Ulus Devletin Yeni İmtihanı: Pandemi

Tarihin her döneminde büyük değişimler, büyük krizlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Ya da şöyle diyebiliriz tarih boyunca büyük krizler, büyük değişimler doğurmuştur. Bu döngüyü kavrayabilmemiz için üzerinde biraz tartışmaya ihtiyaç var gibi görülmektedir. Peki, büyük değişimlerin yaşanmasını gerekli kılan ortam mı krizleri doğurmaktadır? Yoksa yaşanan büyük krizler mi yeni bir ortamın doğmasını gerekli kılmaktadır? Bu sorunun cevabını bulmak bugün de yaşamakta olduğumuz büyük değişim sürecini kavramamız için önemli bir mihenk taşına sahip olmak anlamına gelecektir.

Bugün tüm dünya gerek fert fert gerekse ülke ülke hissedilen uluslararası bir pandemi sorunu ile karşı karşıyadır. Ekonomik hayatı, seyahat hareketliliğini, eğitim sistemini kısacası hayatımızın her alanındaki alışkanlıklarımızda kökten bazı değişikliklere sebep olan bu pandemi süreci insan psikolojisinden toplum sosyolojisine, ülkelerin siyasal yapısından iktisadi hayatın yönetimine kadar her alanda birçok sorunu ortaya çıkartmaktadır. İnsanlık tarihi için, “İnsanın karşılaştığı sorunlar karşısında geliştirdiği savunma mekanizmaları ve tedbirlerin etkisiyle yaşanan dönüşümden ibarettir.” Diyebiliriz. Yaşanan pandemi sürecinin şimdiden hayatlarımızda birçok şeyi değiştirdiğini hep birlikte yaşamaktayız. Bundan sonrası için ise artık yeni normallerin konuşulduğu, hayatımızdaki hemen her alanda sistematik değişikliklerin yaşanacağı yeni bir döneme gireceğimiz öngörülmektedir. Bu bağlamda pandemi sürecinin, ulus devletlerin küreselci akım karşısındaki direncine etkisi üzerinde durmak faydalı olacaktır.

Bir meseleyi tartışmak ve değerlendirebilmek için önce o meseleyi anlamak gerekir. Doğru bir anlama süreci için ise öncelikle kavramların doğru bir şekilde anlamlandırılması gerekmektedir. Bu bağlamda öncelikle kavramlarımızı doğru bir zeminde anlamamız ve anlamlandırmamız temel bir zorunluluktur.  Bu yazının temelini oluşturacak üç temel kavramdan bahsedebiliriz bunlar “Ulus”, “Ulus Devlet” ve “Pandemi” kavramlarıdır.

Ulus kavramı 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkan, bireylerin toplamını aşan bir sentez oluşturma düşüncesinin, aynı coğrafyada yaşamak, aynı dili konuşmak gibi tanımlamalar temelinde, “ortak kader” ve ortak soy” duyguları çerçevesinde anlam kazanmıştır. Günümüz dünyasında en yaygın devlet biçimi olarak karşımıza çıkan “Ulus Devlet” ise 15. ve 16. Yüzyılda Avrupa’da merkezi yönetim şeklinde ortaya çıkmış ve din ile dünyevi tüm kurumları etkisi altına alarak ulus tanımlaması üzerine kurulmuş yapılardır. Ulus devlet yapısı üniter tekçi yapılar ve federal yapılar olmak üzere iki farklı formda, kapitalizmin siyasi yapılanması şeklinde vücut bulmuştur. Ulus devlet anlayışının en temel göstergelerinden biri kendi sınırları içinde homojen bir nüfusa sahip olma çabası olarak ortaya çıkmıştır.[1]

Ulus devletlerle aynı dönemde ortaya çıkan ve önce Avrupa’da yerleşip sonrasında ise önce Doğu Avrupa’ya oradan da tüm dünyaya yayılan milliyetçilik fikri ulus devletlerin ideolojisi olmuştur. Avrupa’da yaşanan gerek mezhepler arası gerekse kilise ile devlet yönetimi arasındaki iktidar kavgalarını bitirmek için oluşan bu yeni ideolojik denklem dünyanın geri kalanında iç karışıklık ve çatışmaların tetikleyicisi olmuştur. Bu çatışma ve karışıklık süreçlerine çözüm aranan uzun bir dönem neticesinde ulus devlet yapısı ve bu devlet yapısının toplumları dini, ırki ve ideolojik tek tipleştirme sürecine dönüşen milliyetçilik fikri çare olarak tüm dünyaya her yönüyle adeta dayatılmıştır. Yer yer faşizme varan bu tek tipleştirme süreçleri aynı zamanda, sınıfsal yapıların ortadan kalkması ve eşit vatandaşlık fikrini doğuran ve besleyen bir uluslaşma süreci olmuştur. Meşruiyet kaynağı din, soy veya krallık olmaktan çıkmış ve uluslara dayanan laiklik ve demokrasi fikirleri temelli yeni bir meşruiyet olgusu gelişmiştir. Meşruiyetin kaynağı olan uluslar ile yönetimi elinde tutan kesimler arasında yeni bir iktidar mücadelesi gelişmiş ve halkların daha fazla demokrasi talebinin oluşması zamanla ulus devlet yapılarının da sınırlarını zorlamaya başlamıştır.

Ulus devletler meşruiyetlerini yönetimleri altındaki ortak dil, tarih ve kültürde birleştirdikleri ulusa dayandırırken bu ulus yapısında eşit vatandaşlık fikriyle bireyi öne çıkartmışlardır. Zamanla bireyin güç kazanması ulus devletin ideolojik yapısındaki kutsiyet atfettiği fikirleri de sorgulamaya açmış ve birey mi devletin muhafazası içindir yoksa devlet mi bireyin muhafazası içindir? Tartışmalarının ortaya çıktığı bir döneme girilmiştir. Bu dönem küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte ulus devletin inşası döneminde dini ve etnik fikirlerin birleştiriciliğini ve hâkimiyet oluşturma zeminini yok ederek ortak ulus fikrine zemin hazırlayan bireyin güçlenmesi süreci, şimdi de ulus devletin hâkimiyet zeminini zora sokmaya başlamakta ve küresel yeni bir hâkimiyet teorisine temel oluşturmaktadır.

Küreselleşme iletişim araçlarında yaşanan büyük gelişmeler neticesinde tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hız kazanmış ve etkinliğini artırmıştır. Bugün burada söylenen bir söz anında tüm dünyaya internet yoluyla ulaşabilmekte ve anlık tercüme programları etkisiyle de dil, ırk veya devletlerin çizdiği sınırlar bu iletişimin yayılımında hiçbir kısıtlamaya sebep olmamaktadır. Her türlü bilgi sınırları aşarak her bir bireye ulaşmakta ve kişilerce bireysel olarak yorumlanabilmektedir. Bu iletişim imkânı, halkları tek tipleştirerek yeni bir ulus yaratma fikrini tamamen çökertmiş ve bireyin devlete rağmen var olma arzusunu perçinleyen bir süreç doğurmuştur.

Birinci dünya savaşı sonrasında imparatorlukların yıkılması ve tüm dünyada ulus devletlerin kurulması, her ulus kendi devletini kurma hakkına sahiptir fikri temelinde yükselen bir süreç olmuştur. İkinci dünya savaşı sonrasında ise 24 Ekim 1945 tarihinde Birleşmiş Milletlerin kurulması ile ulus devletler için yeni bir süreç başlamıştır. Öncesinde uluslararası örgütlere temel teşkil edecek birçok örnek yapı bulunsa da Birleşmiş Milletlerin kurulması uluslararası örgütlerin yapısı ve etkisi bakımından yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Devam eden süreçte artık uluslararası örgütler ekonomi politikalarından, gümrük yönetimine, aile hukukundan insan haklarına, tarihi eserlerin korunmasından Sağlık politikalarına, Gıda ve Tarım Politikalarından Çevre sorunlarına kadar her alanda tek bir küresel fikri dayatan yapılara dönüşmüşlerdir. Bu dayatma bazen imzalanan çeşitli uluslararası sözleşmeler aracılığıyla kimi zaman ise imzalanmış bir sözleşme olmasa bile çeşitli baskı araçlarını kullanarak devletleri aşan karar mercilerini ortaya çıkartmıştır.

 Uluslararası hukukun koruması altında, uluslararası şirketlerde çalışan, uluslararası dijital para kullanan ve uluslararası iletişim gücüne sahip sosyal medya kullanıcısı yeni birey için devletin kutsiyeti her geçen gün önemini kaybetmektedir. Küreselleşme sürecinin ulus devlet yapısını tartışmaya açtığı böyle bir dönemde ortaya çıkan pandemi süreci ekonomik, siyasi, idari ve sosyal hayattaki her alışkanlığı değiştirmekte ve devletler tarafından çözüm üretilemeyen bir süreç yaşanmaktadır.

Eğitimi online ortama taşınan öğrencilerden evden çıkma izinleri belirli saatlere bağlı olan 65 yaş üstüne kadar herkesin dilinde artık yeni bir kelime var “pandemi”. Pandemi kelimesi ülkemizde ilk covid-19 pozitif vakanın tespit edildiğinin açıklandığı 11 Mart 2020 gününde, DSÖ tarafından da covid-19 salgınının “pandemi” olarak tanımlanmasıyla hayatımıza girdi. Pandemi kelimesi halk içinde salgın veya kısıtlama anlamlarında kullanılmaktadır. Salgın manasının doğru karşılığı esasen “Epidemi” kavramıdır. Bir hastalığın kontrol dışına çıkarak salgın haline dönüşmesini ifade eder. Kısıtlama anlamı ise “Karantina” veya Osmanlı’nın kullanımı ile “usûl-i tehaffuz”[2] olarak ifade edilebilir. Pandemi ise daha çok salgının coğrafi yayılımı ile ilgili bir kavramdır. Salgının ülkeler, kıtalar aşması hatta tüm dünyayı etkileyen bir hal almasını ifade eder. Türk Dil Kurumu bilim kurulu üyesi Prof. Dr. Hayati Develi’nin tanımlamasıyla pandemi için belki “Genel Salgın” diyebiliriz. [3] Yani Epidemi bulaşıcı bir hastalığın salgın halinde bulunmasını ifade ederken, pandemi bu salgının coğrafi olarak uluslararası bir yayılıma dönüşmesini ifade eder.

Pandemi süreci ilk etapta her devlette kendini korumaya alma refleksini harekete geçirmiş ve seyahat yasakları, ekonomik destek tedbirleri gibi içe kapanma tedbirlerini uygulamaya sokmuştur.  Fakat pandeminin ikinci dalgasının daha etkili bir şekilde hissedilmesiyle birlikte artık bu sorunun kısa süreli tedbirlerle çözülemeyeceği görülmüş ve alınan tedbirlerin sadece günü kurtarmaktan ibaret olduğu anlaşılmıştır. Hastalığın seyri karşısında ülkelerin tek çaresi bu salgının sağlık sisteminin taşıma kapasitesini aşmayan bir seviyede tutulmasının sağlanması ve aynı zamanda salgını kontrol altında tutmak için alınan tedbirlerin de ekonomik çarkların dönmeye devam edeceği bir seviyede tutulması dengesini sağlamak olmuştur. Devletler kendi başlarına covid-19 virüsünün sebep olduğu hastalığın tedavi edilmesi, virüsün hastalar üzerinde bıraktığı kalıcı hasarların incelenmesi, bu salgının tamamen sona ermesi gibi konularda çaresiz kalmıştır. Hatta hastalığın tespit edilmesi için yapılan testler ile insan vücudunun hastalığa karşı bağışıklık kazanıp kazanmadığının tespiti için yapılan antikor testlerinin doğruluk oranlarının güvenilmezliği ortada olmasına rağmen devletler bu tartışmaları dahi yok sayarak Dünya Sağlık Örgütünce belirlenen standart tespit ve tedavi yöntemlerini uygulamaktan başka bir çözüm üretememişlerdir.

Pandemi karşısında koca bir tıp dünyası doğruluk oranları tartışmalı burun ve boğazdan alınan sürüntü örneği ile yapılan PCR testi sonucuna göre başka hiçbir test yapmadan yaşına veya mevcut hastalıklarına bakılmaksızın herkese verilen ağır yan etkilere sahip tek tip bir ilaca mahkûm hale gelmiştir. Pandeminin başından itibaren kullanılan bazı ilaçlar DSÖ’ce covid-19’un tedavisinde hiçbir faydası olmadığı gerekçesiyle tedavi protokollerinden kaldırılmıştır. Tüm dünyayı adeta ilaç deneklerine çeviren mevcut tıbbi süreç küresel tek tipleştirme süreçlerinin de nasıl bir faşizme dönebileceğini ortaya koymuş ve DSÖ’nün belirlediği standartların haricinde hiçbir alternatif tedavi yöntemi konuşulamaz olmuştur.

 DSÖ’nün baskıları sonucu devletler, günlük vakalar ve ölüm sayılarını açıklamakta ve bu veriler üzerinden yapılan istatistikler ile adeta bir korku imparatorluğu oluşturulmaktadır. Hiç kimse de verilen ölüm oranlarının sadece (PCR testi yapılan hastalardan testi pozitif çıkanlar / Bu hastalar içinden ölenler) işlemi sonucunda çıktığını dolayısıyla verilen oranların Covid-19 virüsü sebebiyle hasta olan insanların % kaçının öldüğünü göstermediğini tartışmamaktadır. Yapılan tüm çalışmalar covid-19 hastalarının en az %40 ‘ının semptom göstermediğini ifade etmektedir. Dolayısıyla gerçekte bu oranların çok daha düşük seviyelerde olması gerekmektedir. Bu tartışmalar tek başına bir yazının konusu olacak kadar geniş bir hacmi kapsadığından biz bu yazıda bu kadar değinmekle yetineceğiz.

Artık aşı denince hepimizin aklına ilk gelen isim Bill Gates tarafından pandemi ortamından kurtuluş ve eski normallere dönüş için tek çarenin tüm dünyanın aşılanması olduğu iddia edilmiş ve ilaç şirketlerince de tam gaz aşı üretilmesi için çalışmalara başlanmıştır. Virüsün varlığını bile kesin olarak tespit edebilecek test kitlerini üretmekte aciz kalan tıp teknolojisi hızlıca birkaç aşı geliştirmiş ve yine tek tipçi küresel bir dayatmayla bu aşıların yeterliliği ve güvenilirliğinin tartışılmasına dahi müsaade etmeyerek insanlığa tek çözüm yolu olarak sunulmuştur.

Tüm bu süreçte devletlere düşen rol ise günlük vaka sayılarının açıklanarak korkunun büyütülmesi, basın yayın organlarına verilen reklamlarla ölüm korkusu üzerinden insanların esarete hazır hale getirilmesi, tek çözüm olarak sunulan aşı ile ilgili ümidin beslenmesi, yetmezse çeşitli dayatmalarla insanların aşılanmasından ibarettir. Bir de şimdi aşı şirketlerinin aşıdan kaynaklanacak problemler karşısında devletlerden istediği hukuki muafiyet talepleri vardır. Hiçbir devlet bu kurgunun dışına çıkacak bir sistem geliştirememektedir. Hatta bu kurguyu bile tartışamamakta ve kurgunun dışına çıkacak tartışmalar da açamamaktadır. Hiçbir devlet temsilcisinin açıklamalarında veya basın yayın organlarında meselenin farklı bir yönü konuşulamamaktadır. Konuşanlar da faşizanca susturulmakta; komplocu v.b. ithamlarla itibarsızlaştırılmaktadır.  Mesela her gün, diğer hastalıklardan ölen kişi sayıları da açıklansa acaba covid-19’dan ölen kişi sayısı ile karşılaştırdığımızda nasıl bir sonuca varırız? Covid-19 gerçekten korkulacak derecede öldürücü bir hastalık mıdır? Yoksa her hastalık kadar mı öldürücüdür? Sorularını bile tartışamamaktayız. Şirket aşı bulacak ve devletlerde vatandaşlarına bu aşıları yapacaklar, peki bu aşılar çözüm olacak mı? Veya neyi ne kadar çözecek? Devletler şu anda bu soruları tartışmaktan aciz bir noktadadır.

Bu pandemi sürecinde Dünya Sağlık Örgütü’nün dayattığı kurgunun dışına çıkmaya çalışan birkaç liderin ise akıbetleri şaşırtıcı olmuştur. İngiltere Başbakanı Boris Johnson 16.03.2020 tarihinde ülkede kısıtlama ve kapama kararları almayı düşünmediklerini ve “sürü bağışıklığı” stratejisiyle virüsün toplumun %60’ına bulaşmasını bekleyerek insan vücudunun geliştireceği bağışıklık sayesinde bu pandemiden çıkış sağlanabileceğini açıklamıştı.[4] 11 gün sonra 27.03.2020 tarihinde ise Boris Johnson’un covid-19 testinin pozitif çıktığı açıklandı.[5]

Doğu Afrika ülkesi Burundi Devleti ise 13.05.2020 tarihinde DSÖ’nün, Afrika’da Covid-19’dan daha fazla ölüme sebep olan sıtma için de gerekli çalışmaları yapmadığını söyleyerek DSÖ’ nün 3 uzmanını ülkede istenmeyen adam ilan etti ve 3 gün içinde ülkeyi terk etmelerini istedi.[6] 3 gün sonra da DSÖ uzmanları ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Aradan 22 gün geçince 06.06.2020 Cumartesi akşamı voleybol oynadıktan sonra evine giden 55 yaşındaki Cumhurbaşkanı Nkurunziza gece rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Pazartesi günü ise kalp krizi geçirerek vefat ettiği açıklandı.[7] 16.06.2020 tarihinde ise Cumhurbaşkanının covid-19’dan dolayı öldüğü iddia edildi ve kayıtlara covid-19 sebebiyle ölen ilk lider olarak geçti.[8] Buradan birçok komplo teorisi çıkartılabilir fakat biz olaylardan sıyrılarak meseleye daha geniş bir çerçeveden bakmaya çalışalım.

Pandemi süreci ile hayatımızdaki normaller rafa kalktı ve artık yeni normallerimiz var. Sosyal mesafe diye yeni bir kavramımız var. Bireyselleşmenin zirveye yaklaştığı bir noktayı hep birlikte yaşıyoruz. İnsanlar bireyselleştikçe özgürleşecekleri vaadiyle dini, etnik, mezhebi ve aşiretsel bağlantılarından kopartılarak önce ulus devletlerin tek tipleştirici milliyetçi, laik politikalarına esir edilmişlerdi. Şimdi de daha fazla bireyleşerek devletleriyle olan bağlarından da koparılarak küresel oligarşinin esiri haline getirilmekle karşı karşıyadır. Bireyin korunması alanında uluslararası ve ulus üstü kuruluşların etkisinin artması, ulus devletin sınırlandırılması ve kısıtlanması anlamına gelmektedir. 

Ulus devletler yapıları itibariyle, kendi hâkimiyet alanlarında hükmetme gücünü elinde bulundurma arzusu gütmüşlerdir. Ulus devletlerin hâkimiyetleri kapitalizmin taşıyıcı gücü olmalarıyla kurulmuştur. Küreselleşmenin etkinliğini bu kadar artırdığı böyle bir ortamda sürekli daha fazla kazanma arzusundaki küresel sermaye ile hâkimiyet alanının kısıtlanmasına direnen ulus devletlerarasında ki bu iş birliği yara almıştır. Kapitalizm artık ekonomik alandaki etkinliği alabildiğine sınırlandırılmış bir ulus devlet modeli istemektedir. Ulus devletler için ise ekonomik alan ile sınırlı da olsa hâkimiyet alanlarının kısıtlanması kolay kabul edilebilir bir durum değildir.

Ulus devletler her ne kadar yeni küresel dünya düzeni için önemsiz ve hatta zararlı görülseler de bu mevcut düzen hala ulus devletler üzerinde kurulmuştur ve devam etmektedir. Her şeye rağmen henüz Ulus Devletlere eş güçte ulus üstü veya ulus ötesi şeklinde tanımlanabilecek bir yapı kurulamamıştır. Dolayısıyla bir süredir ulus devletler küresel sistemle yeniden bir entegrasyon süreci yaşamaktadırlar. Bu devletlerin kimisi demokratik yöntemlerle egemenlik alanlarını kısıtlayan çeşitli uygulamalara ve sözleşmelere imza atmakta kimisi ise geç kaldıkları dönüşüm süreçlerini çok daha sancılı bir şekilde yaşamaktadırlar. Kuruldukları günden beri her yeni sürece entegre olmayı başaran ulus devlet yapıları öyle görünüyor ki bir kez daha kendi iç dönüşümlerini sağlayarak küreselleşmenin gerektirdiği şekliyle meşruiyet ve egemenlik kaynaklarını tekrar güncelleyeceklerdir. Yeni oluşan modelin yapısal olarak ne kadar ulus devlet sayılacağı tartışmalı olsa da küresel sistem açısından ulus devletler vazgeçilmezliğini korumaktadır.[9] Önümüzdeki dönemde devlet yapıları küresel elitlerin iktidarını perçinleyecek bir dönüşüme mi tabi tutulacak? Yoksa küresel iktidar sahiplerinin egemenliğine başkaldıracak yeni ve daha güçlü bir model mi ortaya çıkacak? hep birlikte yaşayarak göreceğiz.

Kaynakça

BAKAN, S., & TUNCEL, G. (2012). Küreselleşmenin Ulus Devlet Üzerindeki Etkisi. Birey ve Toplum , 2 (3).

Develi, P. D. (2020). Dilimize Bulaşanlar. 12 6, 2020 tarihinde www.tdk.gov.tr: https://www.tdk.gov.tr/icerik/basindan/dilimize-bulasanlar/#:~:text=Pandemi%2C%20salg%C4%B1n%20demek%20de%C4%9Fil%3A%20salg%C4%B1n,etkisi%20alt%C4%B1na%20al%C4%B1rsa%20pandemi%20oluyor. adresinden alındı

SARIYILDIZ, G. (2001). Karantina. T. D. Vakfı içinde, TDV İslam Ansiklopedisi (Cilt 24, s. 463-465). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ingiltere-kovid-19-tedbirlerini-bir-adim-oteye-tasidi/1768288
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52063804
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/burundi-dunya-saglik-orgutu-calisanlarini-ulkeden-kovdu/1839972
https://www.ntv.com.tr/dunya/burundi-cumhurbaskani-gecirdigi-kalp-krizi-sonucu-hayatini-kaybetti,msPGNY5EQkS8fJF0D1-4vg

[1] (BAKAN & TUNCEL, 2012)

[2] (SARIYILDIZ, 2001)

[3] (Develi, 2020)

[4] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ingiltere-kovid-19-tedbirlerini-bir-adim-oteye-tasidi/1768288

[5] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52063804

[6] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/burundi-dunya-saglik-orgutu-calisanlarini-ulkeden-kovdu/1839972

[7] https://www.ntv.com.tr/dunya/burundi-cumhurbaskani-gecirdigi-kalp-krizi-sonucu-hayatini-kaybetti,msPGNY5EQkS8fJF0D1-4vg

[8] https://www.cnnturk.com/video/dunya/son-dakika-koronavirusten-olen-ilk-lider-oldu-video

[9] (BAKAN & TUNCEL, 2012)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu