Afrika’da Küresel Boyutlarıyla Silahlanma,Terör ve Deniz Korsanlığı

Konumuz olan bir terör biçimi olarak Deniz Haydutluğu ya da Korsanlığı okyanus sınırındaki Afrika ülkelerinde büyük bir problemdir.  Deniz Hukukunun da önemli başlıklarından biri olan bu konu sık gündemimize girmektedir. Özellikle ticari gemileri hedef alan deniz korsanlığı nedense tüm ülkelerin ortak devriyelerine rağmen bitirilememektedir. Unutulmaması gereken bir durum olarak modern terör soğuk savaş döneminin yaygın enstrümanlarından biridir. Büyük devletlerin ülkeler arası kriz çıkartmaksızın ikincil aktörler vasıtasıyla tüm dünyada üstlendikleri vekalet savaşları ya da vekalet terörünün en yaygın alanlarından birinin de denin korsanlığı alanında olduğu bilinmelidir. Afrika’da menfaatleri olan belli ülkeler için bu türden bir tehdit bazı ülkelerin tadını kaçırmaya ve cesaretini kırmaya yeterli bir enstrüman olarak her zaman kullanışlı olmuştur.

Nijerya yakınlarında Mozart İsimli Türk gemisinin deniz korsanları tarafından işgal edilmesi ve bir mürettebatın katledilmesi ile birkaç gündür Afrika sınırlarında Afrika merkezli deniz korsanlığı konusu tekrar gündeme geldi. Konu birkaç gündür televizyonlarda enine boyuna tartışılıyor. Tabi son dönemde tüm tartışmaların ortak özelliği asla uzmanları marifetiyle tartıştırılmaması. Bir konu uzmanları tarafından tartıştırılmadığında doğru bilgi ve algı oluşmadığı gibi, mesele kontrolsüz ve yanlış alanlara gidebiliyor. Tamda bu konuda olduğu gibi. Deniz korsanlığı başlığı ile başlayan konu Afrika’nın oldukça güvensiz bir kıta ve bölge olduğu hatta oralarda ne işimiz vara kadar gitti. Uzun uzun Afrika dersi verme niyetinde değilim, fakat istiyorum ki, son on yıllık kamu diplomasisi pratiğinin bir aktörü ve şahidi olarak Afrika’daki varlığımızın anlamı bilinsin ve çok büyük bir gayret ortaya koyarak yapılandırılan yeni, makul ve inşa edici Afrika algımız örselenmesin.

Devletlerde asıl olan sürekliliktir. Zaten bir devleti birey ve cemiyet formundan ayıran temel vasıflarından biri ortaya koyduğu politika ve paradigmayı zaman içinde elde etmesi ve bunu koruyacak bir mekanizmaya sahip olmasıdır. Afrika ile uzun bir ayrılık döneminden sonra ülke ve millet olarak tekrar buluşmak ve karşılıklı ve etkili bir etkileşim süreci başlatmanın kendisi tek başına çok değerlidir. Ticaret, bilgi transferi, kültürel ve sosyal etkileşim yanında, siyasi olarak ortaya konulan pratik yeterli olmasa da çok değerlidir. Bu pratiğin yaygınlaşmasına yönelik olarak çabalar yaygınlaştırılmalı ve sektör sektör ince ince işlenmelidir. Afrika kıtası örselenmişliklerine rağmen, oldukça zengin alt yapısı olan bir kıtadır. Yıllardır devam eden sömürü politikalarının yarattığı travmatik cendereden çıkmak için büyük bir gayret ortaya koyulmaktadır. Kendi kendine yetme, insan onur ve haysiyetine uygun bir yaşam standardına ulaşma konusundaki bu muazzam gayret desteklenmelidir.

Türkiye’nin Afrika Duruşu ve Küresel Bakış

Küresel Kapitalizmin alışkanlıkları ve örtük sömürge etkileşimi ile kendi kendine yetme olgusu sınırlı yardımlarla sistematik olarak Batı uygarlığı eli ile sürekli olarak akamete uğratılmaktadır. Ülkemiz bu algıyı ortadan kaldırarak, yeniden inşa rolüyle tüm enstrümanlarını kullanarak bir süreç yönetmektedir. Küresel sistem Türkiye’nin ortaya koyduğu bu mesaiden rahatsızdır. Bunu ortadan kaldırmaya yönelik organize bir gayret bütün alanlarda kendini göstermektedir. Türkiye’nin devlet ve STK’lar düzeyinde ortaya koyduğu mesaiden büyük bir rahatsızlık duyulmaktadır. Yakın zamanda ülkemize yapılan baskı neticesinde çıkan Uluslararası İnsani Yardım ve STK’lar konusundaki kanunun ne türden olumsuz sonuçlar oluşturacağı henüz belirsizdir. FATF ve BMGK odaklı her bölgesel tanımlamada mutlaka Türk Kamu Diplomasisi, Kalkınma Yardımı odaklı kurumlar yanında, ülkemiz STK’ları sübjektif FATF radarlarına takılabilecektir. Kafalarına ve kendi standartlarına göre tanımladıkları bölgesel tasniflerle ülkemize ait kuruluşları Afrika’da bunaltma yoluna gidebileceklerdir. İlgili kanunun çıkmasının ardından OCHA ‘BM İnsani İşler Eşgüdüm Ofisi’ dahil pek çok BM kuruluşunun ülkemize gelmesi ve burada teşkilatlanmaları ihtiyatlı bir bakışı gerektirir. Türkiye’nin yardım ve kalkınma programlarını yakinen takip etmeye yönelik iyi bir fırsata sahip olacakları ortadadır. Terör örgütü PKK’nın kadrolarına çatısı altında söz hakkı veren ve bir terör örgütünü akredite gayreti içine giren BM kuruluşlarının ülkemize ülkemizin ali menfaatleri için gelmeyeceği iyi bilinmelidir.

 Aslına Afrika Diye Bir Yer Yoktur…

Aslında Afrika diye bir yer yoktur. Zira Afrika bir kıta adıdır ve idari, siyasi bir müesses tanım değildir. Afrika kıtasında onlarca devlet, yüzlerce dil ve toplum olduğu gerçeği sürekli göz önünde tutulmalıdır. Genellemeci yaklaşım yanlış ve değer üretmeyen bir bakış açısıdır. Sadece Etiyopya’da 80 dil ve millet bulunmakta ise hangi Afrika’dan bahsedilmektedir. Afrika’da bu gerçekle beraber veri esas alınarak hareket edilmelidir. Bu yaklaşım ancak makul bir diplomatik yaklaşımı ve üretimi temin edebilir. Tüm Afrika ülkelerinde bir Batılı ülkenin ya da ülke topluluğunun baskı ve sömürge cenderesi olduğu, bunun ustalıkla gizli kılınmaya çalışıldığı ortadadır. Bu oyunu bozmak, uzun ve sabırlı gayretin sonucunda mümkün olacaktır. İnsana yapılacak uzun vadeli yatırım zihniyetin dönüşümünün ana noktasıdır.

Silahlanma, Terör ve Deniz Korsanlığı….

Afrika’nın bazı bölgelerinde mahalli sebepler ya da küresel oyuncuların var ettiği gerginlik ve çatışmalardan bahsedilmelidir. Afrika’yı anlatırken güzelleme dilinin dozajı bizi gerçeklikten uzaklaştırır. Tüm Afrika ülkelerindeki sosyoloji ve siyasal ülkenin kendi içinden yapılacak bir bakış ve gözlem ile anlaşılabilir. Her çatışma, gerginlik kolayca anlaşılabilir. Hatta dikkatle bakıldığında hangi ülkenin sömürge etkisini sürdürülür kıldığının izleri de kolayca bulunacaktır. Afrika’da birkaç durum sadece ülkelerin kendi mahalli şartlarında anlaşılamaz. Bunlardan konumuzla alakalı olanlar; silahlanma, terör ve bir terör biçimi olan deniz korsanlığıdır.

Afrika muazzam zengin toprak ve insan alt yapısına rağmen açlık ve yoksulluğun sürdürülür kılınması politikaları ile kontrol altında tutulmaktadır. Sert sınıfsal yapısı içinde yoksulluğun en temel sorun olduğu ortadadır. Sınırlı yardım programları, yoksulluğu sürdürmeyi esas alır bir doz ve mahiyet içindedir. Üretim ve kalkınmayı esas alan, kendi kendine yetmeyi esas alan nerdeyse hiçbir çalışma yoktur. Küresel kuruluşlardan, Avrupa kiliselerine tüm kurumlar sadece sürdürülebilir yoksulluk için gayret etmektedir. Bu kadar yoksulluğun yaşatıldığı Afrika’da silahlanma oldukça üst düzeydedir. Her ülkeye ait silah markaları, günlük gıdasını bile almamış Afrikalı çocukların ellerindedir. Silahın varlığı kontrolsüz savaşın ve terör fiilinin ’de sürekliliğini sağlamaktadır.

Küresel Bir Enstrüman Olarak Deniz Korsanlığı

Konumuz olan bir terör biçimi olarak Deniz Haydutluğu ya da Korsanlığı okyanus sınırındaki Afrika ülkelerinde büyük bir problemdir.  Deniz Hukukunun da önemli başlıklarından biri olan bu konu sık gündemimize girmektedir. Özellikle ticari gemileri hedef alan deniz korsanlığı nedense tüm ülkelerin ortak devriyelerine rağmen bitirilememektedir. Unutulmaması gereken bir durum olarak modern terör soğuk savaş döneminin yaygın enstrümanlarından biridir. Büyük devletlerin ülkeler arası kriz çıkartmaksızın ikincil aktörler vasıtasıyla tüm dünyada üstlendikleri vekalet savaşları ya da vekalet terörünün en yaygın alanlarından birinin de denin korsanlığı alanında olduğu bilinmelidir. Afrika’da menfaatleri olan belli ülkeler için bu türden bir tehdit bazı ülkelerin tadını kaçırmaya ve cesaretini kırmaya yeterli bir enstrüman olarak her zaman kullanışlı olmuştur. BMGK kararını bile beklemeden Mali’yi işgal eden Fransa, eski sömürgeleri konusunda titiz bir hamilik peşinde olan İngiltere ve ABD için bazı ülkeleri Afrika’dan uzak tutmak için deniz korsanlığı etkili bir enstrümandır. Ayrıca ticari gemilerin yüksek sigorta bedelleri üzerinden küresel reasürans sisteminin terör enstrümanı ile manipülatif büyük kazançlar elde ettiği de kamu oyunda bir dönem çok tartışılmıştır. Kural dışı olarak Afrika’da var olan ve oynayan ülkelerin ticari gemilerinin deniz terörü marifetiyle korkutulmaları yaygın bir yöntemdir. Afrika’da hız tekneleri ile denizlerde korsanlık yapan siyah tenli adamların ilişkileri ve kimlerle bağlantıları olduğu gerçeği iyice araştırılmalıdır. Zira bu türden küresel etki yaratacak konuları Afrika’nın kendi bağlamında çözmek zor olacaktır.

Türkiye’nin Afrika’daki Stratejik Varlığının Sürdürülmesi

Özellikle bu tip olayların ardından Türkiye’nin Afrika’daki varlığının tartışma konusu yapılması dikkat çekici ve rahatsız edicidir. Bu tartışma aidiyetleri belli olmayan yapı ve gruplar yanında, küresel sistemin ülkemizdeki uzantıları tarafında da yapılmaktadır. Bazen bir amaca matuf, bazen de konformist bir bakışın sonucu olabilecektir. Çok sık duyduğumuz ‘Türkiye’nin Afrika’da ne işi var? İfadesi cahillikten ya da ülkenin tarihsel milli politikası ile muarız olmanın bir sonucudur. Genellemeci yaklaşımlarla Afrika’nın en güvenilir kentlerini Addisababa, Nairobi, Mombassa, Cibuti, Kampala vd. kentleri güvensiz ilan eden eski büyükelçi ve emeklilerin ülkemizin çok önemli kazanımlarını anlamadıklarının ve bu kazanımlara; millet, devlet menfaatlerine zarar verdiklerinin bildirilmesi lazımdır. Halkın algı ve zihin dünyasını yanlış yönlendiren bu bakış açıları ile her zeminde mücadele etmek bilmiyorlarsa anlatmak, biliyor da yapıyorlar ise bunun ihanet ile eş değer olduğunu anlatmak lazımdır. Bu yazı da tam olarak bu amaçla kaleme alınmıştır.

Not: Bu yazı Ocak 2021 tarihinde MuslimPort’da yayınlanmıştır.

İsmail Mansur Özdemir

mansur_ozdemir @hotmail.com

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu