Otoriter Rejimlerin Ulusal güvenlik Yaklaşımı: Model Olarak Mısır

Genellikle güvenlik kavramı tehditlerden temel değerlere özgürlük olarak tanımlanır. Realizmi benimseyenlere göre, askeri yetenekler tarafından temsil edilen ulusal güvenlik birincil odak noktasıdır. Ancak güvenlik kavramı hakkında güncel tartışmalar halen devam etmektedir. Bu tartışmalar; güvenlik gündeminin askeri olmayan meseleleri kapsayacak şekilde genişletilip genişletilemeyeceği ve diğer iç ve dış boyutları eklemek için devlet merkezli bakış açısının ötesine geçilip geçilmeyeceği ile ilgilidir. Üçüncü dünya ülkelerindeki tehditler esas olarak içeriden kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerde dış tehditler de vardır ancak onlar sadece ayrıntı olarak kalmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerindeki güvenlik sorunları genelde içeriden kaynaklanmaktadır. Bunun nedeni; devletin tarihi, elit tabakanın görevlendirilme biçimleri, rejimin tesis edilmesi ve sürdürülmesi olarak belirtilebilir. Tüm bunlar büyük ölçüde Batı ülkelerinin tutumundan farklılık arz etmektedir.

Son yıllarda, Mısır ulusal güvenliği, iç ve bölgesel düzeylerde artan zorluklar ve baskılarla karşı karşıya kalmıştır. Ordunun temel görevlerinin kapsamı dışındaki meselelere müdahale etmesi de bunu beraberinde getirmiştir; siyaset, ticaret, inşaat ve gıda endüstrisine müdahale etmesi gibi. Tüm bunlar dış tehditleri daha tehlikeli hale getirmiş ve Mısır’ın bu tehditlerle yüzleşme yeteneğini baltalamıştır. Bu da rejimi siyasi kazanımlar karşılığında ulusal güvenlik meselelerinde taviz vererek iktidarı sürdürmeye ve hakimiyeti sağlamaya itmiştir.

 

Kavramsal çerçeve

Güvenlik kavramının tanımlanması üzerine çağdaş tartışmalar halen devam etmektedir. Bu tartışmalar; güvenlik gündeminin askeri olmayan diğer meseleleri de kapsayacak şekilde; devlet merkezli bir bakış açısıyla iç ve dış boyutları dahil edilmeli mi çevresinde cereyan etmektedir. Genel olarak güvenlik tehditlerden temel değerlere giden özgürlük olarak tanımlanmaktadır. Realistlere göre ulusal güvenlikte birincil odak askeri yeteneklerdir. (Baylis, 2008)

Barry Buzan ve Kopenhag Ekolü araştırmacılarının yaklaşımı, güvenlik olgusunu tüm yönleriyle ele almanın yanı sıra, güvenliğin sosyal faktörlerini de içermektedir. Buzan askeri alana ek olarak yeni sektörleri de içeren genişletilmiş bir güvenlik konsepti sunmuştur. Bu konsept, siyasi, ekonomik, toplumsal ve çevresel alanları içermektedir. Bu beş alanın birbirinden ayrı değil, birbirine bağlı güçlü bir ağ ördüğünü savunmaktadır. (Buzan, 1991). Kopenhag araştırmacıları ise “ulusal” güvenlik sorununun, bireylerin, devletin ve rejimin rol oynadığı, askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin de sistematik bir güvenlik sorununa dönüştüğüne inanmaktadır. (Stone, 2009). Buzan’a göre devlet üç bileşen üzerine kuruludur; devlet fikri (milliyetçilik), devletin maddi temeli (insanlar, kaynaklar, teknoloji) ve devletin kurumsal çerçevesi (siyasi ve idari sistem). Bu tanıma göre, devletin gücü sadece fiziksel faktörlerle değil, aynı zamanda Buzan’ın teorisinin dayandığı iç ve dış bağlamlar arasındaki karmaşık karşılıklı ilişkiyi ifade eden politik ve sosyal uyumu, iç ve kurumsal istikrarı ile de ölçülmektedir. (Stone, 2009). Güvenliği harfiyen bir fiil olarak kabul eden güvenlikleştirme teorisi, çağdaş güvenlik perspektiflerinde daha fazla önem kazanmakta olup; temel argümanı bir mesele bir kez güvenlik sorunu olarak sınıflandırıldığında bunun tahakkuk edeceği üzerine kuruludur. Bu çerçevede Weaver, bir şeyin seçkinler tarafından güvenlik sorunu olarak görülmesi halinde bunun gerçekleşeceğine işaret etmiştir. (Wæver, 1995). Buna göre herhangi bir sorun, siyasi eylem çerçevesi dışında acil eylem gerektiren varoluşsal bir tehdit olarak tasvir edildiğinde bir güvenlik sorunu haline gelmektedir. Ancak bu teorinin başarısı birkaç şey gerektirir, bunlardan ilki; hükümet, parlamento veya herhangi bir siyasi otorite gibi etkili bir tarafın ya da kamuoyunu ikna edebilen ve kitleleri etkileyebilen düşünce sahiplerinin ve bürokratların sunacağı tutarlı bir söylem, ikincisi; uygun tarihsel bağlam ve siyasi ortamdır. Bunların başarısı, risklerin doğasına ve hedeflenen acil önlemlere bağlıdır. Buzan’ın açıklamasına göre, ikna söylemi şu ilkeye dayanmalıdır: “Eğer bu sorunla ilgilenmezsek, o zaman geri kalan her şey anlamsız olacaktır, çünkü biz var olmayacağız ya da onunla kendi yolumuzda başa çıkmada özgür olmayacağız.” Bu adımı “güvenlikleştirme hareketi” olarak adlandırır. (Taureck, 2006). Örneğin, 11 Eylül olaylarından sonra, ABD vatandaşları, ülkelerinin bütünlüğünü korumak adına bazı sivil özgürlüklerinin kısıtlanacağını kabul etmişlerdir.

 

Üçüncü Dünya Ülkelerindeki Güvenlik İkilemi

Pek çok bilim adamı, üçüncü dünya ülkelerinin karşı karşıya olduğu tehditlerin öncelikle içsel olduğuna inanırken, etkinliğini iç tehditleri kullanmaya dayalı olan dış tehditleri de meseleden uzaklaştırmaz. Üçüncü dünya ülkelerinde; modern devletin nispeten geç oluşumu, yönetici seçkinlerin ve rejimlerin Batı’dan farklı doğası nedeniyle, esas baskın olarak iç tehditler kabul edilir. (Ayoob, 1983). Bu farklılığın iki temel nedeni vardır: Birincisi, Batılı ülkeler yüzyıllarca süren kanlı çatışmalardan sonra, fikri, siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda toplumsal bir sözleşmeye varmış ve temel ilkeler üzerinde anlaşmıştır. Bu da iktidar rejimlerine istikrarı sağlayan bir tür koşulsuz meşruiyet verirken; üçüncü dünyanın gelişmekte olan ülkelerine olgunlaşmak, temel konularda anlaşma yapmak ve güçlü bir devlet yapısı inşa etmek için yeterli zaman verilmemiştir. (Ayoob, 1983) İkinci neden ise temel ilkeler üzerinde fikir birliğinin ve demokrasinin bulunmamasıdır. Bu nedenle üçüncü dünyadaki bu rejimler, kendi halklarının büyük çoğunluğunu bütünüyle temsil edemez hale gelmiştir. Bu rejimlerin yönetimi çoğunlukla askeri güce ve çıkarları rejimin varlığına bağlı olan sınırlı bir elit kesiminin desteğine bağlıdır. (Ayoob, 1983). Bu rejimler, iktidar değişimine veya etkili siyasi muhalefete izin vermez. Ayrıca, küresel ekonomik sistem ve bunun yol açtığı toplumsal sınıflar arasında derinleşen uçurum, halklar ve varlıklı seçkinler arasındaki güvensizliği artırarak devletin yapısını tehdit etmektedir. (Ayoob, 1983). Ulusal güvenliğe yönelik tehditleri bizzat bu rejimler ve onların bürokratik ve ideolojik partileri belirlediği için; bu tehditler öncelikle toplumun güvenliğine göre değil, rejimin güvenliğine göre tanımlanır. (Ayoob, 1983). Güvenliğin geleneksel tanımı temel değerlerin korunmasına ve muhafaza edilmesine dayanmasına rağmen, çoğu üçüncü dünya ülkesinde rejimin temel değerleri genellikle geniş insan kesimlerinin temel değerleriyle çelişmektedir (Ayoob, 1983). Temel ilkelerin, temel değerlerin ve güvenliğin kendisinin tanımındaki büyük çelişkiler, artan sınıf eşitsizliği, toplumsal ve etnik çatışmalar ve çoğu üçüncü dünya rejiminin baskıcı, temsili olmayan doğası, ülkenin güvenliğine ve devlet sistem ve yapısına yönelik iç tehditleri artıran faktörlerdir.

 

Mısır’da Rejimin Ayakta Kalma Politikası: Tarihi Arka Plan

 

1952’den beri Mısır’ı yöneten askeri rejimler, rejimin güvenliğini, yani bekasını ve iktidar tekelini korumak için hemen hemen aynı stratejileri benimsemiştir. Bu stratejilerden ilki, art arda gelen rejimler arasında farklı taktiklerle rejim üzerindeki baskıları kontrol altına almaktı. Nasır döneminde benimsenen sınırlama stratejileri, neredeyse tüm toplumu kapsayan kurumsal varlıkların yaratılmasını içeriyordu. Ancak güç merkezleri bu şekilde kontrol altına alınamayacak kadar büyüktü. Bu nedenle Nasır, ordu ve Sosyalist Birlik gibi güç merkezlerini birbirine karşı dengeleyerek bu sınırlamayı uygulamaya başladı. Sedat ise, kitleler nezdinde meşruiyetlerinin erozyona uğramasından yararlanarak devlet içindeki Nasırcı unsurları ortadan kaldırmak ve sendika yapılarını dağıtmak için çalışmış, ardından siyasi ve ekonomik liberalizme yönelerek meşruiyeti yeniden tesis etmek zorunda kalmıştır.  Bu çabalar Mübarek döneminde de devam etmiş, ancak kamuoyunda büyük bir alayla karşılanmıştır. (“Demokrasi” alanında beklenenin elde edilememesi nedeniyle halk bunu hafife almıştır.) Görünen o ki hem Sedat hem de Mübarek demokrasiyi siyasi katılımın tabanını genişletmenin bir aracı olarak değil, kendi kararlarına karşı muhalefeti kontrol altına almanın bir aracı olarak benimsemiştir. (Ryan, 2001). İkinci strateji baskıydı. Nasır, Sedat ve Mübarek toplumsal ve siyasi meseleleri kontrol altına almak için denediği tüm manevralar başarısız olunca; baskıyı tercih etmiştir. Baskı; onlar için ilk stratejik seçenek haline gelmiş; bu yolla muhalefeti bastırmaya başvurmuşlardır. Bu yaklaşımı ilk kuran ve benimseyen Abdunnasır olmuştur. Sedat, yönetiminin başında bir ölçüde değiştirmiş olsa da rejiminin siyasi krizler; sosyal ve ekonomik talepler tarafından kuşatıldığı yetmişlerin sonlarında bu stratejiye geri dönülmüştür. Mübarek döneminin başlangıcına gelince, baskının yoğunluğu azalmış, ancak muhaliflere yönelik baskı azalmamıştır. (Ryan, 2001). Üçüncü strateji ise dışarı yönelmekti. Nasır ve Sedat, Mısır’ı bölgesel ve uluslararası meselelere çarpıcı biçimde dahil ederek dikkatleri iç meselelerden başka yöne çekmeyi başarmıştır. Mübarek ise bu tür manevralardan kaçınmıştır, ancak Mısır’ın uluslararası ilişkilerdeki aktif rolünü reddetmemiştir. Mısır, “büyük güçlerin” çoğu için yüksek jeopolitik öneme sahiptir ve bu, rejimin böyle bir stratejiyi benimsemesi için fırsatlar sunmuştur. Ancak bu taktik kısa vadede faydalı olsa da uzun vadede risk barındırmaktadır. Yerel krizler, uluslararası krizin yatıştıktan sonra dahi sosyal ve ekonomik düzeyde devam etmiştir. (Ryan, 2001). Nasır, Sedat ve Mübarek’in siyasi baskıları kontrol altına almak, bastırmak ve saptırmak için açık ve belirli bir stratejisi vardı ve bunu güçlerini pekiştirmek ve bir kurum olarak cumhurbaşkanlığını geliştirmek için ustaca kullanmıştır. Ancak hiçbiri devletin diğer kurumlarından herhangi birini geliştirmeyi veya kurumsallaştırmayı başaramamıştır. Bu bağlamda, Migdal şöyle diyor: “Devlet liderlerini görevlerinde tutmak, devlet aygıtının sistematik olarak zayıflamasını gerektirebilir, bu da bir tür kurumsuzlaştırmadır.” (Ryan, 2001). 25 Ocak 2011 devrimi, 1952’den bu yana iktidardaki askeri rejim için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Rejim, bir süre devrimi kontrol altına almak için her zamanki stratejilerini kullanmıştır. Ancak kısa süre sonra, kendi bekası ve egemenliği tehdit edilince şiddetli baskı stratejisine geri dönmüştür. Bu baskı, Mısır tarihinin ilk seçilmiş sivil otoritesine karşı Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbeyle doruğa ulaşmıştır. Rejim, siyasi güçleri zayıflatmak ve bölmek için “böl ve yönet” stratejisini kullanmayı başardığı gibi, iktidarda pay vermek karşılığında liberal ve sivil güçleri de darbeye destek sağlamak için aldatmıştır.

 

İnsan Hakları İhlallerinin Gerekçesi Olarak Ulusal Güvenlik ve Terörle Mücadele

 

1994 yılı boyunca, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, güvenlik kavramına daha önce sığ yorumlar getirildiğini ifade etmiştir. Bu kavram, önceden insanları çok ilgilendirmeyen devlet merkezli bir kavram olarak kabul edilmiştir. (UNDP, 1994). “İnsan güvenliği” terimi ilk olarak 1994 yılında yukarıda bahsedilen programın İnsani Gelişme Raporu’nda tanımlanmıştır. Bu rapor, yedi tür tehdide karşı güvenlik de dahil olmak üzere, insan güvenliğinin geniş bir tanımını sunmuştur: Ekonomik, gıda, sağlık, çevre, kişisel, toplumsal ve politik güvenliktir. İki unsurda özetlenen bu güvenlik; korku ve yoksunluktan özgürlük olarak ifade edilmiştir. (UNDP, 1994). Ancak bu “korkudan özgürleştirme”ye odaklanan geniş tanım; fiziksel ve askeri tehditlerle ilgilenen sınırlı bir plan önerisi ortaya koyan bazı araştırmacılar tarafından eleştirilmiştir. (Liotta ve Owen, 2006). 24 Temmuz 2013’te Sisi, “potansiyel terörizmle mücadele için halk yetkisi” talep etti ve ardından “teröre karşı savaş” olarak isimlendirdiği planını duyurdu. Bu planı, istikrarın sağlanması ve ulusal güvenliğin korunması gerekçesiyle çok çeşitli baskıcı önlemler almak ve yasalar çıkarmak için kullanmıştır. Bu baskı dalgası, yalnızca Mayıs 2015’te 3 bin 70 kişinin tutuklanmasıyla sonuçlandı (Tahrir Orta Doğu Politikası Enstitüsü, 2018).

 

Darbeden bu yana 2018’in başına kadar “Sina’daki terörle mücadele operasyonlarında” 7 bin 97 kişi öldürüldü. Bu sayı, 2013’te darbe karşıtı gösterilerin bastırılması sırasında Rabia, Nahda ve Cumhuriyet Muhafızları olaylarındaki öldürülenlerin dışındaydı. Mısır rejimi zorla yerinden etme yöntemini benimsedi; Sina’da peş peşe yaşanan silahlı çatışmaların ardından eski Başbakan İbrahim Mahleb, Filistin sınırında Refah şehrinin de içinde bulunduğu yaklaşık 79 kilometrekarelik bir tampon bölgeyi tahliye eden bir kararname yayınladı. (İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2019). Rejimin muhalif sesleri ortadan kaldırmaya yönelik çabaları kapsamında, terörle mücadele bahanesiyle bir dizi yasa ve mevzuat çıkarıldı. Bunların en önemlileri şöyle: “27 Ekim 2014 tarihli Askeri Kanunu, kamu tesislerine yönelik tüm saldırıları askeri kurumlara saldırı olarak kabul etmiş ve bu nedenle askeri mahkemeler önünde yargısal olarak değerlendirileceğine ilişkin hükme bağlamıştır.” 24 Şubat 2015 tarihinde çıkarılan Askeri ve Terörist Varlıklar Kanunu ile, Cumhuriyet Savcılığına terör örgütlerinin ve teröristlerin bir listesini çıkarma ve ilgili devlet kurumlarına terör örgütlerini dağıtma, faaliyetlerini dondurma, durdurma, kapatma yetkisi verilmiştir. Bu yetki karargah, toplantı ve üyelikleri yasaklamak, mali faaliyetleri durdurmak, kendisiyle bağlantılı tüm sloganları yasaklamak, kendisine bağlı kişi ve kurumları geçici olarak siyasi haklardan mahrum etmek gibi hakları tanımıştır. Bunun yanı sıra, sosyal medyayı sansürlemek ve medya özgürlüğünü kısıtlamayı amaçlayan başka bir dizi yasa daha çıkarılmıştır. (Tahrir Orta Doğu Politikası Enstitüsü, 2018).

 

Temmuz 2013’teki askeri darbeden bu yana, Mısır rejimi, siyasi alandaki hareketlerinde karanlık ve bulanık sınırlar benimsemiş, kırmızı çizgileri sık ​​sık değişmiştir. Cumhurbaşkanlığı’nca çıkarılan kanunlar kamusal alanda eşi görülmemiş bir kısıtlamaya yol açmıştır. Devletin güvenlik servisleri ve yargı organları da sivil toplum temsilcilerine karşı yetkilerini giderek daha fazla kötüye kullanmış ve işkence, keyfi gözaltı ve zorla kaybetmeler sık ​​sık yaşanır olaylar haline gelmiştir. Devlet güvenliğinden, siyasallaşmış yargıdan ve üzerlerindeki idari kısıtlamalardan muzdarip olan insan hakları aktivistleri rollerini yerine getirememeye başlamıştır. Aksine, güvenlik güçleri, insan hakları ihlallerine sadece tanık olmaktan çıkıp, bu ihlallerin ana hedefi haline gelmiştir. (Grimm, 2015) Yine terörle mücadele bahanesiyle devlet, gazetecileri sistematik olarak hedef almış, haberlerini özgürce ve halka açık bir şekilde ulaştırmalarını engellemiştir. Gazeteciler ve blog yazarları, ifade özgürlüğü sansürü, uzun süreli gözaltı, adil olmayan yargılamalardan sonra hapis cezası, haksız baskınlar, ekipmanlarına el konulması ve hatta fiziksel saldırı dahil olmak üzere birçok suistimale maruz kalmıştır. Medya ve basın üzerindeki devlet kontrolünü güçlendirmek için 2014’ten beri yeni yasalar çıkarılmıştır. 2015 tarihli ve 94 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 35. maddesi, terör operasyonlarına ilişkin devletin resmi anlatısından farklı bilgilerin yayınlanmasını suç saymış ve aynı kanunun 36. maddesi, herhangi bir adli yargı olayını kaydetmek veya yayınlamak için izin alınması gerektiğini şart koşmuştur. Buna ek olarak 2018 tarihli 180 sayılı yasada web sitelerinin terör suçlamalarıyla ilgili prosedürleriyle ilgili yayınlarına yasak getirilmiştir. (Evrensel Periyodik İnceleme (UPR), 2019).

 

Ulusal Güvenlik ve Toplumsal Bağlılık

 

Mısır ulusunun bileşenleri din, dil, ırk ve mezhep bakımından binlerce yıl tarihe uzanan homojen bir yapıdır ve iç ve dış rejimler bunu değiştirememiştir. Bununla birlikte, çağdaş Mısır toplumu 2013’ten bu yana kutuplaşmanın artmasından, özellikle İslami-laik kutuplaşmasından muzdarip hale gelmiştir. Askeri rejim, herhangi bir İslamcıyı terörist olarak sınıflandırarak ve “Biz onların karşısındayız” sloganını yükselterek siyasi kazanç için bu kutuplaşmayı kullanmıştır. Bu da Nisan 2017’de İskenderiye ve Tanta’daki kiliselere ve Minya’da Mayıs 2017 ve Kasım 2018’de (Ekim 2020) hacılara yönelik saldırılarda kendini gösteren din ve mezhep çatışmasını körüklemiştir. Sisi, devlet ve toplum kimliğini radikal ve vatansever milliyetçilik temelinde yeniden formüle etmek için bütüncül bir yaklaşım benimsemiş ve herkesi bu yaklaşımı benimsemeye zorlamak için çalışmıştır. Sisi, bu yaklaşımı ihlal edenleri ulusal güvenliğe tehdit olarak görmüştür. Bu strateji toplumda daha fazla bölünmeye yol açmıştır. Sivil bölünmeler, sosyal sınıf ve nesiller arası bölünme gibi yeni bölünmelerin ortaya çıkmasına yol açarken, rejim farklı tabakaları entegre etme sözünü yerine getirmemiştir. (Achrainer, 2020). Siyasi tıkanma bu durumu daha da kötüleştirmiştir. Çünkü farklı bakış açılarının kendilerini ifade etmelerine izin verilmemiş ve rejim sadece kendi yönelimine uyan muhalefete izin vermiştir.

 

 

Öte yandan, hükümet, 2013 yazında Mursi destekçilerine karşı işlenen katliamlar da dahil olmak üzere, 2011’den bu yana toplu katliamlarla ilgili ciddi ve bağımsız soruşturmalar açılması yönünde tekrarlanan çağrılara yanıt vermemiştir. Bilakis protestocuları terörizmle suçlamıştır. Resmi medya, sokağı protestoculara karşı harekete geçirmiş ve kurbanları toplumun büyük bir kesiminin gözünde faillere dönüştüren sahtekarlık içinde terörist olarak damgalamıştır. (Achrainer, 2020). Rejim, vatanseverlik ve ulusal güvenlik ilkesini, muhalifleri dışlamak, terör ve ihanetle damgalamak, güvenliğini ve istikrarını korumak için kitleleri kışkırtmak için manipüle etmiş ve karşılığında bu politikanın ülkenin güvenliği ve halkın birliğine karşı yıkıcı etkilerini görmezden gelmiştir.

 

Ulusal Güvenlik ve Sisi Rejiminin Dış Politikası

 

(Libya ve Doğu Akdeniz’deki Çatışma)

 

2 Ocak 2020’de Sisi başkanlığındaki Mısır Ulusal Güvenlik Konseyi, Türk parlamentosunun uluslararası arenada tanınan Libya hükümetinin askeri destek talebi üzerine müdahalede bulunma kararının ardından Libya’ya yönelik “tehditleri” görüşmek üzere toplanmıştır. Bu toplantının ardından Mısır cumhurbaşkanlığı, “Mısır ulusal güvenliğine yönelik herhangi bir tehdide karşı çeşitli düzeylerde bir dizi önlemin belirleneceğini” duyurmuştur. (Gomma, 2020) Libya’da devam eden kargaşa ve iç savaşların, terörün Mısır dahil komşu ülkelere yayılması yoluyla bir tehdit oluşturduğuna şüphe yoktur. Mısır rejimi bu argümanı Libya’daki siyasi gündemini haklı çıkarmak için pazarlıyor olsa da, Sisi rejiminin fiili performansı, emekli general Halife Hafter’e verdiği destekle istikrar ve çözüm yolu ile uyumsuz görünmektedir. Zira bu yöntem, orduyu sivil otoriteye tabi kılmak demektir, bu da bölünmelerin daha da derinleşeceği, iç çatışma ve dış müdahaleleri de beraberinde getireceği anlamına gelmektedir. Hafter’in Selefi hareketten savaşçı grupları, Kaddafi rejiminin destekçilerini ve Mısır ulusal güvenliğine yönelik yakın bir tehdit oluşturan Çad, Sudan ve Rusya’dan gelen paralı askerleri kullandığı bilinmektedir. (Gamaty, 2019).

 

Bu çelişkiler, Mısır rejiminin ulusal güvenliğe yaklaşımı ve gerçek öncelikleri hakkında soru işaretleri yaratmaktadır. Bunu, sözde baş düşmanı “siyasal İslam”la ve Mısır’daki iktidar tekeline yönelik ana tehditle savaşma önceliği bağlamında anlamak mümkündür (SIS, 2018). Mısır rejimi açısından, komşu bir ülkenin demokratik bir rejim kurma, devlet kurumlarını inşa etme ve ekonomik refah sağlamadaki başarısı, ulusal güvenlik için bir tehdit olarak görülmektedir. Çünkü, Sisi rejimi gibi olmayan demokratik değişimler Mısırlıların beğenisini kazanmakta, deyim yerinde ise iştahını artırmaktadır. Bu da Kahire’nin terörle mücadele bahanesiyle Hafter’i ülkenin koruyucusu olarak desteklemesini; Sisi deneyimini yeniden Libya’da üretme girişimini açıklamaktadır. (Mahmoud, 2018). 27 Kasım 2019’da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti, Türkiye ile iki mutabakat zaptı imzaladığını duyurmuştur. Biri Akdeniz’de su sınırlarının çizilmesi ile diğeri ise güvenlik ve savunma alanlarındaki iş birliği ile ilgilidir. Mısır makamları ise bu anlaşmalara, özellikle de su sınırlarının çizilmesine karşı çıkmış ve kınamıştır. (Bakir, 2020). Bu anlaşmayı hukuki olarak ele almadan evvel bir noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Şayet Mısır su sınırlarını Atina ile değil de Türkiye ve Libya ile çizerek bu anlaşmaya dahil olsaydı, Yunanistan ile yaptığı anlaşmadan binlerce kilometrekare daha fazla su alanı elde edecekti. Mısır rejiminin kendi lehine olmasına rağmen bu alanlardan vazgeçmesi ilginç karşılanmıştır. (Al-Jazeera.net, 2019). Ancak Mısır Dışişleri Bakanı kısmen geri çekilmiş ve bir röportajda “Türkiye ile Trablus hükümeti arasındaki anlaşmanın Mısır’daki çıkarlarımızı etkilemiyor” şeklinde ifadeler kullanmıştır. (Russia Today, 2019). Mısırlı bakanın anlaşmanın Mısır’ın haklarını etkilemediğini belirtmesine rağmen, Kahire; Libya-Türkiye deniz anlaşmasını kabul etmemiştir. Zira bu Ankara’ya Libya’da önemli bir rol veren güvenlik ve askeri anlaşmanın meşruiyetinin tanınması anlamına gelmektedir. Oysa Mısır Ankara’yı yeminli bir hasım olarak, Libya’yı ise bir etki alanı olarak görmektedir. (Bakir, 2020).

 

Anlaşma Mısır’ın deniz alanını artırmasına izin verse de Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail ile sorun yaşamasına neden olacaktı. Kahire, daha önce Akdeniz havzasında bir ittifak kurma baskısı karşılığında deniz alanlarını devretmiştir. Bu yapı; siyasi ve ekonomik bir ittifak olan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’dur. Amaç Türkiye’yi karasularında tecrit etmeyi ve Doğu Akdeniz’in kaynaklarından mahrum bırakmaktır. (Bakir, 2020). Mısır rejiminin Türkiye’nin Libya’ya müdahalesine ilişkin tutumu, Rusya, Fransa, İtalya ve BAE gibi birçok ülkenin Libya’ya müdahalesine ilişkin tutumuyla çelişmektedir. Bu da ikircikli tavrını göstermekte ve rejimin Libya’ya dış müdahaleyi reddettiğini açıklamasıyla çelişmektedir. Rejimin bu konuda diğer yabancı tarafların elinde resmi anlaşmalar olmamasına rağmen müdahale etmesine sessiz kalması ve Türk müdahalesine yönelik taraflı tutumu açıklanamaz. Bu tutum, öncelikle siyasi ve ideolojik bir tutumdur. Zira Türkiye, Temmuz 2013’te Mısır’daki askeri darbeye karşı almış bu rejimi tanımayı reddetmiş İslami geçmişe sahip bir rejim tarafından yönetilmektedir. Türk hükümeti, Sisi rejiminin muhaliflere karşı işlediği insan hakları ihlallerini uzun süredir kınamakta ve Türkiye’ye sığınmalarına olanak tanımıştır. Mısır rejiminin Doğu Akdeniz’de su sınırlarının bölünmesine ilişkin konumu, rejimin güvenliği ve mutlak kontrolü ile çelişmektedir. Bu da rejimin ulusal güvenliğe yönelik dış politikalarının açık bir örneğidir.

 

Ulusal Güvenlik ve Askeri Yapının Siyaset ile Ekonomiye Katılımı

 

Sisi döneminde ordu, güçlü konumunu ve mutlak kontrolünü sağlamlaştırmak için çalışmış ve bu hedefe ulaşmak için çeşitli stratejiler uygulamıştır. Bunlar arasında üst düzey subaylara çok sayıda önemli ve hassas pozisyonlar tahsis edilmesi, orduya sınırsız yetkiler veren yasaların çıkarılması, muhalefetin bastırılması ve halkın orduya olan güvenini artırmak için bir halkla ilişkiler kampanyası yürütülmesi gibi adımlar yer almaktadır. (Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018). Eylül 2016’da, Mısır’daki 27 valiliğe atanan isimlerin sadece 8’i sivil geçmişe sahipti. (Reuters, 2016). Emekli memurlar bakanlıklar, kamu hizmeti kurumları ve ulusal şirketlerdeki pozisyonların en büyük bölümünü işgal etmektedir. Bu stratejinin amacı, üst düzey subayların rejime bağlılıklarından emin olmak için rahat bir yaşam sağlamak ve orduyu hesap verebilirlikten korumaktır. (Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018). Mısır ordusundaki subayların maaşları yüksek değildir, bu nedenle ödüller ve hibeler, subaylar arasındaki sadakati artırmada önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu durum, alt rütbeli subayların hoşnutsuzluğunu ve ordunun adaletiyle ve rejimin savaş doktrini ve sadakat ile ilgili sorularını beraberinde getirmektedir. Ayrıca bu strateji, yetkinlikleri yükseltme ilkesiyle çelişmektedir. Mısır ulusal güvenliğinin temel dayanağı ise bu ilkedir ve ordunun bütünlüğü ve verimliliğine tehdit oluşturmaktadır. Otoriteye gerekli sadakate sahip olmaları durumunda, vasıfsız subayların hassas pozisyonlarda bulunmalarına izin verilmiştir. Silahlı kuvvetlerin statüsü, orduya geniş kapsamlı haklar tanıyan birçok yasanın çıkarılması yoluyla güçlendirilmiştir. Orduyu sivil denetimden korumak 2014 anayasasında yer almıştır. 2015’te parlamento boşluğundan faydalanan Sisi fırsatı değerlendirmiş ve kendisine denetim organlarının başkanlarını görevden alma yetkisi veren 89 Sayılı Kanunu kabul etmiştir. Sisi aynı yıl, bu yetkisine dayanarak Merkezi Denetim Teşkilatı Başkanı Hisham Geneina’yı devlet kurumlarındaki büyük yolsuzluklardan bahsetmesi ve yürütme makamının sorunla başa çıkma yöntemini eleştirmesi nedeniyle görevden almıştır. (Fahmy, 2016).

 

Siyasi baskı dalgası Müslüman Kardeşler ile sınırlı kalmamıştır. Sisi rejimi, sistematik olarak her türlü muhalefeti, muhalifi ve sivil toplum grubunu ve medyayı hedef almıştır. Askeri darbeden sonra, güvenlik birimlerine gösterileri önleme ve protestocuları tutuklama konusunda eşi görülmemiş yetkiler veren yeni yasalar çıkarılmış ve çeşitli belirsiz suçlamalar getirilmiştir. Buna ek olarak, 2018 yılında tüm cumhurbaşkanı adayları, Sisi rejiminin herhangi bir rekabete yönelik baskıcı yaklaşımını gösteren tutuklama veya korkutma yoluyla seçim kampanyasından diskalifiye edilmiştir. (Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018). Bu yaklaşım sadece sivil politikacılarla sınırlı kalmayıp, askeri yasayı ihlal iddiasıyla cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını açıkladıktan sonra tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı Sami Hafız Anan gibi askeri liderlere de sıçramıştır. Ayrıca Anan’ın cumhurbaşkanlığı yarışında yardımcısı olarak seçtiği Merkezi Denetim Teşkilatı Başkanı Hisham Geneina, kimliği belirsiz kişilerce sokakta saldırıya uğramış ve darp edilmiştir. (Al-Jazeera, 2018). Sisi ve askeri rejimin, tüm ifade araçlarının kapatılması ve barışçıl güç aktarımı ışığında Mısırlıların siyasi ve sosyal faaliyetleri üzerinde mutlak kontrol sağlama konusundaki ısrarı, ülkenin ulusal güvenliği üzerinde ciddi yankı uyandırmıştır. Özellikle de yoksulluğun yayılması ve rejimle şiddetli çatışma fikrini destekleyen bazı örgütlerin varlığı bunu tetiklemiştir. 1979 ve Camp David Anlaşmalarından sonra, ordunun ekonomik uygulamaları katlanarak genişlemeye başlamıştır. Ordu, vergilerden muafiyet, doğrudan dış kaynak sözleşmelerine erişim, zorunlu askerlik yoluyla ücretsiz işgücü ve düzenleyici ve denetleyici kurumların yetkisine tabi olmama gibi benzeri görülmemiş ayrıcalıklar elde etmiştir. Ayrıca, Mısır ordusunun ticaret imparatorluğu hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Ordu bütçesi, ulusal güvenlik sırrı olarak kabul edildiği gerekçesiyle devletin genel bütçesine toplam rakam olarak dahil edilmektedir. Böylece askeri olmayan ekonomik faaliyetlerin ayrıntılarının Parlamento’da tartışılmasına izin verilmez. (Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018). Bu resmi bilginin olmaması, ordunun Mısır’daki ekonomik faaliyet hacmindeki payını tahmin etmede keskin bir çelişkiye yol açmıştır. Bazı uzmanlar ordunun payını yüzde 40 olarak tahmin ederken, bazıları ise ordu ve Sisi’nin payının yüzde 1 ila yüzde 1,5’i geçmediğini iddia etmektedir. (Saleh, 2016).

 

Ordu, ulusal güvenlik gerekçesiyle, askeri ve askeri olmayan bütçelerinin herhangi bir denetime tabi tutulmasını reddetmiş ve ekonomik imparatorluğunu nüfuzunu pekiştirmek ve iç siyasi alanı kontrol etmek için genişletmiştir. 1979’da ordu, Savunma Bakanlığı’ndan bağımsız bir bütçeyle Ulusal Hizmet Projeleri Teşkilatı’nı (NSPO) kurmuştur. Bu teşkilat, madencilik, gıda üretimi, kimya, tarım, plastik ve ev aletleri gibi birçok sektörde bir şirketler grubu tesis etmiştir. Ancak gelirler, karlar veya vergi düzenlemeleri hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. (Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018). Sisi, ordunun ekonomik müdahalelerinin ve büyük ulusal projelerin orduya ait şirketlere tahsis edilmesinin Mısır ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacağını iddia etmiştir. (Saleh, 2016) Ancak bu yaklaşım, askeri şirketlerin özel sektöre göre belirgin ayrıcalıklar elde etmesi nedeniyle, özel sektörü ciddi şekilde zarara uğratmış ve açıkça rekabetten dışlamıştır. (Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2018). Ordunun temel ihtiyaç maddelerini nispeten düşük fiyatlarla temin etmesi vatandaşlara kısa vadeli bazı faydalar sağlamasına rağmen, özel sektörün erozyona uğraması ve ekonomik ortamdaki zayıf rekabet, ulusal güvenliğin belirleyici unsurlarından biri olan ülke ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Ordunun ekonomik hedeflere odaklanması, güvenliği sağlama becerisini baltalamış; 2015 yılında Mısır güvenlik güçleri 8’i Meksikalı turist olmak üzere 12 kişiyi “terörist olduklarına inandığı gerekçesiyle” yanlışlıkla öldürmüştür. (BBC, 2015). Sina Yarımadası’ndaki aşırılık yanlılarının yaklaşık 10 yıldır devam eden askeri isyanı, Mısır ulusal güvenliğine yönelik en büyük engeli temsil etmektedir. Kasım 2017’de bir Sufi camisinin hedef alındığı terör saldırısında 27’si çocuk 305 kişi öldürülmüştür. (Hamdi ve diğerleri, 2017).

Gazetecilerin bu bölgelere girmesine izin verilmezken, Sina’daki silahlı kuvvetlerin stratejisi, bu tür geleneksel olmayan çatışmalar için gerekli savaş kabiliyetlerinden yoksun olması ve bunun siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarının göz ardı edilmesi nedeniyle çokça eleştirilmektedir. Ayrıca, bölgede çokça insan hakları ihlali yapılmakta ve bu da çatışmayı körüklemektedir.Burada, silahlı kuvvetlerin ekipman sıkıntısı çekmediğine dikkat edilmelidir. Bazı istatistikler, 2012 ile 2016 arasındaki askeri harcamalar ile 2013 sonrası arasında büyük bir artış yaşandığına işaret etmektedir. (Aude ve diğerleri, 2017). Güvenlik stratejisindeki bu başarısızlık, güvenliği korumak pahasına ordunun siyasete ve ekonomiye katılımının artması göz önüne alındığında daha da kötüleşebilir.

 

Sisi Rejimi ve “Güvenlikleştirme” Teorisi

 

“Güvenlikleştirme” teorisine göre, bir şeyi basitçe güvenlik sorunu olarak sınıflandırmak onu güvenlik meselesi haline getirir. Güvenlikleştirme; bir aktörün bir konuyu siyasetten uzaklaştırarak güvenlik endişesi olan bir alana taşımaya çalışması, böylece yapay bir tehdide karşı istisnai araçları meşrulaştırması anlamına gelmektedir. (Stone, 2009). “Ulusal güvenlik” terimi Mısır anayasasında 7 defa zikredilmektedir. Bunların çoğu, 2014 yılında oluşturulan ve Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir “Milli Güvenlik Kurulu” kurulmasını öngören 205. Madde kapsamındadır. Terim ayrıca bilgi güvenliği, medya ve bilgi dolaşım özgürlüğü bağlamında da iki kez geçmektedir. Yasa, basının “ulusal güvenlik gerekliliklerine” uymasını şart koşmaktadır. (Mısır Anayasası, 2019). Sisi, yaptığı konuşmalarda defalarca Mısır’ın ekonomik, sosyal, siyasi ve güvenlik boyutlarıyla ciddi ve çeşitli zorluklarla karşı karşıya olduğunu dile getirmiştir. Ancak Mısır’ın bütünlüğü ile ilgili en ciddi tehdidin dışarıdan değil, içeriden olduğunu sürekli vurgulamıştır. Sisi’ye göre, Ocak devriminden bu yana Mısır gerçek bir tehdit altındadır. Bu bağlamda Sisi, devleti komşu ülkeler gibi çökmemesi için “varoluş savaşı” yürüttüğünü ileri sürmektedir. (BBC, 2014).

 

Temmuz 2013 darbesinden bu yana “milli güvenlik” terimi, cumhurbaşkanı ve hükümet yetkililerinden “stratejik uzmanlar” olarak adlandırılanlara ve komplo teorisyenlerinin yanı sıra medya ve vatandaşların bir kesimine kadar en çok kullanılan terimlerden biri haline gelmiştir. Terim aynı zamanda devlet temsilcileri ve güvenlik ve askeri yetkililer tarafından Mısır ulusal güvenliğini tehdit eden “yakında gelen tehlikeler” için kullanılmıştır. (El Aswad, 2016). Bu tehlikelerle nasıl başa çıkılacağını tartışmak üzere birçok seminer ve konferans düzenlenmiştir. Onlara göre bu, muhalif sesleri susturmak ve ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı da dahil olmak üzere insan hakları ihlallerini görmezden gelmek anlamına gelmektedir. Sisi rejimi, geleneksel medya ve araştırma merkezleri üzerinde mutlak kontrol kullanarak “güvenlikleştirme” stratejisini kullanmıştır. Rejim güvenlik faktörünü abartmış; siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerle ilgili çözüm bulma olasılığı hakkındaki her türlü tartışmayı bastırmak için ve ülkenin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğu gerekçesiyle muhaliflerin cezalandırılmasını haklı çıkarmak için tüm bu olayları güvenlik perspektifinden ele almıştır.

 

Özet

 

Çağdaş bakış açısına göre, güvenlik araştırmalarında; güvenlik bireylerin, devletin ve sistemin rol oynadığı, siyasi ve askeri faktörler kadar ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin de önemli olduğu bir etkileşim durumunu temsil etmektedir. Devletin gücü sadece maddi faktörlerle ölçülmez, aynı zamanda siyasi ve sosyal bütünlüğünün; iç ve kurumsal istikrarının kapsamıyla da ölçülür. Üçüncü dünya ülkelerindeki güvenlik sorunları öncelikle içseldir. Bunun nedeni, devletin tarihinin henüz yeni olması ve sınırlı bir taban desteğine dayanan rejim şeklidir. Bu, temel konularda fikir birliğinin kaybolmasına ve hakim rejimlerin meşruiyetinde bir dengesizliğe neden olmuştur. Temel değerlerin tanımındaki ve güvenlik kavramındaki çelişkiler, servet ve gelirde sürekli büyüyen eşitsizlikler, toplumsal ve etnik gerilimler ve çoğu üçüncü dünya rejiminin baskıcı olan ve halkı temsil etmeyen yapısı, ulusal güvenlik için en büyük engellerdir. Üçüncü dünya genellikle “dış güç” olarak tanımlanan bu tehdit “gayrimeşru” olarak gösterilir ve rejimin kendi baskıcı eylemlerini “meşru” göstermesi için bir araçtır. 1952’den beri Mısır’da hüküm süren askeri rejim, rejimin güvenliğini sağlamak için benzer stratejiler benimsemiştir. Bu strateji; baskıyı kontrol altına almak ve kritik kararlar haricinde sınırlı ve belirli halk katılımına izin vermeyi içermektedir. Rejim, içeride ve dışarıda dikkati iç krizlerden ve taleplerden uzaklaştırmak için dışsal bir yönelim kullanmaktadır. Dış baskılar nedeniyle kullanımını azaltsa bile, askeri rejimlerin başvurduğu stratejilerden biri halen baskı stratejisidir.

2013 askeri darbesinden bu yana Sisi, belirgin özellikleri olan bir ulusal güvenlik yaklaşımını benimsemiştir. Birincisi: Ulusal güvenlik konusu resmi söylem ve rejimin sözcüleri düzeyinde geniş bir şekilde kullanılmıştır. Çoğu siyasi, ekonomik ve sosyal kriz güvenlik perspektifinden ele alınmış, bu da tartışma, diyalog ve değerlendirme gibi aşamaları engellemiş ve ihlal edenleri ulusal güvenliğe tehdit olarak göstermiştir.

İkincisi: Rejimin güvenliği; yani mutlak güç ve kontrolün sağlanması meselesi ulusal güvenliğin temel dayanağı ve ulusal güvenlikle ilgili diğer tüm kararların alınmasında tek öncelikli referans haline getirilmiştir. Bu kararlar, toplumun birliğini bozmak; su sınırlarını ve doğal kaynakları tehlikeye atmak gibi ülkenin yüksek çıkarlarına aykırı olsa bile rejimin güvenliği esas unsur olarak belirlenmiştir.

Üçüncüsü: Ordunun rejimin güvenliğini korumak için ekonomik ve siyasi meselelere derinden dahil olması, ulusal güvenlik üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratmıştır. Ordunun dikkatini, sınırları korumak ve ülkenin güvenliğini sağlamak olan birincil görevinden uzaklaştırmış; aynı zamanda ordunun etkinliğini ve bütünlüğünü tehdit eder hale gelmiştir.

Dördüncüsü: Ulusal güvenlik; medyayı ulusallaştırılmak, sivil toplum örgütlerini kıskaca almak, aktivistleri hedef almak, vücut bütünlüğü, siyasi haklar, düşünce ve ifade özgürlüğü hakları da dahil olmak üzere insan haklarını geniş çapta ihlal etmek için bir bahane olarak kullanılmıştır. Bu baskıcı önlemleri haklı çıkarmak için bir dizi yasa ve mevzuat çıkarılmıştır.

 

Kaynakça

 

Achrainer, Christian. Nisan 2020. BTI 2020 Ülke Raporu Mısır. S: 29- 31.

https://www.researchgate.net/publication/341459079_BTI_2020_Country_Report_Egypt.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2020.

 

Al Jazeera.com, 7 Şubat 2018. “Mısır, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalifleri engelliyor”

 

https://www.aljazeera.com/news/2018/2/7/egypt-curbs-opponents-of-presidential-election. Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

Al Jazeera.net. 4 Aralık 2019. “Sisi, Dışişleri Bakanlığı’nın Mısır’ın Akdeniz gazı üzerindeki haklarına ilişkin uyarılarını dikkate almadı”.

 

https://www.aljazeera.net/news/politics/2019/12/4/%D8%A7%D9%84%D8%AC%D8%B2%D9%8A%D8%B1%D8%A9-%D9%85%D8%A8%D8%A7%D8%B4%D8%B1-%D8%AA%D9%86%D8%B4%D8%B1-%D9%88%D8%AB%D8%A7%D8%A6%D9%82-%D8%AA%D9%83%D8%B4%D9%81-%D8%AA%D9%86%D8%A7%D8%B2%D9%84 Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Alkhshali Hamdi, Laura Spark ve Cullinane Susannah. 26 Kasım 2017. “Mısır cami saldırısında ölü sayısı 300’ün üzerine çıktı”, CNN.

 

https://www.cnn.com/2017/11/25/africa/egypt-sinai-mosque-massacre/index.html.

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

Ayoob, Muhammed. 1983 “Üçüncü Dünyada Güvenlik: Solucan Geri Mi Dönüyor?” Uluslararası İlişkiler (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü 1944-) 60, no. 1 (1983): 41-51.

 

https://doi.org/10.2307/2618929

 

Bakir H, Ali. 6 Şubat 2020.” Mısır Ulusal Güvenliği: Libya ve Doğu Akdeniz’deki Çatışma”. Al Jazeera Araştırma Merkezi. https://studies.aljazeera.net/en/node/4561

 

Baylis, John. “Uluslararası ilişkilerde Güvenlik Kavramı” (Globalization and Environmental Challenges in the Reconceptualizing Security in the 21st Century) Brauch, Hans ve diğerleri, 2008. New York: Springer. s. 526 -28.

 

BBC. 28 Mart 2014. “Sisi: ‘Mısırlıların talebine cevap veriyorum’”. https://www.bbc.com/news/world-middle-east-2676420

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

BBC. 14 Eylül 2015. “Mısır güvenlik güçleri tarafından öldürülen Meksikalı turistler”. https://www.bbc.com/news/world-middle-east-34241680. Erişim tarihi: 6 Ocak 2022.

 

Buzan, Barry. 1991. “Yirmi Birinci Yüzyılda Küresel Güvenliğin Yeni Modelleri.” Uluslararası İlişkiler (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü 1944-) 67, no. 3 (1991): 431-51. s. 431-433 https://doi.org/10.2307/2621945

Mısır Anayasası. https://manshurat.org/node/14675

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

El Aswad, Maha. Mart 2016. “Mısır’da Bilgi Edinme ve Ulusal Güvenlik Hakkı”. Düşünce Özgürlüğü Derneği ND İfade Özgürlüğü. Kahire 2016

 

Fahmy, Omar. 28 Mart 2016. “Sisi, devlet yolsuzluğundan bahseden en üst düzey denetçiyi görevden aldı”. Reuters.

https://www.reuters.com/article/us-egypt-sisi-corruption-idUSKCN0WU1TN

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

Fleurant Aude, Wezeman Pieter D, Wezeman Siemon T. ve Tian Nan. Şubat, 2017. “Uluslararası Silah Transferlerinde Trendler, 2016, SIPRI Bilgi Sayfası. https://www.sipri.org/sites/default/files/Trends-in-international-arms-transfers-2016.pdf.

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

Gamaty, Guma, 7 Kasım 2019. “Milisler ve paralı askerler: Hafter’in Libya’daki ordusu”. Middle East Eye. https://www.middleeasteye.net/opinion/militias-and-mercenaries-haftars-army-libya.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Goma, Ahmed. 3 Ocak 2020. “Kahire, Türk birliklerini Libya’nın dışında tutmak için destek istiyor”. Al-Monitor. https://www.al-monitor.com/originals/2020/01/egypt-libya-intervention-escalation-russia-hifter-gna-lna.html.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Grimm, Jannis. 2015. Mısır’da Sivil Toplumunu Bastırmak: Devlet Şiddeti, Kamusal Alanın Kısıtlanması ve Yargısız Zulüm. SWP Yorumları. Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü.

 

İnsan Hakları İzleme Örgütü. 28 Mayıs 2019. “Canınız için korkuyorsanız Sina’yı terk edin” Mısır Güvenlik Kuvvetleri ve IŞİD’in Kuzey Sina’daki İştirak Suistimalleri.

https://www.hrw.org/sites/default/files/report_pdf/egypt0519_web3_0.pdf.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Liotta, P.H. ve Owen, T. 2006 ‘Neden İnsan Güvenliği? Whitehead Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler Dergisi, 7 (1): s 42

 

Mahmoud, Khalid. 30 Kasım 2018. “Sisi’nin Libya’daki Tutkuları” Sada Journal, Carnegie. https://carnegieendowment.org/sada/77847

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Reuters. 7 Eylül 2016. “Mısır, çoğu eski general olan altı il valisini belirledi”. https://www.reuters.com/article/us-egypt-governors-idUSKCN11D285

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

  1. 6 Aralık 2019.” Sameh Shoukry: Erdoğan ve Sarraj’ın anlaşması Mısır’ın çıkarlarını etkilemiyor ama durumu karmaşıklaştırıyor”.

https://arabic.rt.com/middle_east/1066064-%D8%B3%D8%A7%D9%85%D8%AD-%D8%B4%D9%83%D8%B1%D9%8A %D8%A7%D9%84%D8%A7%D8%AA%D9%81%D8%A7%D9%82-%D8%A8%D9%8A%D9%86-%D8%A3%D8%B1%D8%AF%D9%88%D8%BA%D8%A7%D9%86-%D9%88%D8%A7%D9%84%D8%B3%D8%B1%D8%A7%D8%AC-%D9%84%D8%A7-%D9%8A%D9%85%D8%B3-%D9%85%D8%B5%D8%A7%D9%84%D8%AD-%D9%85%D8%B5%D8%B1/.

 

4 Ocak 2022’de erişildi.

 

Ryan, Crutis. (2001). Mısır’da Siyasi Strateji ve Rejimin Hayatta Kalması. Üçüncü Dünya Araştırmaları Dergisi, 18(2), 25-46. Üçüncü Dünya Araştırmaları Derneği tarafından yayınlandı. (ISSN: 8755-3449).

 

Saleh, Heba. 15 Aralık 2016. “Mısır ordusu iş anlamına geldiğinde”, Financial Times. https://www.ft.com/content/49b5d19a-bff6-11e6-9bca-2b93a6856354.

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

Devlet Bilgi Hizmetleri. 13 Ekim 2018, Sisi: Bölgesel kaos halk sayesinde önlendi. https://sis.gov.eg/Story/135593/Sisi-Regional-chaos-averted-thanks-to-people?lang=en-us.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Stone, Marianne. 2009. “Buzan’a Göre Güvenlik: Kapsamlı Bir Güvenlik Analizi”. https://www.researchgate.net/publication/239548228_Security_According_to_Buzan_A_Comprehensive_Security_Analysis.

 

Tahrir Ortadoğu Politikası Enstitüsü. 24 Temmuz 2018. “Mısır’ın Teröre Karşı Savaşının Beş Yılı”. https://timep.org/esw/five-years-of-egypts-war-on-terror/.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Taureck, Rita. 2006 “Seküritizasyon teorisi ve güvenlikleştirme çalışmaları.” Uluslararası İlişkiler ve Kalkınma Dergisi 9. s 56

 

Uluslararası Şeffaflık. Mar 2018. “Subaylar Cumhuriyeti: Mısır Ordusu ve gücün kötüye kullanılması”. s (8:18)

 

https://www.transparency.org.uk/publications/the-officers-republic

Erişim tarihi: 4 Ocak 2022.

 

Trobbiani, Riccardo. 2013. “Ulusal Güvenlik ve İnsan Güvenliği Birbiriyle Nasıl İlişkilendirilmelidir?”. https://www.e-ir.info/2013/04/26/how-should-national-security-and-human-security-relate-to-each-other/

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022

 

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) (1994), İnsani Gelişme Raporu 1994: İnsan Güvenliğinin Yeni Boyutları, Oxford: Oxford University Press. sayfa 22-25

 

Evrensel Periyodik İnceleme (UPR) Çalışma Grubu, Kasım 2019 “Mısır: Terörle Mücadele ve Ulusal Güvenlik Bağlamında İnsan Hakları İhlalleri” 34. Oturum.

https://uprdoc.ohchr.org/uprweb/downloadfile.aspx?filename=6816&file=EnglishTranslation.

Erişim tarihi: 2 Ocak 2022.

 

Waever, Ole. 1995. “Güvenlikleştirme ve Güvenliksizleştirme”. Güvenlik Üzerine. editör / Ronnie D. Lipschutz. Columbia Üniversitesi Yayınları. s.6-8

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu