Karabağ: Bir Sorunun Teleolojisi

Önceki iki yazımızda Karabağ sorununun “geçmişine” ve kısmen “bu gününe” ilişkin yorumlar yaptık. Bu yazımızdaysa sorunun geleceğine yönelik bazı varsayımlarda bulunacağız. Ancak işbu geleceği şekillendiren/şekillendirecek etkenler geçmişle ilintilidir. Başka bir deyişle Karabağ sorununun geleceğini belirleyen/belirleyecek etkenlerin neler olacağı, neler olmayacağı sorusunun yanıtı geçmişten hareketle bulunabilir. Geçmişten kasıt, Karabağ’ın siyasi sorun olarak tarih sahnesine çıkışıdır. Bu da miladi hesapla 1918-1923 yıllarına denk gelir.

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti[1] zamanında Karabağ’ın bir arazi birimi olarak ülkenin diğer bölgelerinden herhangi bir farkı yoktu. Yani Karabağ herhangi bir siyasi statüyü haiz değildi. 1918 senesinin sonbaharında bölgede vuku bulan ermeni isyanı bir halk ayaklanması değil, Osmanlı’nın tehcir kararına öfkeli olan ve çoğunlukla Osmanlı’nın doğu vilayetlerinden bölgeye Ruslar tarafından yerleştirilmiş ermeni çetelerinin düzenlediği saldırılardı. Doğum yerleri Karabağ bile olmayan işbu saldırıların faillerinin hedeflerinde silahsız bölge halkı vardı. Amaç bölgeyi yerlilerinden temizlemek ve yeni kurulmuş olan Ermenistan Cumhuriyeti’nin arazilerini genişletmekti. Ancak 1919 senesinin kışında AHC’nin yapmış olduğu başarılı askeri harekât sonucunda bölge, ermeni çetelerinden temizlendi. Buna binaen Karabağ’da yaşayan ermeni ahali herhangi bir baskı veya göçe zorlanmadı, diğer yurttaşlar gibi AHC’nin yurttaşları oldukları ilan edildi. 1919 senesinin kışında yapılmış olan askeri harekâtı Kafkas İslam Ordusu ve ülke genelinde ilan edilmiş seferberlik çağrısına uyan yurttaşlar birlikte icra etmişlerdi. Kafkas İslam Ordusu nüansı önemlidir. Zira Azerbaycanlılar Çarlık Rusya’sı zamanında (bey ve han ailelerinin üyeleri hariç) askerlik hizmetine alınmadıkları için yeni kurulmuş AHC, savunma alanında ciddi sorunlar yaşamaktaydı. İşbu sorunun giderilmesi için Osmanlı Devleti AHC’ye yardım etmekteydi. Başka ifadeyle Osmanlı, Karabağ siyasi bir sorun olarak ortaya çıktığı “ilk gün” sahadaydı. Bu hususu göz önünde bulundurmamız icap ediyor. Aksi halde Karabağ sorununun geleceğine ilişkin varsayımlarda bulunmak hem zor hem de gerçeklikten uzaklaşmış olur.

1920 yılının nisan ayına gelinceye kadar Karabağ tıpkı diğer AHC bölgeleri gibi hiçbir özel statüyü haiz bölge olmadan varlığını sürdürdü. Ancak Bakü’nün Kızıl Ordu tarafından işgali ve akabinde iktidarı “Azerbaycan komünistleri”nin[2] devir almalarıyla birlikte durum değişti. Kızıl Ordu gelmeden önce Kafkas İslam Ordusu’nun önemli subayları Azerbaycan’ı terk etmişlerdi. AHC’de kalan Osmanlı subayları/askerleri ise Nargin adasına sürgün edildi. Aslında Karabağ’ı bir sorun olmaktan çıkaran Osmanlı’nın, Azerbaycan’dan daha doğrusu Kafkasya’dan “atılmasıyla ya da çekilmesiyle” birlikte Karabağ’ı yeniden sorun haline dönüştürme yolu açıldı.

Hatırlarsanız önceki yazılarımızda başta Rusya olmak kaydıyla Fransa ve İngiltere’nin Ermenilere olan vaatlerinden; “Büyük Ermenistan”dan söz etmiştik. İşbu vaat hem ermeni siyasilerinin hem de Rus siyasilerinin aklındaydı. Her ne kadar Rusya’da yönetime komünistler gelmiş olsa da Rus siyasi kamuoyunda Ermenilere olan vaat güncelliğini koruyordu. Niçin? Çünkü Ermenistan da tıpkı Gürcistan ve Azerbaycan gibi bağımsızlığını ilan etmiş ve ABD Başkanı Wilson Ermenistan’la yakından ilgilenmekteydi.

[1] Bundan sonra AHC olarak kısaltılacaktır.

[1] AHC’nin son hükümetinden yönetimi devir alan komünist kadronun hayatta olanlarının kahir ekseriyeti 1937 senesine gelindiğinde Stalin tarafından kurşuna dizildiler.

Arşiv belgelerinden anlaşıldığı kadarıyla[3] Wilson Ermenistan’ın bir yandan güvenliğini temin etmek diğer yandansa Ermenistan’ı komünist Rusya’ya karşı üs olarak kullanmanın peşindeydi. Rus komünistleri AHC’ni işgal ettikten sonra bütün dikkatlerini Ermenistan üzerine verdiler ve Ermenilerin reddedemeyecekleri teklifle karşılarına çıktılar:

  • Ermenistan’da iktidarın ermeni komünistlerine devredilmesi halinde Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi teklifi.

İşbu teklif “Büyük Ermenistan” hayali yolunda somut bir adım olduğu için iştah kabartmaktaydı. Öte yandan Türkiye’nin İstiklal Savaşı’nı başarılı bir şekilde sürdürmesi Wilson’un Ermenistan politikasını Türkiye’nin lehine revize etmesine yol açmıştı. Hal böyle olunca Ermenistan, komünist Rusya’ya yöneldi ve “bağımsızlığını” kaybetti. Fakat Türkiye’nin doğu sınırında elde ettiği askeri başarıları Rusya’dan daha çok Ermenilerin aleyhine sonuç verdi. İster Acaristan (Gürcistan) isterse Nahçıvan (Azerbaycan) meselelerinde Türkiye’nin garantör statüsünü elde etmesi birkaç sene sonra tartışılmaya başlayacak olan Karabağ sorununu da dolaylı yoldan etkilemiş oldu.

“Dağlık” ve “Aran Karabağ”, Karabağ Hanlığı döneminde sık kullanılmayan ve siyasi/hukuki statüden yoksun birer coğrafi adlandırmaydılar. Ancak bölgenin Rusya tarafından işgalinden sonra her iki ifade sıkça kullanılmaya ve giderek etnik yapılanmaya ilişkin olarak siyasi mahiyet arz etmeye başladı. Ama yukarıda da belirttiğimiz üzere Türkiye’nin İstiklal Savaşı’nı başarılı şekilde sürdürmesi ve komünist Rusya’yla olan “dostluk” ilişkileri Ermenilere vaat edilen Karabağ bölgesine ilişkin Moskova’nın karar sürecini etkiliyordu. Öte taraftan Azerbaycan komünistlerinin lideri Neriman Nerimanov’un Karabağ konusundaki kararlı duruşu ve Azerbaycan siyasi kamuoyunun N. Nerimanov’un işbu kararlı duruşu etrafında birlik olması da söz konusu karar sürecini etkilemekteydi. N. Nerimanov’un Türkiye’yle olan sıcak ilişkileri akıllara, Karabağ konusunda Azerbaycan komünistlerinin TBMM’nin gayri resmi (veya resmi) desteğini de aldıkları ihtimalini getirebilir.

Karabağ’ı bir sorun halinde getiren komünist Rusya, müsebbibi olduğu sorunu çözmekte zorlanıyordu. Hem Ermenistan SSC[4]’ni dolayısıyla Ermenileri “üzmemeli” hem Türkiye’yi rahatsız etmemeli, hem de Azerbaycan siyasi kamuoyunu da memnun etmeliydi. 7 Temmuz 1923 yılında Azerbaycan SSC’ne bağlı Dağlık Karabağ özerk vilayeti tesis edildi. Ermenileri “sakinleştirmek” içinse 21 Temmuz 1923 senesinde (yani DKÖV’nin[5] kurulmasından 14 gün sonra) Karabağ’ın Ermenistan SSC’yle sınırdaş olan geriye kalan diğer topraklarında “Kürdistan” isimli kaza (uyezd) kuruldu. Söz konusu kazanın -Azerbaycan SSC’ye bağlı olmakla birlikte- gelecekte Ermenistan SSC’ye devredilme ihtimali vardı. Nitekim Ermenistan SSC’de de önemli bir Kürt nüfusu bulunmaktaydı. Yani Kürt nüfusu bahane edilerek, Ermenistan siyasi kamuoyunu memnun etmek için Kürdistan kazası Ermenistan SSC’ye verilebilirdi. Bu şekilde “Kürdistan” (Kızıl Kürdistan) geçici formülü sayesinde Ermeniler yakın vadede memnun edildiler. Öte taraftan Karabağ sorunu da ad-hoc şekilde çözüme kavuşturulmuş oldu.

[1] Geniş bilgi için bkz: Fahir Armaoğlu, Amerika, Sèvres Antlaşması Ve “Ermenistan” Sınırları, Belleten, Nisan 1997, Cilt. LXI, Sayı. 230, ss. 133-147.

[1] Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti

[1] Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti

Ancak 1929 senesine gelindiğinde Kürdistan kazası lağvedildi ve toprakları Azerbaycan SSC’de kalmaya devam etti. Bunun iki sebebi vardı:

  • Azerbaycan ahalisinin Sovyetleşmeye karşı direnişi; patlak veren isyanlar.
  • Kürdistan kazası nüfusunun neredeyse tamamının Müslüman olması ve nüfusun %92’sinden daha fazlasının ana dilinin Türkçe olması.

Başka bir deyişle geçici bir formül olan “Kürdistan kazası”nın, bölgenin gerçek etnik yapısı dikkate alınmaksızın tesis edildiği kısa bir süre içerisine ortaya çıkmıştı. Ermenilerin Moskova’nın bu kararına sert tepki verecekleri öngörüldüğünden Dağlık Karabağ yönetiminde çoğunluk Ermenilere verildi ve Ermenilerin bölgeye yerleştirilme işi daha da hızlandırıldı.

Toparlayacak olursak SSCB’nin Karabağ sorununu çözmediği kendi nezareti altında dondurduğu söylenebilir. Rusya için temel strateji şuydu:

  • Hem Ermenistan’ı hem Azerbaycan’ı yakın vadede memnun etmek ve
  • Her iki devletin Moskova’ya bağımlılığını sürdürebilmekti.

Hatta SSCB’nin son yıllarında ve Rusya Federasyonunun ilk başkanı olan Yeltsin iktidarının ilk senelerinde Moskova, Karabağ konusunda karar veremez mercii haline gelmişti. Şunu eminlikle söyleyebiliriz ki 1988-1992 seneleri arasında Moskova hangi devletten yana karar vereceğini netleştirememişti. Zira iki devletten biri lehine verilecek karar diğerinin “kaybedilmesiyle” yekûnlaşacaktı. Ancak Azerbaycan’da iktidara gelen Halk Cephesi Moskova karşısındaki tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Tabir-i caizse Moskova’ya “meydan okuma” yolunu seçti. Hızını alamayan Halk Cephesi Tahran’a da zaman zaman “Güney Azerbaycan” hatırlatmasında bulundu. “Azerbaycan halkının tarihi bilinç dışı olan” Halk Cephesi’nin bilinç düzeyinde söylemlerde ve eylemlerde bulunması Yeltsin iktidarının zorunlu bir şekilde Ermenistan’dan yana tavır almasına yol açtı. Başka bir deyişle Halk Cephesi Moskova’nın başka bir politika izlemesinin önünü kapattığı için böyle bir sonuç ortaya çıktı.

Halk Cephesi, SSCB’nin “yönetici aklının” ihtimal dâhilinde görmediği bir oluşumdu. Zira 1991 senesinde Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya SSCB’nin varlığına son veren aktı imzalarken Halk Cephesi Azerbaycanı’nın atacağı adımları öngörememişti. Onlar açısından Azerbaycan da tıpkı diğer ittifak ülkeleri gibi (Baltık Cumhuriyetleri hariç) davranacak, İttifaktan ayrılmakla birlikte gelecekte AB’ne benzer bir ekonomik (belki zamanla askeri) kuruluşa üye olacak ve Moskova periferisinde var olmaya devam edecekti. Ancak “evdeki hesap çarşıya uymadı.” Halk Cephesi Azerbaycanı Moskova’ya “kafa tuttu”, Rusya’nın olduğu herhangi bir oluşumda yer almayacağını, yüzünü Ankara üzerinden Batı’ya döneceğini hem söylemleriyle hem eylemleriyle gösterdi. Halk Cephesi’nin işbu tavırlarının faturasıysa Azerbaycan halkına kesildi, “işgal edilmiş yerler kervanına” her öten gün yeni bir köy, kasaba daha eklendi. Kelbecer’in işgaliyse Moskova’nın Bakü’ye çok net bir mesajıydı. Akabinde Gence’de gelişen olaylar ise Halk Cephesi’nin sonunu getirdi. Şunu da belirtmemiz gerekir ki Haziran 1993 senesinde Bakü’ye davet edilen Haydar Aliyev de Moskova açısından “yola devam edilecek isim” değildi. Zira Haydar Aliyev 1990 senesinde Moskova’dan “kavgalı” ayrılmış, aynı zamanda Nahçıvan’dayken Türkiye’yle iyi ilişkiler kurmuştu. Binaenaleyh Haziran 1993 senesi sonrasındaki gelişmeler Moskova’nın niyetini ortaya koyuyordu. Ancak Haydar Aliyev’in siyasi geçmişi ve süreci iyi okuması sayesinde Moskova Ermenistan’a verdiği aleni desteyi durdurdu. Bir dönem Haydar Aliyev’in danışmanı olan Vefa Guluzade bir konuşmasında kendisiyle tehditkâr şekilde konuşan Rus resmisinin “Ermenilerin Gence’yi de işgal etmelerini her an sağlayabilecekleri” sözlerini aktarır…

Önceki yazılarımızda hem Haydar Aliyev’in hem de dönemin Ermenistan iktidarlarının Karabağ stratejileri üzerinde durduğumuz için farklı bir parantez açmak istiyoruz.

Türkiye’nin Kelbecer’in işgalinde sonra Ermenistan’la olan sınırlarını kapatması öyle sıradan bir olay değildi. Türkiye, “sınır kapatma” fiiliyle birlikte Karabağ meselesinde sessiz kalmayacağını somut bir şekilde ortaya koyuyordu. Mesaj aslında Moskova’yaydı. Rusya yönetimi Karabağ’a ilişkin olarak 1994 senesinde imzalanmış barışın geçici olacağının bilincindeydi. Bununla birlikte Azerbaycan’ın Rusya’ya yönelik olarak 2010 senesine kadarki tutumu Moskova’nın “uzatmalara” oynamasına imkân tanıyordu. Şöyle ki Azerbaycan’ın Türkiye’ye olan yakınlaşması/yakınlığı göz yumulabilecek, ses çıkartılmayacak hızda ve hizadaydı. Söz konusu seneden itibaren Azerbaycan’ın Türkiye’de yapmış olduğu yatırımların hacminin artması, hem Türkiye’nin hem Azerbaycan’ın Gürcistan ekonomisini ayakta tutmaya çalışmaları ve Gürcistan’ın Rusya’dan tamamen uzaklaşmasına imkân sağlamaları (göz yummaları), başarılı enerji anlaşmalarını imzalamaları Moskova’yı tedirgin etmekteydi. Aynı zamanda Ermenistan’ın Paşinyan’la birlikte yüzünü Batı’ya döndürmesi Moskova’nın tavrının değişmesine yol açtı.

Azerbaycan ve Türkiye arasındaki özellikle enerji konusunda kurulan ortaklık Avrupa’yı Rusya’nın “gaz oyunlarından” kurtarabilirdi. Yani her sene kış mevsiminde Moskova’nın Batı’ya yönelik oynadığı “gaz” oyunu bitebilirdi. Zira Türkistan (Orta Asya) doğal gaz ve petrolü Rusya’yı es geçerek Batı’ya ulaşacaktı. Önemli bir pazardan yoksun kalacak olan Rusya’nın böyle bir gidişata sessiz kalması imkânsızdı.

Temmuz 2020’de Rusya son kez Ermenistan’dan yana şansını deneyerek Bakü-Ceyhan enerji hattının “güvenliğini” test ederek bir yandan Azerbaycan’ın diğer taraftan müttefiki Türkiye’nin nabzını yokladı. Temmuz olaylarında (2020) Rusya, Karabağ’ı masaya çıkartmaksızın başka bir alternatifi devreye sokarak enerji oyununa dâhil olabilmenin imkânını sorguladı. Ama Azerbaycan’ı “hazır durumda buldu.” Temmuz olaylarını “önceden tahmin etmiş”, olaylar patlak verince ne yapılacağını enine boyuna düşünmüş ve “yanlış” bir hamle yapmaksızın olayları nasıl sonlandıracağının hesabını yapmış bir Azerbaycan buldu karşısında. Geriye tek yol kalıyordu: Karabağ sorununun “çözümü”.

Rusya, Karabağ sorununa ilişkin Azerbaycan ve Türkiye’nin tutumunun ne olduğunu çok iyi biliyordu. (Nitekim daha önceki yazılarımızda Azerbaycan’ın değişmeyen Karabağ stratejisi üzerinde durmuştuk.) Binaen Karabağ sorununu çözüme kavuşturmaksızın yeni enerji anlaşmaları başta olmak kaydıyla Çin’i Avrupa’ya birleştirecek İpek Yolu başta olmak üzere yeni ticaret yollarından faydalanmanın başka yolunun olmadığının da iyice farkındaydı. Yani Rusya işbu ekonomik oluşumlarda seyirci yok aktör olmak istiyordu. Bundan dolayı 27 Eylül 2020 tarihinde resmi şekilde “bir kenara” çekildi. (Gayri resmi şekilde Rusya’nın 44 günlük savaşta Ermenistan tarafına ettiği yardımlara girmeyeceğiz.) Bizi ilgilendiren Moskova’nın resmi tutumudur. Rusya olmaksızın Ermenistan sadece 44 gün dayanabildi…

Savaş bitti. Eski Dağlık Karabağ’ın %70’lik arazisine –yenilebilir olanağı haiz- 5 sene için Rus barış gücü yerleşti. Türkiye ise garantör statüsünü elde etti. Bu anlaşmanın bize söylediği literal anlamda olmayan bazı şeyler var. Rusya, Azerbaycan ve Türkiye’nin başını çektiği/çekeceği enerji başta olmak kaydıyla diğer ekonomik oluşumlara “vize” aldı. Söz konusu “vize”nin devamlılığını sağlayan etkense Rus barış gücüdür. Rusya önümüzdeki 4 sene içerisinde kendisine verilen “vize”nin işlerliğini test edecek. Türkiye’yse Rusya’ya verilen “vize”nin kullanım alanının sınırlarını belirleyecek. Zaman zaman Rus barış gücünün konumlandığı Azerbaycan topraklarında Azerbaycan kamuoyunu rahatsız eden gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeler, Rusya’nın Ermenistan kamuoyunu sakinleştirme çabaları olarak okunabilir. Diğer taraftan 30 senedir birbirine düşman olan (ve düşmanlıkları bir asrı geçmiş) iki ülkenin birkaç sene içerisinde barışacağı ihtimal dışıdır. Rus barış gücünün bölgenin ermeni nüfusunun Azerbaycan’a yönelik korkularını giderme gibi bir vazifeleri de var. Anlaşma sonrası Moskova’nın resmi girişimleri böyle bir vazifeyi icra etme peşinde olduklarını gösteriyor.

Sonuç olarak eski haliyle Karabağ sorunu çözüme kavuşmuştur. Başta bölge ülkeleri olmak kaydıyla dünya kamuoyu Türkiye’yi hesaba katmayan özel olarak Karabağ, genel olarak ise Kafkasya siyasetinin işlevsel olmayacağını anlamış durumdalar. Bundan 100 sene önce nasıl ki Türkiye’nin dâhil olduğu bağlamda Karabağ sorunu sorun olmaktan çıkmış idiyse mevcut durum itibariyle Türkiye’nin olduğu masada da Karabağ sorun olmaktan çıkmış durumdadır. Zaman zaman Rusya (kendi siyasi tarihine uygun olarak) Türkiye’nin nabzını yoklaya bilir. Veya hatta Türkiye’siz bir Karabağ, Türkiye’siz bir Kafkasya hayal edebilir. Belki de mevcut Karabağ/Kafkasya stratejisine eşzamanlı olarak “masa altı Karabağ/Kafkasya stratejisi” de geliştirmiş olabilir. Ancak bu stratejilerin gerçek olması Türkiye’nin atacağı adımlara bağlıdır. Yakın vadede Türkiye’nin özelde Karabağ genelde Kafkasya stratejisinin değişeceğini ise düşünmüyoruz. Türkiye’nin uzak vadede nasıl strateji geliştireceği ise Rus barış gücüne verilen 5 yıllık sürenin sonucunda bölgede yaşanacak ve özellikle Suriye ve Libya’daki gelişmelerin sonuçları tayin edecek gibi gözüküyor.

[1] Bundan sonra AHC olarak kısaltılacaktır.

[2] AHC’nin son hükümetinden yönetimi devir alan komünist kadronun hayatta olanlarının kahir ekseriyeti 1937 senesine gelindiğinde Stalin tarafından kurşuna dizildiler.

[3] Geniş bilgi için bkz: Fahir Armaoğlu, Amerika, Sèvres Antlaşması Ve “Ermenistan” Sınırları, Belleten, Nisan 1997, Cilt. LXI, Sayı. 230, ss. 133-147.

[4] Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti

[5] Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu