medya patronları ve bölünme. Evet ihvan yenilikçi ve gelenekçi olarak ikiye bölünme sürecinde ve gençler dışarıya açık, para ve güç desteği alabiliyor ve mensuplara bir çıkış ve çözüm öneriyorlar. Yaşlılar dava, cihad, şuur ekseninden ayrılmadan kendi sermayeleriyle bu süreci aşmanın yolunu arıyor ve mensuplarına sabır telkin ediyor fakat bir çıkış yolu, bir proje veya bir yol haritası sunamıyorlar. Öyle ki siyasal geleceğe dair hiçbir çalışma dahi yapmıyorlar. Bu durum iki tarafı da işlevsiz kılıyor. İhvan mensupları ile hareket arasında her gün mesafe artıyor kopuş büyüyor. Bütün bunların yanı sıra şimdi çok daha güncel olarak üçüncü bir inisiyatif ortaya çıkıyor ve yepyeni bir ihvan kurma çalışmaları başlıyor. Bu durum genel olarak dünya genelinde ihvan hareketinin bölünmesi, bir güç olmaktan çıkması demektir. İşte ayrılmanın kodları burada, mensuplar hem çözüm hem dava şuuru istiyor ve tercih imkânsız hale geliyor. Bu durumda İhvan hareket kabiliyetini kaybediyor, durağanlaşıyor ve mensuplar yorgunlaşıyor. Aslında biz bu krize de uzak değiliz zira bu süreç Türkiye’de İslami Hareketin tecrübe ettiği bir süreç ve bu tecrübe tekrar yaşanmamalı. İçinde bulunduğumuz krizler ve sorunlar genel olarak nedir diye kısaca şöyle ifade edeyim;

İhvan yaklaşık altı yıldır Türkiye’de ve Mısır dışında bir geri dönüş planı ya da bir diaspora yönetimi planı oluşturamamıştır. Bu süre uzadıkça Mısır ile uzaklaşmakta ve hareket yerini fertlere bırakmaktadır. Bu durum Mısırda İsrail, Sisi ve ABD planlarını rahatlatmaktadır.

Türkiye’de Mısır gündemden düşmüş, Hükümet diaspora kurma ve bunu bir dış politika gücüne dönüştürmede ortaya bir kabiliyet, politika ve strateji koymayı başaramamıştır. Muhatap ve ilişki sorunları dahi aşılamamıştır.

Mısır’da ekonomin kötüye gidip devletin buna dayanamayıp Sisi’nin yıkılacağını beklemek bir politika ve strateji değildir. Suudi Arabistan, BAE, ABD ve İsrail bölgede Mısır’ı istiyor ve gereğini yapmaya devam edeceklerdir.

Türkiye Mısır ile mutlaka diplomatik ilişkiler kurmalı, ilişkileri normalleştirmeli ve İhvan ile bu süreci daha uzun bir gelecek programı çerçevesinde yapmalıdır. Mısır ile ilişkilerin zayıflığından dolayı ihvana ve Mısır’da yaşanan insan hakları ihlallerine hiçbir müdahale yapılamamaktadır.

Türkiye’de İhvan’a desteğin yeme, içme, vatandaşlık, iş, gibi basit argümanlarla yürütülmesi hiçbir planın olmadığını gösterir ve bu süreç böyle devam ettirilemez. Hatta tüm siyasilere Türkiye vatandaşlığı verilmesi oldukça büyük bir stratejik ve siyasi hatadır. Dünyada böylesine yaygın bir örgütlenme gücüne sahip bir hareketin politik varlığını, insan kaynağını bölgesel bir güç olma iddiasında olan ülkemizin önemli bir gücüne dönüştürebilmek gerekirdi.

Dünyada hiçbir büyük güç bu fırsatı kaçırmaz, lobi ve diaspora yönetimi modern dış politikanın en önemli ayağıdır.  Bugün hala Suriye’de masadaysak kamplarda insanlık adına destek olduğumuz birkaç milyon Suriyelinin ülkemizdeki varlığıdır. Fransa bizimle ilgili hala etkili bir aktörse ülkesinde yaşayan Ermeni varlığını iyi yönetmesindendir. Almanya Milyonlarca Türkiyelinin yaşamasına rağmen Ülkemize karşı pervasız oluşu bizim Türkiyeli varlığını yetirince iyi yönetmememizdendir. Kaldı ki İhvan bizim için hem siyasi hem inancımız gereği ciddiyetle yardım etmemiz, destek olmamız gereken bir topluluktur. İhvan demek 22 ülkede siyasi bir gücü ülkemizde muhafaza ederek bölgesel bir güç olmaktır.

İngiltere bir kısım körfez sermayesi aracılığı ile Türkiye’de İhvanı bölecek kadar etkili rol alırken bizzat ülkemizde var olan toplulukların gücünü yönetemiyoruz, samimiyet ve iyi niyetle gidişatı aktarmaya çalıştım ve en azından şunlar yapılmalı diyeceğimiz birkaç konuyu da ifade etmek isterim.

İhvan içerisinde ve devlet içerisinde muhatapların ve süreci yürütücülerin net olması ve her Arapça bilen siyasinin rol kapmasının politika belirlemesinin önüne geçilmelidir. Her Arapça bilen Orta Doğuda siyaseti ve uluslararası ilişkileri bilir demek değildir.

İhvan adına üç yıl ya da beş yıl ya da on veya yirmi yıl sonra bir Mısır’a geri dönüş planı varsa bu plan tüm adımlarıyla çalışılmalı, Mısır’da ve bölgede gerekli medya, siyaset, diplomatik girişimler oluşturulmalıdır. Hatta Mısır Hükümeti ile bu süreç konuşulacak noktaya gelinmelidir. Mısır’da inisiyatifi ve iletişimi kaybetmek Filistin, Sina, Doğu Akdeniz, Libya ve İsrail politikalarında bölgedeki tüm inisiyatifi kaybetmek demektir.

Eğer mevcut kadroların Mısır’a geri dönüşü mümkün değilse- ki bana göre mümkündür bunun için diplomatik kanalların açılması gerekmektedir- burada diasporanın güçlendirilmesi, kurumlarının oluşması ve mısırda yeniden oluşacak mücadele kuşaklarına bir istikbal oluşturulmalıdır. Medya, ekonomi, bölgesel siyaset gibi alanlarda diaspora desteklenmelidir. Fakat bu süreç Türkiye’nin Mısır ile resmi ve diplomatik ilişkilerini etkilemeyecek kabiliyette inşa edilmelidir.

Türkiye hangi denklem olursa olsun bölgede Filistin politikası, Bölgesel güç olma ve Küresel bir ekonomiye dönüşme hedefleri çerçevesinde mutlaka Mısır ile ilişkileri normalleştirmenin şartlarını oluşturmalıdır.

Bölgede Türkiye, Mısır ve İran ortak ilişki denklemi kurulmadan ortak aklın bölgesel hakimiyeti imkânsız olmaktadır. Suud-İran, Türkiye-Mısır, çatışması bölgeyi emperyalistlerin kontrolüne bırakıyor bu çatışma oyunundan kurtulmak zorundayız.

İhvan hareketinin bölünmesine, Mısır’ın gündemden düşmesine, Sina’nın işgal edilmesine, buna bağlı olarak Hamas’ın yerelliğini ve milliliğini kaybedip manipüle edilmesine izin vermemeliyiz. İhvan Hareketi bölgede İslami hareketlerin Siyasi çözüm arayışları, siyasal sistem ve Küresel siyonizmin anlaşılması açısından önemli bir rol üstlenmiş ve model olabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Milli Görüşün başarışı İslam dünyasına bu konuda öncülük etmişti ihvanın başarısı İslam dünyasında bu süreci en fazla destekleyecek pekiştirmedir. Eğer bir başarısızlık hikayesi doğarsa İslam dünyası küçük örgütlenmelerin, Manipüle edilmiş gurupların küçük planlarının ötesine geçemeyecektir.

İhvan büyük bir harekettir. Zamanla bu sorunları aşacağına ve kendisine inanan Müslüman toplumu yeniden geleceğe kazandıracağına inanıyorum. En azından umut ediyorum.

 

Suriye Diasporası ve Göç Yönetimi

Suriye Arap Baharının en ağır bedelini ödeyen ülkelerden biri. Arap Baharının sonuçları açısından Ülkemize de en etki edici sonuçlara sahip ülkedir. Hem komşu oluşu hem göç hareketinin büyük oranda Türkiye tarafına yapılması Türkiye-Suriye ilişkisini ve göçü ayrıca önemli kılıyor.

Suriye’den Türkiye’ye yapılan göçün Libya, Mısır gibi ülkelerden farklı birçok yönü var.  Mısır ve Libya gibi ülkelerden ülkemize toplu göçler, halkların genel bir göçü değil, daha çok siyasi, iş dünyası, diplomat ve siyasi sığınmacı kapsamlı göçlerdir. Fakat Suriye göçü toplumun her kesimini kapsayan düzensiz bir göçtür. Ayrıca diğer ülkelerin zamanla geri dönüşleri mümkün iken Suriye toplumunun çok uzun yıllar kalması muhtemel ve gelecekte Suriye’nin tüm sorunları çözülse dahi ciddi bir nüfusun ülkemizde kalması kaçınılmaz olarak ortadadır.

Suriye meselesinin siyasi, İnsani, güvenlik, sosyolojik ve ekonomik boyutları var. Ülkemizin hemen her kurumu meselenin İnsani ve Güvenlik boyutunu öncelemektedir. Fakat sürecin sürdürülebilir, yönetilebilir ve yakın gelecekte kriz olmaktan çıkmasını sağlayıcı en önemli boyut Siyasi, Ekonomik ve sosyolojik boyutuyla meseleyi bütüncül bir yaklaşımla ele almak gerekmektedir. Zira meselenin insanı boyutları acil kriz yönetimi olarak sürdürülemez ekonomik olarak herkesi yaşayabilir hale getirmek gerekir. Yine güvenlik konusu da bu şekliyle bölge sürekli güvenlik sorunları doğurmaya açık halde bulunmaktadır. Güvenlik konusunun sorun olmaktan çıkması için mutlaka meselenin siyasi boyutu ciddiyetle ele alınmak durumdadır.

Ülkemizin Suriye’nin kuzeyine Terörü sonlandırmak ve İstikrarı sağlamak için yapmış olduğu askeri operasyonlar bölgede hem güvenlik hem de siyasi istikrar oluşturmaya doğru bir zemin oluşturmuştur. Ayrıca operasyonlar sonrası insani kriz de daha yönetilebilir bir hal almıştır. Bu bağlamda Suriye’nin kuzeyi bütün bu olayların akabinde üç farklı modele doğru evirilmektedir. Fakat son kertede hangi modelin öne çıkacağını uluslararası dengeler ve zaman belirleyecek. Bu muhtemel modeller, Kıbrıs modeli, Kuzey Irak Modeli ve Suriye Bütünlüğü içerisinde siyasi ve etnik bölünme (Lübnan) Modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumlar bize gösteriyor ki Suriye konusu gerçekten ince bir siyasi işçilik, bütüncül bir bakış ve çok yönlü bir yönetim anlayışı gerektiriyor.

Tam da bu noktada diaspora yönetimi konusu devreye giriyor. Bir Ülkeyi en iyi o ülkenin halkı tanır, en sağlıklı sosyolojiyi o millet kendi değerleriyle inşa eder, en istikrarlı siyaset yine halkın kendisi oluşturur. En nihayetinde güvenlik de yine halkların özgürlüğü, ülkelerinde istikrar istemesiyle sağlanır. O halde Suriye sorununu çözebilecek en önemli güç yine Suriye halkıdır.

Yukarıda bahsettiğimiz hususlar bağlamında Ülkemizin Suriye politikaları ve özelde Diaspora yönetimi konusunda yapılan bazı uygulamaları ifade etmek gerekmektedir.

Ülkemizin bugün tüm uluslararası platformlarda elini ve sözünü güçlü güçlü kılan şey yürüttüğü insani politika ve terörle mücadelesidir. Fakat ülkemizin bu gayretini geleceğe taşıyacak, Suriye halkının geleceğini temin edecek ve ülkemizin diplomatik, askeri ve siyasi başarışını muhkemleştirecek çalışmaları ıskalamadan bütüncül bir süreç yönetmektir.

Suriye iç savaşı ve göç on yıla yaklaşmışken henüz bir göç politikası çerçevesi ve gelecek vizyonu oluşmuş değil. Suriye’den onlarca bilim insanı, edip, şair, yazar, mütefekkir, alim, asker ve tüccar ülkemizde yaşamaktadır. Birçoğu ilgisizlik veya katkı sunamamaktan muzdarip olarak farklı ülkelere gitmekte ya da gitmenin yollarını aramaktadır. Halbuki ilmi çalışmalara katkı sunmaları sağlanabilirdi. Hem Üniversiteler hem YÖK bu konuda çok katı davranmakla beraber değişen dünya şartları ve Ülkemizin büyüyen vizyonuna uyum sağlayamadılar.  Bu kadar yıl içerisinde bir göç edebiyatı oluşmadı. Göç şiiri, göç hikayesi, göç müziği oluşturulamadı. Bu kadar yıl içerisinde mesele milliyetçilik tartışmaları içerisinden çıkarılamadı. Oysa göçün doğru ve etkin yönetilmesi bölgede siyasi ve kültürel olarak lider olmanın en önemli araçlarından biriydi. Göç nüfusunun büyük ölçüde gençlerden oluşması hem üretimde hem de eğitim de bölgesel bir aktör olmanın yolunu açabilirdi. Fakat ne MEB ne Türkiye Maarif Vakfı ne de Yunus Emre Enstitüsü Suriye’de eğitim ve kültür politikası vizyonu belirleyemedi. Kültür bakanlığımız Göçün kültürel boyutunu kuşatıcı bir vizyon ortaya koyamadı. Hem katı bir rejimin uzun yıllar süren yönetimi hem iç savaşın etkilerini en aza indirerek toplumsal kaynaşma ya da asimile etmeksizin, batı tipi entegrasyonu içermeyen bir yeni Türkiye modeli uyum vizyonu çerçevesi ortaya konulamadı. Bütün bu büyük devlet ufku milliyetçi yükselişe kurban edildi. Böylece hem Suriye’nin geleceği belirsizleşti hem de Ülkemizin bölgede lider olma çabaları baltalanmış oldu.

Siyasi olarak yönetilen süreç te birçok krizi içerisinde barındırmaktadır. Suriye Geçiş Hükümeti, Özgür Suriye Ordusu, Mahalli Meclisler her biri birer sorun yumağına dönüşmektedir. Dünyaya tanıtmak ve Uluslararası arenada diplomatik karşılığını oluşturmak suretiyle güçlendirmemiz gereken Geçiş Hükümeti sınır Valimizden emir alan yerel yönetimler ve kurumlara hiçbir etkisi olmayan ve her geçen gün zayıflayan bir unsur olmaktadır. Yerel Meclisler de bir benzeri süreci yaşamaktadır. Nusayri azınlıktan Türkmen azınlık yönetimine doğru ilerleyen bölge yeni toplumsal düşmanlar edinmeye aday ve bu ülkemizin güvenliği için oldukça tehlikeli bir süreç. Bölgenin kendi halkı, Afrin ve çevresinin Kürtleri ve Guta, Duma bölgesinden gelen Araplar hiçe sayılarak bir sosyoloji yönetimi yapılamaz. Zira bu durum gelecekte yeni sorunlara yeni istikrarsızlıklara sebep olabilir. Son bir iki yıldır kısmen müdahale edilen bu yanlışlık daha fazla sürdürülmemelidir. Çünkü zayıf yönetim, zayıf geçiş hükümeti birçok yeni oluşama, alternatif hükümete veya alternatif inisiyatiflere imkân tanımaktadır. Bu durum ise istikrarsızlık ve ihtilafları derinleştirmektedir.

Türkiye’nin bölge liderliği, etkin bir dünya siyaseti ve İnsanlık krizlerini çözecek bir güce dönüşmesinin en büyük aracı göçün etkin yönetiminden geçmektedir. Tarih boyunca göçü yöneten devletler tarihi yönetmiştir. Ülkemiz bugün göçü yönetme imkânı yakalamıştır. Bu alanda yapılacak birçok çalışma için geç kalınmış değil umut ediyoruz ki zamanla bu çalışmaları yaparız.

Türkiye’de Yaşayan Filistin halkı

Filistin ve özelde Kudüs meselesi Türkiye halkının genel olarak büyük çoğunlukla hassas olduğu ve halkın genel olarak sahiplendiği bir meseledir. Bu sahipleniş Türkiye’de yaşayan Filistin halkını rahatlatan ve uyumu kolaylaştıran bir konudur. Türkiye’de en derli toplu diaspora Filistin diasporası diyebiliriz. Siyasi hedeflerine odaklı, muhataplık ve temsil bölüşümü yapılmış ve görünür olmak yerine sistemli olmayı önceleyen bir topluluk. Filistin diasporası Siyaset, halkla ilişkiler ve insani yardım odaklı bir varlık göstermektedir. Elbette sistemli oluşlarının en belirleyici sebebi yüz yıla yaklaşan diaspora tecrübesi ve Kudüs, Mescid-i Aksa ve Filistin topraklarına dair taşıdıkları misyon.

Türkiye’de iki farklı taraf veya iki farklı Filistin Diasporası var diyebiliriz. Bunlardan birincisi ve Ülkemizde yaşayan Filistin Halkının büyük çoğunluğunu temsil eden HAMAS taraftarı Filistinliler, diğeri ise Ramallah Hükumetini temsil eden Büyükelçi ve etrafındaki El-Fetih yanlısı çok küçük bir topluluk. Her iki tarafta hem ülkemizle hem kendi aralarında düzenli ve olumlu ilişkiler yönetmektedir. Bu durum da yine Filistin diasporasına has bir durumdur.

Filistin meselesinin uluslararası boyutu ve hassasiyeti gereği Ülkemizde devletin tüm ilgili kurumları ile Filistin halkını temsil eden kuruluşlar arasında oldukça yoğun ve düzenli bir iletişim bulunmaktadır. Bu iletişim ülkemizin bölgesel çıkarları, Filistin meselesindeki hassasiyeti ve uluslararası arenada elini güçlendiren bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD, İsrail, İngiltere ve Rusya başta olmak üzere normalleşme gündemiyle beraber birçok Arap ülkesinin de önemli bir gündemi olan Filistin konusunda Ülkemizde bulunan Filistinli yetkililer, çok önemli hareketlerin temsilcileri ve yine çok etkin kuruluşların liderleri, ülkemiz için önemli bir rol belirlemekte ve ülkemizin bölgesel ve uluslararası siyasetine oldukça önemli katkı sunmaktadır.

Dünyanın doğudan batıya, kuzeyden güneye hemen her ülkesinde inanç, siyaset, tarihi misyon veya ideolojik bağı bulunan Filistin konusunda, Filistinli birçok lider ve kurumun ülkemizde varlığını sürdürmesi ülkemizin uluslararası gücüne katkı sağlamakta ve ülkemize çok önemli bir misyon yüklemektedir. Fakat bütün bu olumlu durumlara rağmen göç yönetimi konusunda diğer ülke vatandaşlarının yaşadığı benzeri sorunları Filistin diasporası da yaşamaktadır. Halbuki bu kadar derli toplu, düzenli ve iç disipline sahip bir diaspora ülkemize siyasal, ekonomik ve kültürel katkı sunmalıydı. Fakat hala temel seviyede sorunlarla uğraşıyoruz. Hala önemli liderlerin, alimlerin ve siyasi şahsiyetlerin oturum, vize, ulaşım gibi basit sorunlarıyla boğuşuluyor. Ülkemizde siyasi vizyon ile bürokratik vizyon arasında büyük tutarsızlıklar ve yaklaşım farklılıkları bulunmaktadır. Lübnan, Ürdün ve Suriye’de yaşayan Filistinlilerin hala bir kimliği yok ve bunlar bulundukları ülkelerin ellerine verdiği basit bir evrakla yaşıyorlar. Bunlar ülkemize geldiğinde ne Lübnanlı ne de Filistinli muamelesi görüyor. Henüz etrafımızda yaşanan göçün mahiyeti, kimliği, önemi ve gücünün farkında değiliz. Ülkemize yaşan bu insani ve siyasi göç ülkemiz için gelecek yüzyılı inşa etme, yeniden insanlığın taşıyıcı medeniyetini kurma ve hatta yeniden varlıkta ve bilgide bütünlüğü kurarak yeni bir dünya kurma imkanı vermektedir.

Bu devasa imkanları, tarihi fırsatı, insanlık tarihini etkileyecek süreci bürokratik uygulamalara kurban etmek üzereyiz. Halbuki tarihte olduğu gibi göçü yeni bir dünya kuracak bir ufukla yönetmek zorundayız.

Bu ufukla göç yönetimi için en azından şunlar yapılmalı diyebileceğimiz konuları kısaca ifade etmeye çalışacağım.

Göç yönetimi, stratejik olarak mantık dönüşümü yaşamalı ve kriz yönetiminden, stratejik yönetime, kültür ve siyaset yönetiminin bir parçasına dönüşmelidir. Böylece göç bir sorun olarak gözükmekten bir imkan ve güç olarak görünmeye başlanacaktır.

Göç ile ilgili bir eğitim ve kültür programı geliştirmeliyiz. Anadolu toprakları binerce yıldır göç alan ve içinde yaşayan her milletin bir göç hikayesine sahip olduğu muhteşem bir coğrafyadır. Bu toprakların tarihinde binlerce göç hikayesi var fakat hiç zulüm ve asimilasyon hikayesi yoktur. Bugün karşılaştığımız göç içinde batı modellerine karşın bir Anadolu modeli geliştirebiliriz. Böylece hem özgün bir göç modeli oluşturmuş hem de göçün kurucu rolünü ortaya koyma imkanı bulabiliriz.

Göç idaresinde iletişim, muamele, uygulamalar mekanik bir yapıya sahip. Bu yapıyı daha insani bir modele dönüşmeli ve kültür, eğitim, siyasi ve ekonomik tasnife tabi tutulmalıdır. Göç ederek ülkemize gelmek zorunda kalmış ünlü bir cerrah, dünyaca tanınan bir müzisyen, insanlık tarihinde ender bir yere sahip alimler veya bütün bir toplumu etkileyecek siyasi bir lider. Hepsi göç idaresinde kuyrukta beklemek, kötü uygulamalar sebebiyle Avrupa gitmek ya da başka bir İslam ülkesine sığınmak durumunda kalıyor. Halbuki bu değerler güçtür, imkandır. Doğru yönetilmesi ülkemiz için büyük katkılar sağlayacaktır.

Sivil Toplum kuruluşlarımız bu konuda neredeyse hiçbir çalışma yapmıyor desek yeridir. Ayrıca her kurum ve bakanlık kendisini ilgilendiren kesimle ilgili çalışmalar yürütebilirdi. Kültür Bakanlığımız muhacir edebiyat, sanat ve kültür insanlarıyla çalışmalar yapabilirdi. Göç edebiyatı geliştirilebilirdi. Yüksek Öğrenim Kurumu göç ederek ülkemize gelmiş akademisyenlerle ilgili kapsamlı bir çalışma yürütmeliydi. Yüzlerce akademisyen ülkemizde sokaklarda çalışmak zorunda kaldı ve Avrupa ülkeleri tarafından davet edilerek götürüldüler. Göçün kültür, eğitim, siyasi imkanlarından bu göçe, zulme ve savaşa sebep olanlar faydalanırken bizler insani boyut ve acil yardım merhalesinden çıkamadık. Göç yönetilmezse zamanla büyük sorunlar olarak karşımıza çıkacaktır.

Ülkemize milyonlarca genç nüfus geldi, eğitim altyapımız yeterli olamadı, müfredatımız, kanunlar tamamen ulus devlet perspektifiyle oluşmuş çok dar bir kapsama sahip. Bu altyapı, bu müfredat veya bu ufuk bir medeniyet merkezi kurmaya, küresel bir güç olmaya yeterli değil. Göçü eğitim altyapısı olarak karşılayamadığımız için onlarca merdiven altı okul, eğitim merkezi veya kanunsuz yapılanmalar oluştu. Halbuki eğitim yoluyla biz göç ve gelecek perspektifimizi birlikte kurmanın altyapısını kurabilirdik. Milyonlarca genç yeni bir dünya ufkuyla, Ülkemizin arzuladığı adil bir dünya için iyi insanlar olarak yetiştirebilirdik. Fakat eğitim sorunu, eğitim eksikliği gelecekte yüz binlerce genci karşımıza başka problemler olarak çıkarabilir. Hem Millî Eğitim Bakanlığı hem Türkiye Maarif Vakfı hem de sivil toplum kuruluşlarımız bu konuda yeterli çalışma yapmadılar. Türkiye’nin küresel vizyonuna uygun yeni bir müfredat, yeni bir eğitim sistemi ve uluslararası programlar geliştirmeliyiz.

Bu ve benzeri onlarca sorun ve çözülmesi, iyileştirilmesi gereken konu var. Göç ve Diaspora birbiriyle ilişkili ve tamamlayıcı konular. Bu konuda bir an önce yapısal değişime, mantık değişimine ve yaklaşım farklılığına gitmezsek artık geç kalmış olabiliriz. Göçü yönetmezsek, ülkemizdeki diasporalarla birlikte daha sağlıklı bir yönetişim sağlayamazsak bütün bu imkanlar birer, kültür, güvenlik, siyasi ve ekonomik sorun olarak karşımıza çıkacaktır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu