Karabağ’ın En Uzun Yılı 2020-2021

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki 44 günlük savaşın bitmesi üzerinden 1 yıl geçiyor. Savaş bitti ama barış bir türlü gelmedi, gelmiyor. Her savaş nihayetinde barışı hedefler. İronik seslenmiş olsa da insanoğlu her zaman “barış için savaştı”. Yani savaşın ilelebet devam etmesi savaşan taraflardan hiçbirine fayda getirmez. Hobbes sürekli savaş halinin devam etmesi halinde kimsenin güvende olmayacağını söyleyeli neredeyse 400 sene oldu. Peki, o haldeyse niçin Azerbaycan ve Ermenistan barış yapamıyor?

Her iki ülkenin savaşta kullandığı silahlar bile ithaldi. Yani kendi silahlarıyla bile savaş(a)mayan –silah üretecek potansiyelde olmayan- bu iki ülke niçin uzlaşamıyor? Kestirme ve hızlı bir çözüm şu olabilir: Madem her iki ülke savaşta kullandığı silahlar ithaldir, o zaman iki ülkeye de silah ambargosu uygulansın ve bu ambargoya yüksek düzeyde riayet edilsin. İddia ediyorum, çok kısa bir zamanda barışa ulaşılır. Ama bu ütopik bir yaklaşım olur. Zira bu öneri, silah endüstrisinden beslenen ülkelerin asla kabul etmeyecekleri bir öneridir.

Son savaşta kullanılan silahların üreticileri arasında hangi ülkeler var? Silahların 4/3’ü Rus yapımı. Peki, tarafları “barış masasına” davet eden hangi ülke? Rusya. Sizce de burada bir gariplik yok mu?! Hem silahlandır veya silah sat ama yine barış misyonu altında ortalıkta gezin… Düz bir mantık bize şunu der: Her iki ülkenin barışta uzlaşması, en azından yakın gelecekte Rus silah sektörüne belli oranda olumsuz etki edecektir. Silah endüstrisinden beslenen Rusya, bu durumu kabullenebilir mi? Hayır. Rusya için Azerbaycan ve Ermenistan arasında savaş devam etmeli, hiç bitmemelidir. Geçici ateşkesler olabilir ama nihai barış asla olmamalıdır. Binaen bu iki ülkenin halkları da biri diğerine düşman olarak kalmalı ki, taraflardan biri sürekli kendisine “büyük kardeş” arasın.

Bir diğer ilginç nokta Karabağ sorunu ve bu iki ülkenin bağımsızlığı arasında ters orantının olmasıdır. Yani 1919 senesinde her iki ülke birer bağımsız devlet olarak bu sorun etrafında belli bazı yerel çatışmalara girmiş ve daha sonra uzlaşmaya varmışlar. Ama akabinde gelişen olaylar zamanı Azerbaycan ve Ermenistan bağımsız devletler değillerdi. Yani örneğin 1988 senesinde Gafan, Gorus, Sumgayit ve Gence’de yaşanan “kötü” olaylar, eşzamanlı olarak eski Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti’nde neredeyse her gün düzenlenen mitingler olduğunda ne Azerbaycan ne Ermenistan bağımsızdı. Her iki ülkede de Sovyet Ordusu’nun ilgili birim ve birlikleri yer almaktaydı. Her iki ülkenin güç ve yargı organlarına Moskova nezaret ediyordu. Yani bir “imparatorluk” dâhilinde, “imparatorluğun” gözü önünde iki halk “bir birine saldırıyordu.” Nazileri durdurabilen hatta yenen, Küba’dan Vietnam’a dünyanın dört bir tarafına barış ve kardeşlik götüren SSCB, yanı başındaki kaosa müdahil olamıyor muydu? SSCB zayıflamıştı, gücü tükenmişti, ekonomik bulanımdaydı vs. cinsinden hiçbir açıklamayı kabul edemeyiz. Elbette belki SSCB tam o yıllarda ABD ile savaşa girmiş olsaydı, bu savaştan mağlup çıkabilirdi. Ama Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorunu çözemeyecek durumda da değildi nihayetinde. O zaman meseleye bakış açımızı değiştirerek şöyle söylemeliyiz: İki ülke arasında sorunun çıkmasına vesile olan SSCB’nin bizatihi kendisiydi. Dünya tarihinde çok iyi bilinen bir imparatorluk taktiği var. Eğer bir imparatorluk sömürgesinden çekiliyorsa, mutlaka o sömürgesinde bir “sorun” yaratır. Zira yarattığı bu sorunun yaratıcısı kendisi olduğu için, kendisi fiziki olarak bölgeden çekilmiş olsa da bölge ondan kopamaz. Sözlerimizi daha da vülgarize edecek olursak; SSCB andropoza girmeden önce Kafkasya bölgesine tecavüz etti ve işbu tecavüzden birkaç çocuk doğdu. Abhazya, Güney Osetya ve Karabağ… Şimdi bu üç çocuktan biri olan Karabağ’ın babası malum Moskova’dır. Ama Azerbaycan ve Ermenistan çocuğa annelik yapmak için sürekli “savaşıyorlar.” Hem Azerbaycan’ın hem Ermenistan’ın unuttuğu bir husus var: Annelik yarışını kim kazanırsa kazansın, çocuğun babası Moskova’dır. Daha da kötüsü bu çocuk bir tecavüz ürünüdür, kendi rızaları dışında bu bölgenin SSCB’le girdiği ilişkiden doğmuştur.

Şimdi çoğu okuyucunun şöyle sorduğunu duyar gibiyim: “Her iki ülkenin de Karabağ’dan vazgeçmesini mi öneriyorsunuz?” Hayır. Böyle bir öneride bulunmuyorum. Şunu öneriyorum: Annelik davasından önce, babalık reddi yapılmalıdır. Yani hem Azerbaycan hem Ermenistan, Rusya’ya: “bu çocuğun biyolojik babası sen olabilirsin ama bu çocuğun hukuki babası sen olamazsın ve olmayacaksın” diyebilmelidir.

Peki, bu nasıl olacak? Çok kolay. Önceki yazımda da üzerinde durduğumuz üzere, her iki ülke Rusya olmaksızın barış masasına oturmalıdır. Rusya’nın her iki ülkeye verdiği maddi manevi tüm zararlar masada konuşulmalıdır. Belki de son konuşulması gereken mesele Karabağ olmalıdır. Yani Karabağ sorununa gelene kadar, bu iki ülkenin konuşması gerekecek çok konu var. Hatta belki doğrudan Karabağ konusu açılmaksızın konuşmaya başlanılırsa, daha olumlu gelişmelere imza atılabilir. Ama yine tekrar ediyorum; Rusyasız buluşma, Rusyasız konuşma, Rusyasız çözüm…

Bu anlattıklarımız birer temenniydi. Yani bu söylediklerimize yönelik olarak herhangi bir icraat görmüş değiliz. O halde mevcut duruma, her iki ülkenin takip ettiği “günübirlik siyasete” geri dönelim. Azerbaycan 44 günlük savaştan sonra, Karabağ sorununu kendi iç sorunu olarak görmeye başladı. Daha doğrusu Azerbaycan hükümeti, kendi kamuoyuna, “Karabağ artık bizim bir iç meselemizdir” mesajını veriyor. Peki, bu mesajın Azerbaycan’ın dış siyasetinde bir karşılığı var mı? Azerbaycan’ın AGİT Minsk Grubu’nun faaliyetine devam etmesine olumlu bakmaması, onun dış siyasette de “Karabağ bizim iç meselemizdir” ilkesinde ısrar ettiğini gösteriyor. Ancak kendi de-jure arazisinde Rus barış gücünü konuşlandırması ve Karabağ’la ilgili tüm çalışmalarda Rusya’nın yer alması, Azerbaycan hükümetinin savunduğu söz konusu ilkenin Moskova tarafından kale alınmadığını gösteriyor. Rus barış gücü o araziyi terk ettiği vakit, Karabağ, Azerbaycan’ın iç meselesi olabilir. Fakat şimdilik Azerbaycan hükümetinin dış siyasette karşılaştığı zorluklar, iç kamuoyuna anlattıklarını “gerçek dışı” kılıyor.

Peki, Ermenistan’da durum nedir? Ermenistan, Karabağ’ın uluslararası mesele olarak kalmasından yana politikalar geliştiriyor. 1994 senesinden bu yana Ermenistan, Karabağ sorununun Azerbaycan’ın ve Ermenistan’ın meselesi olmadığı tezini savunuyor. 1991 senesinde Karabağ’ın Ermenistan’a birleştirilmesi, 1994 senesinde bağımsız devlet olması, 2018-2020 yılları arasında Ermenistan’a birleştirilmesi yönünde farklı politikalar geliştiren Ermenistan’ın tam olarak Karabağ stratejisinin olmadığı da söylenebilir. Yani Ermenistan’da iktidara gelenler Karabağ’la bağlı olarak tam olarak ne istediklerini kendileri bile anlamış değiller. Başka sözle Ermenistan’ın hep karmaşık bir Karabağ stratejisi olmuştur. Elbette Ermenistan’ın vahit bir Karabağ stratejisinden mahrum olmasının sebepleri diaspora faktörüyle, dış güçlerin çıkarlarıyla vs. açıklanabilir. Ancak gerçek şu ki, Ermenistan’ın ortada net, sınırları belli bir Karabağ stratejisi yoktur. Velhasıl, Ermenistan bu günlerde Karabağ sorununun bir uluslararası mesele olarak kalmasından yana tavır geliştiriyor. Ve Ermenistan’ın böyle tavır geliştirmeye devam etmesi, üçüncü ülkelerin bahusus Rusya’nın sürekli bölgede kaos çıkarmasının yolunun açılması anlamına gelir.

Ancak tüm bunlara rağmen her iki ülkenin barış yapabileceğine inanıyorum. Halkların bir birine küslüğüne anlam verilebilir, hatta bu küslük uzun yıllar sürebilir. Ama devletler birbiriyle küs olamaz. Dolayısıyla Azerbaycan ve Ermenistan’ın devlet seviyesinde küslüklerini “unutabileceklerine” inanıyorum. Ve bunun yolu da ikili müzakereden, ikili diyalogdan geçiyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu