Tunus’ta Demokrasi Mücadelesi ve Gannuşi’nin Tutuklanması

Arap dünyasında gerçekleşen devrimlerin başarısızlığına dair onlarca yorum yapıldı. Tunus ve Mısır’daki süreçler başta olmak üzere “başarısızlığın mimarları” hep İslami hareket olarak gösterildi. Hatta devrim başarıldığında bile İslami hareketlerin katkısının en iyi ihtimalle çok sonra olduğuna dair yazılar kaleme alındı. Askeri darbeleri ‘meşrulaştırma zemini’ dahi İslami hareketlerin veya partilerinin başarısızlığı olarak sunuldu. Dolayısıyla İslami hareketler ve partiler, darbeciler ve destekçileri tarafından demokratikleşme sürecine balta vurmakla suçlandılar. Yine Tunus’ta meydana gelen Brahimi ve Belayid suikastının sorumlusu olarak Nahda tutuldu. Öyle ki, Nahda 2014’te seçimi kaybettiğinde köşe yazılarında asıl demokratikleşme şimdi başladı nevinde yazılar kaleme alındı. Tüm bu yaklaşımların tek bir sebebi vardı: İslami hareket ve demokrasinin bir arada düşünülemeyeceği. Sekülerler, demokrasi kavramının seküler bir kavram olduğunu öne sürerek tasarrufunun kendilerinin temellükünde yani tekelinde olduğuna inanmaktaydılar. Gannuşi’nin -en azından sosyopolitik düzlemde- mücadelesinin aslında bu tabuları yıkmaya çalışmakla süregittiğini en başta söylememiz gerekir. Gannuşi, 1993 yılında kaleme aldığı “İslam Devleti’nde Kamusal Özgürlükler” adlı eserinde çok partili sistemin kurulmasını İslam devletinde olası zulmü ortadan kaldırmanın teminatları arasında zikrederek, demokrasinin önemini şöyle vurgulamaktadır:

“… çoğulculuk kötü bir şey değildir. Bilakis, bu olmalıdır. Tahakkümün ortalığı istila etmesini önlemek, idare edilenle idare edilenler arasında belli bir dengeyi oluşturmak açısından bu sistem gereklidir.” (s.388-389)

“Demokrasi rejiminin muhtevasına gelince; insana olan değerin itirafıdır. İnsan bunun sayesinde onurunu ve kamu alanındaki idari işlere aktif olarak iştirak etme hakkını garantilemiş olur. Yönetenler üzerinde ancak bu sayede, yani elde ettiği baskı araçları ve gelecek üzerindeki tesiri ile güç yetirebilir. İstibdat ve zulümden bu sayede emin olur.” (s.113)

Siyasal İslam’dan Müslüman Demokrasi’ye

Gannuşi’nin bu mücadelesi, 2016 yazında Nahda’nın 10. Olağan Kongresi’nde beyan ettiği “Siyasal İslam’dan Müslüman Demokrasi’ye” geçiş süreci ile birlikte İslami hareketlerde yeniden yapılanmayı da içeren yeni bir bakış açısı gelişti. Özetle hareket içerisinde siyasal faaliyetler ile dinî/kültürel faaliyetlerin birbirinden ayrılmasını salık veren bu dönüşüm süreci, hareketin demokratikleşmesi başta olmak üzere birçok siyasal öğretiye ve süreç üzerine daha özel bir yoğunlaşma gerektiğini anlatagelmektedir.

“Siyasal İslam’dan Müslüman Demokrasiye” geçiş, siyasetin toplumsallaşması ve demokratik siyasal katılım açısından önemli bir süreç olmasına rağmen karşıt siyasal unsurlar tarafından yapılan genellemeci yaklaşım, demokratikleşme sürecine ket vurmaktadır. Tabi ki Gannuşi’nin inşa ettiği bu süreç, sekülerleri ikna etmeye yönelik bir girişim olarak nitelendirilemez. Ama tabiri caizse bu süreç, sekülerler için bir turnusol kağıdı görevi yaptı. Seküler kesimin Nahda’yı dinin kurallarını ikame etmeye çalışan topyekûn dini bir yapılanma olarak görmesinin temel nedeni aslında sadece demokrasiyi Nahda’ya yakıştırmaması değil, seküler kesimin demokrasiyi kendine mal etmesidir. Demokrasiyi dinin ötekisi olarak tanımlayan bu sekülarist zihin, pek tabi demokratik sistemde dini hatırlatan öğelere müsamaha göstermeyecektir. Nahda hareketin ise her seferinde demokrasinin halka ait olduğunu, partinin demokratikleşme süreci için mücadele edeceğini vurgulaması, onları sekülaristlerin demokrasi yaklaşımından ayırmaktadır. Bu anlamda, özelde Nahda Hareketi’nin genelde İslami hareketlerin demokrasiyi seküler hareketlerden daha fazla içselleştirebileceğini görmekteyiz. Bu bağlamda Gannuşi’nin yıllar önce kaleme aldığı eserlerden bugüne kadarki beyanlarına kadar birçok kanıt sunulabilir.

Batı’dan İthal Düşünce

Aslında Tunus sekülerlerinin bu yaklaşımının yerli bir yaklaşım olmadığını söylemek gerekiyor. İslami hareketin demokrasi ile özdeşleşemeyeceği fikri Batı’dan ithal edilmiştir. Tunus’ta seküler entelektüel sınıfın başta Fransa olmak üzere Batı ile kurduğu organik bağ, düşüncelerinde bir çeşit oryantalist yaklaşımı barındırmasına neden olmuştur. İranlı düşünür Daryus Shayegan’ın ‘yaralı bilinç’ olarak kavramsallaştırdığı bu durum, seküler entelektüel sınıf ile her ne kadar Fransız sömürgesi döneminde önemli yıkımlar söz konusu olsa da kültürel kodları İslamiyet’le özdeşleşmiş Tunus halkı arasında onarılamaz bir ilişkiye sebep olmuştur. Böylelikle seküler entelektüel sınıf halktan ve onların taleplerinden uzaklaşmıştır. Daha da önemlisi bu entelektüel sınıf, Batı’nın söylem ve yöntemlerini benimsemenin ötesinde Batı’nın çıkarlarına hizmet eden bir konuma taşınmıştır. Bu yüzden Tunus’ta, Mısır’da, Sudan’da ve Ortadoğu’nun diğer noktalarında demokratikleşme süreçlerinde Batılı güçlerin yadsınamaz etkisini vurgulamak gerekiyor. Postkolonyal süreçlerde Batılı güçlerin yeni sömürü araçlarından biri de seküler entelektüel sınıflar olmuştur. Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen Afrika-Avrupa Zirvesi öncesinde Kays Said’in gazetecilere verdiği demeçte, “(Eski Fransa Cumhurbaşkanı) General Charles de Gaulle’ün dediği gibi, bu yaşta diktatörlüğe başlayacak değilim, ben ancak hukuk devleti ve onun kurumları içinde olabilirim” ifadelerini kullanarak aslında sömürü zihniyetinin yanında yer aldığını göstermiştir. Dolayısıyla Tunus’ta son günlerde yaşanan, ülkeyi antidemokratikleşmeye iten sürecin baş mimarı Kays Said’i ve ekibini de bu minvalde okumak gerekiyor.

Kays Said’in Siyaset Sahnesine Çıkışı

Weber, karizmatik liderlerin, kişisel yeteneklerinden veya onlara atfedilen olağanüstü bir değerden kaynaklandığını ve bu liderlerin özellikle kriz anlarında ortaya çıktığını belirtir. Karizmatik lider, karizmasını inşa eden girişimlere yer vermedikçe ve gerekli beklentileri karşılamadıkça rutinleşmeye hatta karizmasıyla birlikte statüsünü kaybetme endişesiyle otoriterleşmeye başlayabilir.

Tunus’ta 15 Eylül 2019 tarihinde gerçekleşen seçimlerde ilk turda aday belirlenememiş, ikinci tur (13 Ekim 2019) Kays Said ve Nebil el-Karvi arasında geçmişti. İlk turda Nahda’nın adayı Abdulfettah Muru ikinci tura kalamayınca, Nahda kendisine yakın hissettiği Kays Said’e yönelmişti. Said, Nahda’nın da desteği ile %72,71 gibi yüksek bir oranla seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı oldu. Bilindiği üzere 2011 Tunus devriminden sonra sokaklar ve meydanlardaki hareketler bütünüyle durmamış, az da olsa devam etmişti. Daha çok ekonomik problemler üzerine yoğunlaşan bu protestolar hükümetlerin en korkulu rüyasıydı. Çünkü küçük protestolar bir anda şiddetlenebiliyordu. Bu durum, Tunus’ta muhalefet kültürünün oluştuğunun habercisiydi. Fakat bu kitleler çoğu zaman sihirli bir değneğin ortaya çıkarak var olan problemleri ortadan kaldırmasını umuyordu. Çoğu zaman öncüller pek hesaba katılmıyordu. Uzun yıllar süren dikta rejimlerinin bakiyesi olan devlet yapısı kısa süre içerisinde demokratik bir yapıya kavuşturmak isteniyor uzun vadeli bir dönüşüm beklenmiyordu.

Antidemokratik yöntemlerle inşa edilmeye çalışılan her siyasal süreç, ülkenin demokratikleşme serüvenini zedeleyerek halkın bu yöndeki inancını baltalıyor.

Tunus aslında on yıl içerisinde demokratikleşme anlamında önemli mesafeler kat etmişti. Fakat devrimin onuncu yılında Kays Said tarafından alınan 25 Temmuz kararları bu sürece balta vurdu. Ülkenin olağanüstü bir durumda olduğunu belirten açıklamasından sonra Kays Said, meclisin yetkilerini durdurarak milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırdı ve Başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden aldı. Ertesi gün Meclis Başkanı olan Raşid Gannuşi başta olmak üzere birçok meclis üyesi kararı reddetti ve çok sayıda ismin katılımı ile meclis önünde bir protesto düzenlendi. Bu eylem daha sonra kitleselleşerek meydanlara taşındı. Meydanlarda protestocular ve güvenlik güçleri dışında Kays Said’in aldığı kararı destekleyen gruplar da vardı. Durumun daha kötüye gitmesiyle birlikte Kays Said, 22 Eylül’de yürütme yetkisini tam anlamıyla eline aldı. Bugün Gannuşi’nin tutuklanmasına kadar geçen sürede Kays Said meclisin feshinden siyasal aktörlerin tutuklanmasına, seçim kurulunun değişmesinden hakimlerin görevden ihracına, güçlü yetkilerle donatılmış ve denetlenmeyecek bir başkanlık sistemine geçiş referandumundan yeni anayasa taslağı oluşturma girişimine, parti kapatmadan yargı erkini kendinde toplamaya kadar birçok olağanüstü, otoriter karara imza attı. Nahda’nın öncülüğünde tüm bu karar ve uygulamalara karşı duran ‘Darbeye Karşı Vatandaşlar Girişimi’ adında bir sivil yapılanma oluştu. Gerçekleşen referandumda %30 ve erken seçimde %11 ile katılım oldukça düşüktü. Seçimler Kays Said yanlıları dışında bütün siyasi partiler tarafından boykot edildi. Böylelikle Tunus, bir karizmatik liderin nasıl otoriterleştiğini acı bir biçimde deneyimlemiş oldu.

Kays Said’in bu otoriter ve hatta darbeci olarak adlandırılabilecek, halka ve halkın seçtiklerine yönelik antidemokratik yaklaşımının sürdürülebilirliği oldukça zor. Bu süreçten sonra Kays Said’in Tunus’un demokratikleşme tarihindeki en kötü Cumhurbaşkanları arasında yer alması da kaçınılmaz. Demokrasiyi tekeline almanın, sadece kendi sınıfına ait bir olgu olarak benimsemenin en problemli noktası işte bu antidemokratik süreçlerin meşrulaştırılmasıdır. Bu noktada Kays Said’e destek çıkan kesimler de bulunmaktadır. Mecliste Halk Hareketi, Ulusal Tunus Gençlik Partisi, Cumhuriyetin Sesi Partisi ve Tunus İçin İttifak Partisi’nin Kays Said’e verdiği desteklerin yanı sıra özellikle Avrupa’ya göç dalgasını durdurmaya yönelik sert kararlar alan Said’i bu göç dalgasının birincil muhatabı olan İtalya ve Fransa’nın da desteklediği görülmektedir. Antidemokratik yöntemlerle inşa edilmeye çalışılan her siyasal süreç, ülkenin demokratikleşme serüvenini zedeleyerek halkın bu yöndeki inancını ise baltalamakta. Devrimin kazanımlarını kaybetmek istemeyen Tunus halkı böyle bir iktidar biçimini asla hak etmiyor.

Gannuşi’nin tutukluluğu çeşitli suçlamalarla idam cezasına kadar gidebilir.

Kays Said’in otoriter yönetiminin en büyük kozlarından birisi muhalif sesleri bastırmak adına tutuklama girişimleriydi. Bu süreçte, Nahda Hareketi liderlerinden Abdulhamit-el-Celasi, Demokratik Cephe Partisi liderlerinden Khiyam el-Turki, Nahda Partisi Milletvekili Nurettin el-Bahirî, Nahda Partisi Ofis Müdürü Fethi Kemmun, Cumhuriyet Partisi Genel Sekreteri İsam eş-Şabi, gazeteci Nureddin Butar, iş adamı Kemal Latif, Ulusal Kurtuluş Cephesi üyeleri Şeyma İssa ve Cevher bin Mübarek, eski Demokratik Akım Partisi Genel Sekreteri Gazi eş-Şevaşi ve son olarak Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi, “devletin güvenliğine karşı komplo kurma”, “ekonomik krizi körüklemeye yönelik adımlar” gibi birçok suçlamayla tutuklandı. Gannuşi’nin tutukluluğu “iç savaşı kışkırtma” suçlamasıyla idama varabilecek cezalandırmaya kadar gidebilir. Bu süreçte diğer muhalif partilerden Kays Said’e sert tepkiler, Gannuşi’ye ise birçok destek mesajı geldi. Kays Said’e karşı önemli bir inisiyatif olarak Ulusal Kurtuluş Cephesi kuruldu. Bu cephede, feshedilen parlamentonun başkanı Raşid el-Gannuşi liderliğindeki Nahda Partisi, Nebil el-Kuravi liderliğindeki Tunus’un Kalbi Hareketi, Seyfeddin el-Mahluf başkanlığındaki Onur Koalisyonu, eski Cumhurbaşkanı Munsif el-Merzuki liderliğindeki Tunus İrade Hareketi ve Emel Partisi yer aldı. Ülkenin son durumu ve özellikle Gannuşi’nin tutuklanmasını müteakiben Birleşmiş Milletler başta olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu, Türkiye ve Almanya başta olmak üzere birçok ülke tarafından kınama mesajları ve endişeler iletildi. Fakat anlaşılıyor ki bu tür uyarılar yetersiz kalıyor zira Kays Said henüz geri adım atmış değil. Bu yüzden Kays Said’e karşı olgusal yaptırımlara gidilmesi gerekiyor.

Gannuşi’nin Demokratik Mücadelesi

Gannuşi, artık Batı’nın çıkarlarına hizmet ettiği gün gibi açık olan Kays Said’in aksine önemli bir yerli hareketin kurucusu ve sürdürücüsü olarak elli yıldır daha müreffeh bir Tunus için mücadele ediyor. Son süreçte birçok defa göz altına alınan ve son olarak ramazan akşamı iftar saatinde (17 Nisan 2023) gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Gannuşi için bu yöntemler yeni değil. Ömrünün uzun yılları hapiste ve sürgünde geçen Nahda Hareketi lideri Gannuşi, devrim sonrasında sürekli kendinden ve hareketinden ödün vererek Tunus’un demokratikleşmesi için mücadele etti. Devrim sonrasında oluşan koalisyon kültürünün yanı sıra Nahda Hareketi’ne mensup olan Başbakan Hammadi Cibali’nin 19 Şubat 2013 ve sonrasında Başbakan Ali el-Ariyd’in 29 Ocak 2014 tarihlerinde istifaları ve 2016 yılının yazında gerçekleşen 10. Kongre’de “Siyasal İslam’dan Müslüman Demokrasiye Geçiş” programı gibi adımlar demokratikleşme sürecinde Nahda Hareketi’nin önemli atılımları olarak nitelendirilebilir.

Tüm bu süreçler Tunus’ta Kays Said’in temsil ettiği sekülarist zihniyetin, Müslümanların temsiliyetini hiçe saydığını gösteriyor. Bu tür otoriter yapılarda seçimler ve demokratik süreçler sekülerler için bir turnusol kağıdı görevindedir. Kays Said ve yanlılarının sahip olduğu sekülarist zihniyet Batı’nın söylem ve araçlarını benimseyip bununla ötekine baskı kurarken aksine Nahda Hareketi yerli ve toplumun tüm kesimlerinin değerlerini ve çıkarlarını gözeten söylem ve araçlar benimsemiştir.

Otoriterleşmiş, meşruiyetini kaybetmiş, temsiliyeti gözetmeyen, bunun sonucu olarak sosyo-ekonomik ve politik istikrarsızlığın meydana geldiği Tunus’ta Batı’nın müdahalesi kaçınılmazdır. Batılı güçler bu tür zamanları fırsat kollayarak, toplumun değerlerini ve çıkarlarını gözetmeksizin kendi çıkarları doğrultusunda ülkeyi yeniden dizayn etme çabasına girerler. Tunus örneğinde de Fransa başta olmak üzere birçok Batılı güç, emelleri uğruna sekülarist yapıları bir araç olarak kullanabilmektedir. Özellikle daha önce sömürgeci güç olarak bulunan Fransa’nın durduğu yerin Tunus toplumunun yanı olmadığını bilmek gerekir.

Sonuç

Sonuç olarak, Tunus’un son aylarda tecrübe ettiği süreç, sekülerlerin İslamcılarla sürdürdüğü ‘demokrasi temellükü’ mücadelesidir. Diğer bir deyişle, Tunus’ta sekülerler ve özellikle de Kays Said ve ekibi demokratikleşme sürecinin İslamcılar, muhafazakârlar veya Müslüman demokratlar tarafından işletilemeyeceğini düşünmektedir. Bu anlamda Tunus’ta Kays Said gibi sekülerler eliyle antidemokratikleşme süreci işletilmektedir. Bilindiği üzere demokrasi sadece birinin yerine ötekisinin gelmesi demek değildir. Bu bir süreçtir ve bu sürecin en önemli unsuru toplumsal temsiliyettir. Toplumun değerlerini ve taleplerini dikkate almayan, topluma yönelik politikalar geliştirmeyen, iktidarı sadece ‘ben yaptım oldu’ şeklinde bir karar verme yetisi olarak gören, tepeden inmeci ve dikta edici bir yönetim anlayışı demokratikleşme sürecinin önündeki en önemli engeldir.

Başta Meclis Başkanı ve Nahda Hareketi Lideri Raşid Gannuşi’nin tutuklanması ve kararı idama varacak nitelikte suçlamalarla yargılanması olmak üzere Kays Said’in aldığı antidemokratik kararlar Tunus’un demokratikleşme sürecinin önündeki en büyük problem olarak durmaktadır. Eğer önü alınmazsa, bu kararların, önümüzdeki süreçlerde alınacak daha sert kararların öncülü olduğu Kays Said’in otoriter yönetim sürecinden anlaşılmaktadır. Yürütme ve yargı güçlerini de kendi erkine bağlayan Said, bu süreçleri meşrulaştırmaya çabalasa da, çok az bir temsiliyete sahip Kays Said yanlıları dışında ülkenin büyük bir kısmının bu kararları ve otoriter yönetimi kabul etmediği aşikardır. Kays Said’e karşı çıkan bu geniş kesim sivil ve demokratik yöntemlerden vazgeçmiş değildir.

Muhalefetin demokratik biçimde yürütülmesinde yine Gannuşi’nin söylem ve uygulamalarının önemli bir payının olduğunu belirtmek gerekiyor. Sekülarist zihniyeti temsil eden Kays Said otoriterleştikçe demokratikleşmeyi, ulusal diyaloğu ve toplumsal temsiliyeti önemseyen Gannuşi demokratik araçlara daha sıkı sarılacaktır. Kaldı ki Kays Said yanlıları içerisinde de özellikle sol ve merkez partiler arasında bazı tartışmalar süregitmektedir. Böyle bir yapıda erken seçim kaçınılmaz görünmektedir. Ama sürecin bu noktaya gelmesi için hem ulusal hem de uluslararası düzeyde Kays Said’e ciddi yaptırımların uygulanması gerekmektedir. Aksi taktirde Kays Said, devrim kazanımlarının heba olmasına sebep olacak ve kendisi de bir Zeynelabidin bin Ali olacaktır.

 

Ahmet Gökçen
Doç. Dr., Samsun Üniversitesi Sosyoloji Bölümü.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu