Karabağ: Bir Sorunun Arkeolojisi

Bir önceki yazımızda Ermenistan’ın 1988-2020 seneleri arasında dört kez Karabağ stratejisinin değişmesinden dolayı hem masada hem sahada yenildiklerini ileri sürmüş, gelinen nokta itibariyle de sorunun değişim/dönüşüm geçirdiğini belirtmiştik. Bu yazımızda ise niçin Ermenistan’ın değişmez Karabağ stratejisinin olmadığı/oluşturulamadığı üzerinde duracağız. Bu soruna yanıt bulabilmemiz için hızlandırılmış tarih turuna çıkmamız icap ediyor.

Azerbaycan ve Ermenistan arasında sorun ne zaman başladı? Karabağ bu sorunun ana odağı mıydı, odağı değildi ise ne zaman odağı oldu? gibi sorularına yanıt arayarak başlayalım. Komşu olan diğer ülkeler gibi bu iki ülke de tarihin her döneminde bazen barış bazen savaş durumunda yaşamışlar. Tıpkı Bizans ve Sasani, İspanya ve Fransa, Fransa ve Almanya, Japonya ve Çin vs. ülkeler arasında cereyan eden münasebetlerin aynısı bu iki ülke arasında da yaşanmıştır. Yani tarihsel süreçte Azerbaycan ve Gürcistan arasında süregelen münasebetlerin Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan münasebetlerden hiçbir farkı olmamıştır. Örneğin Azerbaycan’da hüküm süren Şirvanşahlar hanedanı zamanında Azerbaycan ve Gürcistan arasındaki münasebet ne idiyse Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki münasebet de oydu. Zaman zaman aralarında münakaşa çıkar, çoğu durumda işbu münakaşalar savaşa dönüşür, sınırdaş oldukları araziler bazen bu bazense o ülkenin nezareti altına geçerdi. Özetle Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki olan ilişkilerin, diğer ülkelerin kendi aralarında olan veya bu iki ülkenin diğer ülkelerle olan münasebetlerine kıyasla nev-i şahsına münhasır özelliği yoktu. Peki, ne zaman Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki münasebetler nev-i şahsına münhasır hal aldı, ne zaman bu iki ülke arasında barış, üçüncü bir ülkenin devreye girmesiyle tesis edilen/edilebilen/edilecek (?)  gerçeğe dönüştü? Bu sorunun yanıtını Azerbaycan ve Ermenistan’a ek olarak başka ülkelerin, özellikle Osmanlı ve Rusya’nın da yer aldığı dörtlü bir bağlamda aramamız gerekir.

Ermenilerin büyük çoğunluğu, Azerbaycanlılardan farklı olarak Osmanlı tebaası olmuştur. (Kuzey) Azerbaycan ise 1578-1612 yılları arasında aşağı yukarı otuz küsur sene Osmanlı hâkimiyeti altında olmuştur. Özdemir oğlu Osman Paşa’nın teşebbüsüyle Azerbaycan’ın kuzeyinde (şimdiki Azerbaycan Cumhuriyeti) Şirvanşah Beylerbeyiliği kurulmuştur.[1] Daha sonraki yıllarda/asırlarda zaman zaman Revan bölgesi Osmanlı idaresi altına geçmiş olsa da Şirvanşah Beylerbeyiliği’ne benzer bir oluşum ortaya çıkmamıştır. Ermeniler ise günümüz Ermenistan Cumhuriyeti arazisinde (Revan ve etrafı) azınlık durumunda iken Doğu Anadolu bölgesindeki bazı illerde Türk ve Kürt nüfusuna kıyasla çoğunluk durumundaydılar. Başka bir ifadeyle Ermenilerin kahir ekseriyeti Osmanlı idaresi altında yaşıyorlardı. Osmanlı devletinin Ermenilerle olan münasebetlerine şöyle hızlı bir göz gezdirecek olursak, herhangi bir anormallik görmeyiz. Aksine millet-i sâdıka diye nitelendirilen iyi tebaa profiliyle karşılaşırız. Durum böyleyken ne oldu da Ermeniler millet-i sadık’a olmaktan çıktılar? Fransız Devrimi’yle birlikte yükselen yeni fikirler daha sonra milliyetçilik diye kavramsallaştırılacak olan olgunun da fitilini ateşledi. İlk başlarda daha önceleri birbiriyle düşman olan imparatorluklar, Fransız Devrimi’nin ateşlediği yeni siyasi oluşumların önüne geçmek için birlikte hareket ettiler. Ancak farklı etkenlerin devreye girmesi, teferruatına giremeyeceğimiz hadiselerin yaşanması işbu yeni siyasi oluşumları zayıflayan imparatorluklara karşı diğer güçlü imparatorlukların kullandığı/kullanacağı araca dönüştürdü. Örneğin bu araç Osmanlı’ya karşı “başarılı” bir şekilde kullanıldı. Yunan tebaanın Osmanlı’dan ayrılması söz konusu aracın diğer imparatorluklar tarafından başarılı bir şekilde uygulandığına sadece bir örnektir. (Bu durumun iyi mi kötü mü olduğu bizi ilgilendirmiyor. Yapmaya çalıştığımız iş tarihi olguları betimlemek ve anlamaktan ibarettir.) Yunan tebaanın Osmanlı’dan ayrılarak bağımsızlığı ilan etmesi, tabir-i caizse Meksika dalgası halini aldı. Sırplar, Bulgarlar vd. tebaalar Osmanlı’dan ayrıldılar. Her tebaanın Osmanlı’dan nev-i şahsına münhasır “ayrılış” hikâyesi vardır. Bunların teferruatlarını tarih kitaplarından öğrenebiliyoruz. Ancak bu ayrılışlarda ortak olan bir husus var: Diğer imparatorlukların milliyetçiliği araç olarak kullanmaları. Şimdi gelelim millet-i sâdıka olan Ermeni tebaanın durumuna.

Osmanlı’nın Ermeni tebaasının “dertleriyle ilgilenen” ve onları “Osmanlı zulmünden kurtarmak isteyen” birçok imparatorluk vardı. Özellikle Rusya İmparatorluğu “canla ve başla” Ermenilerin “dertleriyle hemhal olmaya çalışıyordu”. Keza Fransa, İngiltere ve geç dönemde ABD de bu işe koyuldu. Önce Hıristiyan misyonerliği adı altında, akabinde söz konusu ülkelere tâbi okulların açılması vasıtasıyla Osmanlı’nın Ermeni tebaası “aydınlatılmaya” ve “sorunları çözülmeye” başlandı. Şurada bir hususa da dikkat çekmek istiyoruz. Ermeniler erken dönemlerde Hıristiyanlığı kabul etmiş, apostolik kiliseyi haiz, kendi mezhepleri olan halktı. Ancak söz konusu Hıristiyan misyonerlik faaliyetleri ve akabinde açılan modern okullar Ermeni halkı arasında Katolik, Ortodoks, Protestan Ermeni cemaatlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Böylece batılı imparatorlukların, “ağabeylerinin” kendilerine bahşettikleri aydınlanma ve Osmanlı zulmünden kurtarılmanın ilk meyvelerini tatmış oldular (!). Osmanlı’nın iyice zayıfladığı ve neredeyse ülke içerisindeki yabancı faaliyetleri takip edemediği bir dönemde “aydınlanmış” Ermeniler eylem programına sahip ve silahlandırılmış örgütler kurmaya başladılar. Hınçak, Taşnaksutyun vs. gibi örgütler etrafında birleşen bazı Ermeniler Doğu Anadolu’da Ermenilerin çoğunlukta olduğu illerde propaganda faaliyetlerine başladılar. Artık durum nezaret edilemez hal almış, mesele Osmanlı devletinin egemenlik sorunundan öte bölgede yaşayan Türk, Kürt vd. halkların varoluş sorununa dönüşmüştü. Hatta bölgenin Kürt halkının işbu Ermeni örgütlerinden çektiği zulüm, bölgenin Türk halkının yaşadığı zulümden hiç de az değildi. Ermeni örgütleri Doğu Anadolu’nun belli bazı illerinde Ermeniler dışında başka halkı yaşatmak niyetinde değillerdi. Günümüz Ermenistan devletinin mono milli yapısının nedenlerini de söz konusu örgütleri harekete geçiren düşüncede/ilkelerde aranmalıdır.

Bir diğer husussa bahsettiğimiz örgütlerin tâbi olduğu, onları finanse eden devletin Ermeni halkına yönelik stratejilerinin de farklılık arz etmesiydi. Örneğin Rusya’nın Ermeni halkına vaat ettiği bağımsız “Ermenistan haritası”, Fransa’nın vaat ettiği bağımsız “Ermenistan haritası”ndan farklıydı. Çünkü bu devletler için “tam olarak Ermeni halkı ne istiyor” sorusu önemli değildi. Onlar için önemli olan kendi hedefleri doğrultusunda Ermeni halkını nasıl kullanabiliridi. I. Dünya Savaşı’yla birlikte daha önce gizli oynanan Osmanlı’nın pay edilmesi oyununun verileri ortaya çıkmaya başladı. Yunan tebaanın Osmanlı’dan kopmasıyla başlayan süreci iyi okuyan İttihat ve Terakki hükümeti aynı senaryonun Doğu Anadolu’da da yaşanmaması için bazı önlemler aldı. Nitekim Balkanlarda yaşanan büyük dramın; bölgede yaşayan halka edilen zülüm ve katliamların üzerinden birkaç sene geçmişti. Aynı katliam ve akabinde yaşanacak toprak kaybının önlenmesi için vakit kaybetmeksizin harekete geçilmesi gerekiyordu. Ayrıca Doğu Anadolu’da Ermenilerin çoğunlukta olduğu illerden ve komşu illerden İstanbul’a ulaşan acı haberlerin ardı arası kesilmiyordu. (Hatta bölgede olan yabancı diplomat veya misyonerlerin ülkelerine çektikleri telgraflarda bölge illerinin Müslüman tebaasına yapılan zülüm tüm ayrıntılarıyla yer almaktadır.[2] Ermenistan devletinin o dönemde yaşanan olaylarının aydınlatılması için arşiv belgelerini açmak istememesi / açmaması garipsenmemelidir.) Öte taraftan Osmanlı’nın savaşan taraflardan biri olması ve Doğu Cephesi’nde Rusya ile savaşması olayların daha da vahim hal almasına yol açmıştı. Osmanlı-Rusya sınırında yerleşen Ermeni halkı resmen Osmanlı’ya ihanet etti ve Rusya’nın “Büyük Ermenistan”  vaadine kandı. Hal böyle olunca İttihat ve Terakki hükümeti, savaş bitimine kadar bölgenin Ermeni halkını ülkenin güney kısmına (Suriye, Lübnan, kısmen Irak) yerleştirdi. Fakat savaşın bitmesiyle birlikte Ermenilerin yerleştirildiği araziler de Osmanlı’nın elinden çıktı. Suriye, Lübnan ve Irak Fransa ve İngiltere arasında pay edildi. Ve bu arazilerde yaşayan Ermenilerin bir kısmı başta Fransa olmak kaydıyla Avrupa’ya ve Amerika’ya göç etti. Diğer yandan İstiklal Savaşıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması batılı devletlerin Osmanlı’nın pay edilmesi planının tam şekilde icra edilebilmesine engel oldu. Planın nakıs icrasından Ermeniler de “nasiplerini aldılar.” Lozan Barış Görüşmeleri’nde de savaş öncesinde Ermenilere vaat edilen şeylerin kabul edilmemesi (keza kabul edilmesine olanak bile yoktu) batılı devletleri Ermeni halkı karşısında “mahcup etti.” Bu durumda başta Fransa olmak kaydıyla İngiltere ve ABD’nin Ermeni örgütlerine (aydınlarına) “bizi mazur görün, denedik ama başaramadık” demeleri gerekirdi. Ancak bunu yapmadılar. Aksine onlara “bir tarih inşa ettiler.” Gerçek hayatta kuramadıkları “Büyük Ermenistan”ı Ermeni halkının tahayyülünde kurma yolunu tercih ettiler. Ve hayali “Büyük Ermenistan”ın “başkenti” de 24 Nisan 1915 seçildi. Batılı devletler kendi başarısızlıklarını “Ermeni soykırımı” miti üzerinden kamufle etmeye başladılar. “Büyük Ermenistan” hayali ve “soykırım miti” hem Ermeni halkına hem de batılı devletlerine fayda sağladı. Her iki taraf için ne gibi faydalar sağladığına/sağlayabileceğine sonraki yazılarımızda değineceğimiz için işbu konuyu burada noktalıyoruz.

Rusya ise Fransa, İngiltere ve ABD’den farklı olarak başka bir strateji izledi. 1793 senesinden itibaren Kafkasya’nın işgalini “başarılıyla” gerçekleştiren Rusya, bölgede kendisine millet-i sâdıka bulmadı, onu yarattı. Rusya, Kafkasya’da millet-i sâdıkası olarak Ermenileri yarattı. Bununla şunu demek istemiyoruz: Ermeniler bölgede yoktu, Ruslar sayesinde göç ettirildiler. Hayır, böyle bir iddiada bulunmak niyetinde değiliz ve bu cinsten iddialar bilimsellikten uzak buluyoruz. Ermeniler bölgede yaşıyorlardı ama Doğu Anadolu’daki bazı iller gibi çoğunlukta değillerdi. Günümüz Ermenistan arazisinde bile Ermeni halkı çoğunlukta değildi. Ancak Ruslar bu “soruna” çözüm buldular. “Millet-i sâdıka belirli bölge(ler)de çoğunluk olmalıdır” mantığıyla hareket eden Ruslar 1828 Türkmençay ve 1829 Edirne Antlaşmalarıyla birlikte İran’dan 40 bin, Osmanlı’dan 84 bin Ermeni’yi başta Karabağ olmak şartıyla Revan ve Nahçivan bölgelerine yerleştirdi.[3] Ermenilerin yerleştirildiği araziler özellikle seçilmişti. Yazımızın konusu olması hasebiyle Karabağ bölgesi üzerinden Rusların “Ermeni göçleri” siyasetini anlamaya çalışalım.

Emeviler döneminde Azerbaycan bölgesinde var olan Hıristiyan Albanların kahir ekseriyeti Müslümanlığı kabul etti. Hıristiyan kalmayı tercih eden Albanların bazılarıysa Karabağ’a Ermeni Gregoryanların yaşadıkları kısımlara göç ettiler. Zamanla Alban Hıristiyanlarının Gregoryanlaşması, dolayısıyla Ermenileşmesi gerçekleşti. Ve Alban Hıristiyanların Gregoryanlaşma sürecini en çok hızlandıran I. Petro’nun Kafkasya’da uyguladığı din politikası oldu.[4] Ancak Karabağ’da yaşayan Hıristiyan Ermeni ve Albanlar (daha sonra Gregoryanlaşacak olanlar[5]) tarihin hiçbir döneminde yaşadıkları bölgelerde çoğunluk olamadılar. Abbasi döneminde ortaya çıkan Saciler ve Şirvanşahlar devletleri zamanından daha sonra kurulacak olan Atabeyler, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi dönemine kadar Karabağ’ın Ermeni halkı hep azınlıkta oldu. Nadir Şah’ın ölümüyle birlikte Safevilerin (Afşar Hanedanlığı dönemi) parçalanması süreci başladı. Kuzey ve Güney Azerbaycan’da birçok Hanlık ve ayrıca Karabağ Hanlığı kuruldu. Karabağ Hanlığının esasını Penah Ali Han koydu. Karabağ Hanlığı (isminden de görüldüğü üzere) Müslüman (Türk) hanlıktı ve kendisine tâbi olan 5 ermeni melikliği (feodal oluşum) vardı. Sözünü ettiğimiz 5 ermeni melikliği (Hamse Meliklikleri) hiçbir sorun yaşamaksızın Karabağ Hanlığında azınlık halinde yaşamını devam ettirdi. Ta ki Rusların 1805 senesinde Karabağ Hanlığını işgal etmesine kadar. Yukarıda sözünü ettiğimiz 1828 Türkmençay ve 1829 Edirne Antlaşmalarıyla birlikte İran’dan getirilen 40 bin, Osmanlı’dan getirilen 84 bin Ermeni’nin bir kısmı Karabağ’a yerleştirildi.[6] Bu şekilde bölgenin etnik yapısı yakın tarihte ilk kez yapay şekilde değiştirilmiş oldu. Ancak yapılan bu göçlere rağmen Karabağ’ın geneline oranla Ermeniler hala çoğunluğu oluşturmamaktaydı. Günümüzde (44 günlük savaştan sonra) Rus Barış Gücü’nün nezareti altında olan illerde (günümüz Hankent’i, Askeran, eski Ağdere) ise Ermeniler çoğunluğu oluşturmaya başladılar. İlginç olan nokta, sözünü ettiğimiz bölgede (şu an Rus Barış Gücü’nün nezareti altında olan illerde) Ermeniler 1978 senesinde bölgeye gelişlerinin 150. Seneyi devriyesini kutlamışlardı.[7] (Ermeniler bu olayı unutmuş gibi yapabilir ve yaşanmamış gibi dünya kamuoyuna servis edebilirler ama tarih unutmaz, bölgenin gerçek sahipleri de gerçekleri unutturmaz.) Velhasıl Rus İmparatorluğu millet-i sâdıkasını yaratmayı başardı.

Rusya “Ermeniler konusunda” Fransa, İngiltere ve ABD’den farklı olarak başka bir strateji izledi demiştik. Yukarıdaki iki paragrafta işbu stratejinin neşv-ü nema bulduğu köke inmeye çalıştık. Şimdi ise mevzu bahis stratejinin I. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında nasıl çalıştığına odaklanalım. Rusya da Ermenilere Doğu Anadolu’daki bazı illeri de kapsayan “Büyük Ermenistan” vaadinde bulunmuştu. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması Rusların planlarını da bir veçhesiyle suya düşürdü. Bununla birlikte Ruslar Ermenilere reddedemeyecekleri iki teklif sundular:

  • Büyük Ermenistan’ın kurulabilmesi için gerekli olan Doğu Anadolu bölgesi yerine Azerbaycan topraklarında bunu gerçekleştirme fırsatı ve yardımı.
  • “Ermeni soykırımı”nın intikamını Osmanlı Türkleri yerine aynı dilden, dinden, ırktan olan kardeşlerinden yani Azerbaycan Türklerinden alabilme fırsatı ve yardımı.

Ermeni örgütleri ve aydınları bu iki tekliften hem memnun kaldılar hem de vakit kaybetmeksizin uygulamaya koyuldular. Azerbaycan tarihinde 1918 Mart Soykırımı diye yer alan olaylarda Bakü, Kuba, Şamahı, Karabağ, Nahçivan vs. bölgelerinde yüz binlerce Müslüman, Rus destekli ermeni çeteleri tarafından katledildi. Hızını alamayan ermeni çeteleri Kuba’da Müslümanlarla birlikte Yahudileri de katlettiler. On dört sene önce Kuba’da bulunan toplu Yahudi Mezarlığı Ermeni mezalimini gözler önüne seriyor.[8] 44 günlük savaşta İsrail’in Azerbaycan’ı desteklemesine sert tepki gösteren ve Yerevan’daki Yahudi Soykırımı anıtına antisemitist ifadeler yazan[9] Ermenilerin bu hadiseyi hatırlamalarını öneriyorum. O zaman niçin İsrail’in Azerbaycan’ın yanında olduğunu anlayacaklar. Rusya İmparatorluğu’nun askere almadığı ve silah taşımaları yasak olan Müslüman halk kendisini savunmaktan acizdi. Ülke aydınlarımızın ve siyasilerimizin yüksek gayretleri sayesinde durum Osmanlı hükümetine iletildi. Bu arada Tiflis’te 28 Mayıs 1918 senesinde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edilmişti. Ama belirttiğimiz üzere Azerbaycan’ın birçok bölgesi Rus destekli Ermeni çetelerinin nezareti altındaydı. Batum’da Osmanlı ve yeni kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin varmış olduğu anlaşmaya[10] muvafık olarak Nuri Paşa’nın komutasında Osmanlı Ordusu Ermeni zulmüne son vermek için Gürcistan üzerinden ülkeye dâhil oldu. 15 Eylül 1918 tarihinde Osmanlı (Kafkas İslam Ordusu) ordusunun Bakü’ye dâhil oluşuyla birlikte Azerbaycan’da (Kuzey) istikrar sağlanmış oldu. Daha sonra Karabağ ve Nahçivan’da Ermeni çeteleri yine silaha sarılmış olsalar da Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yeni kurulmakta olan ordu birleşmeleri isyanları bastırabildi.[11] 28 Nisan 1920 senesine kadar Karabağ dâhil Azerbaycan’da Ermeni zulmü durmuş bulunmaktaydı. Ve yaşanmış onca Müslüman katliamına karşın Azerbaycanlılar Ermenilerle barış içerisinde yaşamaya devam etme erdemi gösterilebilmişlerdi. Ancak I. Dünya Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan Azerbaycanlı (Türk) ve Ermeni çatışması daha önceki yüzyıllardaki Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinden tamamen farklı mahiyetteydi. Bu ilişkiler artık iki komşu ülke arasında bazen cereyan eden savaş durumundan farklılaşmış, milli/etnik mecraya yuvarlanmış ve kronik bir hal almaya başlamıştı. İşbu kronik sorun, Rusya İmparatorluğu’nun dağılması ve akabinde kurulan Sovyet iktidarıyla birlikte Karabağ özelinde yeni bir evreye geçti. Sovyetlerin Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunu çözmek için ne ettikleri, daha doğrusu çözmek isteyip istemedikleri meselesi bir sonraki yazımızın mevzusu olacaktır.

Özetleyecek olursak Azerbaycan kendisinden kaynaklanmayan etkenlerden dolayı Azerbaycan-Ermenistan sorununun bir ucuna yerleşti. Tarih bu iki halkın birbirine karşı olan münasebetlerinin olağanüstü bir biçim almadığını, Ermenistan-Gürcistan münasebeti neyse Ermenistan-Azerbaycan münasebetinin de o olduğunu aynı şekilde Azerbaycan-Gürcistan münasebeti neyse Azerbaycan-Ermenistan münasebetinin de o olduğunu bize gösteriyor. Bir anlamda Ermeniler de iradi olarak Ermenistan-Azerbaycan sorununun bir ucuna yerleşmemişlerdir. Onlara böyle bir soruna yol açacak gelişmelere dâhil olmaları veya böyle sorunları başlatmaları teklif olunmuş olup, kendilerinin de uzak vadede hesaplayamayacakları olayların yaşanacağı dipsiz kuyuya doğru yuvarlanmaları sağlanmıştır. Tam olarak bu nedenden dolayı Ermenistan devleti ve halkı değişmez Karabağ stratejisinden yoksundur. Bu anlamda Karabağ, yapay şekilde yaratılan sorunun yapay aktörü olan Ermenistan’ın bir türlü devlet olup işbu yapaylıktan kurtulamamasını sağlayan temel unsurlardan birine dönüşmüştür. Yani Karabağ, Ermenistan’ın iktisat alanından eğitim alanına kadar hayatın tüm alanlarında gelişmesinin önündeki engele çevrilmiş durumdadır. Bu anlamda Karabağ Ermenistan için dipsiz kuyudur. Derinlik hissi insana ataraksiya yaşatır ama kuyuya inerken hissedilen derinlik varlıkla yokluk arasında bir his olan kaygıya neden olur. Kaygılı insansa doğru kararlar alamaz, almakta zorlanır… Ermeni halkının bir an önce “Karabağ bizim neyimiz olur” sorusu üzerinde düşünmeleri icap ediyor. Öte taraftan Ermenistan-Azerbaycan arasında 1900’lere kadar yaşanan olayların, mahiyet itibarıyla Ermenistan-Gürcistan arasında yine aynı tarihlere kadar yaşanan olaylardan bir farkının olup olmadığına yoğunlaşmaları/odaklanmaları gerekir.

Tekrar başa dönelim. 1988-2020 seneleri arasında Ermenistan’ın Karabağ stratejisi 4 kez değişti. Azerbaycan’ın Karabağ stratejisi ise aşağı yukarı 1919 senesinde neydi ise bu gün de aynı kaldı.

Konumuzun bu veçhesini tamamlarken, Azerbaycan’ın hem devlet hem halk düzeyinde Ermenistan devleti ve halkıyla normal münasebet kurmaya hazır olduğunu belirtmek isteriz. Ve son olarak Ermeni halkına iki soru yöneltmek istiyoruz:

  • “Soykırım” diye nitelendirdiğiniz -24 Nisan 1915- (hâlbuki soykırım olmadığını, uydurulmuş olduğunu, savaş esnasında Doğu cephesinin selameti ve bölgenin Türk ve Kürt nüfusunu katliamdan korumak için yapılan bir göç olduğunu (tehcir) anlattık) olaylarında Azerbaycan’ın ve Azerbaycan Türklerinin rolü neydi, ne olmuştur?
  • “Büyük Ermenistan” tam olarak nereleri kapsıyor, “Büyük Yunanistan” ve “Büyük Kürdistan” haritalarıyla çakışan bölgeler konusunda ne düşünüyorsunuz?…

Konunun farklı veçhesini bir sonraki yazımızda ele alacağız.

[1] Bekir Kütükoğlu, Osmanlı – İran Siyasi Münasebetleri (1578-1612), İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1993.

[2] Bkz: Recep Karacakaya, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 52, İstanbul 2001.

[3] Şavrov, N, İ, Novoya Ugroşa Russkomu Delu v Zakavkazye: Predstoyaşaya Rasprodaje Mugani İnorodstam, SPb, 1991, s. 391: Aygün Attar, Bir Modernite Sorunu Olarak Ermenicilik, BKY Yayınları, İstanbul 2018, s. 127’den naklen.

[4] 1836’da Rus Çarı olan I. Nikolay sadece Alban kilisesini lağvetmekle kalmamış; ayrıca Albanları torunları olarak kabul edilen Udileri5 geleneklerini bırakmaya da zorlamıştır. Wegge’ye göre; Udilerin kiliselerinde eski Albanların tarihi kiliselerinin izleri bulunmaktadır (Clifton vd., 2005). Bu süreçte Udilerin bir kısmının Gregoryanlaştığı bir kısmının ise Rus Ortodoks kilisesine bağlanmak zorunda kaldıkları bilinmektedir (Coene, 2010). (Esme Özdaşlı, Alban Kültür Mirası Üzerine İnşa Edilmiş Tarih: Ermenilerin Hristiyanlığı Kabul Etmiş “İlk Devlet” Oldukları Miti Üzerine Bir Araştırma, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 2, ss. 557-566, s. 563’den naklen)

[5] Y. H. Celalyan, Alban Ülkesinin Kısa Tarihi, Bakü 1992, s. 4; Nizami Afandiyev, Geçmişten Günümüze Azerbaycan Alban Udi Halkının Hristiyanlık Serüveni, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 10, Sayı: 22, ss. 197-216, s. 205’den naklen

[6] Bkz: Kemal Beydilli, 1828 – 1829 Osmanlı – Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1988.

[7] https://asasmedya.info/news/karabakh/12096-maraga-150-aniti (erişim tarihi: 19.02.2021); http://www.anl.az/down/meqale/baki_xeber/2020/fevral/703276(meqale).pdf (erişim tarihi: 19.02.2021).

[8] Bkz: Beşir Mustafayev, Arşiv Belgelerine Göre Kırmızı Kasaba Olayları (1918–1920), Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 29, ss. 645-654.

https://azertag.az/xeber/Israilin_Azerbaycandaki_sefiri_Quba_Soyqirimi_Memorial_Kompleksini_ziyaret_edib-1156654?__cf_chl_jschl_tk__=88a32027956f6c648ee11b293ab795a06577e97e-1613755166-0-AUinOMWq292r_2cbm0_x-py6nIdqu-5eXwfnaZijiUgeFj7hoLZgZTEMSArdjPUkH71yPGRSuaFEj0L9G4yY4LEQQIEUp8bDR7rq2Zenpj8WjnY0iL__l4ABnCg31pUTdRjLD776J6wT5W6KozscQrKo1YGWAe5uhZgY2_2disXWQQVLI7s8FcI4tPw1qVk40UOr9lZhnCMtKydJMeh8wOFg-j2Q9lznsA7apO5x1aEaxJliFez51lPR7M-3Z3LS3WmBQf9Wa7FshRn6QTDukrDl-qre1WZqantAWlCLW2GSh8p9vUP0buQ2FBwKw4dyell1TszqZ7nCMpLArVJu0Gjgo43XXJYlJKzq-8UTLxVGRRe-V9TlgETIIXiNEvmWmRPgB7_8UrqziGmfkMC5VtZuYFXcRFf1lM9-KvrQ_pV5CzWU82HslPmlfB9DVRFXEw , erişim tarihi: (19.02.2021).

[9] https://www.jpost.com/diaspora/antisemitism/holocaust-memorial-in-yerevan-armenia-vandalized-658759 , (erişim tarihi: 19.02.2021).

[10] Batum’da 4 Haziran 1918’de Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Halk Cumhuriyeti arasında imzalanan barış ve dostluk antlaşmasını Osmanlı hükümeti adına Adalet Bakanı, Senato Başkanı Halil Bey Menteşe ve Osmanlı Devleti Kafkasya Cephesi Komutanı Ferik Mehmet Vehip Paşa, Azerbaycan Cumhuriyeti adına Dışişleri Bakanı Mehmed Hasan Bey Hacınski ve Milli Şura Başkanı Mehmet Emin Resulzade imzalamışlardır. Yapılan antlaşma 11 madde ve iki ilave içermektedir. Detaylı bilgi için bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), 1993: 213-225, Osmanlı Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri (1575-1918), Yayın No: 9; Marziye Memmedli, Muharrem Yunus Çelik, Türk ve Rus Kaynaklarına Göre Kafkas İslam Ordusu’nun Kafkasya Harekâtına Yeni Bir Bakış, Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 11, ss. 403-428, s. 405’den naklen.

[11] Qarabağ Azərbaycan Xalq Cümhuriyyəti Dövründə (1918-1920-ci illər), AMEA-nın A.Bakıxanov adına Tarix İnstitutu, ss. 28-29, https://files.preslib.az/site/karabakh/gl1.pdf , (erişim tarihi: 19.02.2021).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu