Göç

Teknolojik iletişim devrinde kaybettiğimiz değerler saymakla bitmez ama bir başka yönden kıyasıya eğitiyor insanlığı. Taş üstünde taş bırakmıyor, her taşın altına baktırıyor. Haklar, ihlaller, mazi suçları, kimlik kargaşası, tarihî yalanlar, göz ardı edilen gerçekler ve daha nice kıyı köşe problemi varsa önümüze konuluyor. Rahatsız edici adi suçlar, konuşulması ne kadar rahatsız edici olursa olsun artık herkesin tartışma konusu.

Her şeyi kayıt altına alma imkânı zalim-mazlum, iyi-kötü, güzel-çirkin, haklı-haksız, arlı-arsız mücadelesinde insanın nelere cüret edebildiğini anlamayı sağlıyor. Zihnini ve kalbini arındırma çabasını sürdürenleriyse esfel-i safilin tıynetlilerin yapıp ettiklerine şahit olmaya zorluyor. Bigâne kalamıyorsunuz; bir gün alçalmışlıkla sınanma ihtimali ve tedirginliği, haberdar olma ve tedbir alma telaşına zorluyor.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Kamloops’taki eski kilise bahçesinde 215 Kızılderili çocuğun bulunmasının ardından sivil inisiyatif tarafından ülke çapında yatılı okullarda toplu mezar arama çağrısını, toplu mezar aramaları “gerçeği keşfetmenin önemli bir parçası” diyerek cevaplamıştı.

Trudeau’nun diplomatik yumuşak başlılığına rağmen toplu aramalara izin vermemesi toplum öfkesini büyüttü ve olaylar birçok kilisenin yakılmasıyla devam etti. Ülkedeki olumsuz atmosfer dağılmış değil. Bu kargaşada hâlen katliamın yanı sıra dinî ve ideolojik zorbalığın konuşulmasına sıra gelmiyor. Korkunç gizemin gün yüzüne çıkması bir gün bunların da konuşulabileceği noktasında ümitlendiriyorsa da dünyada kendi topraklarından mahrum bırakılan insanlara dair iç parçalayıcı bir vesika olarak zihnimize kazınıyor ve bugünkü göç hareketliliğinin geri planına dair derin düşünmeye zorluyor.

Doğu ve Orta Doğu kaynaklı işgal ve savaşlardan kaçan ya da ülkelerindeki yeni sistem tarafından dışlanan insanların akın akın Batı’ya göçü, on yıldan fazladır dünya gündeminde ve ivme kazanarak devam ediyor. Yersiz, yurtsuz, çatısız kalanların bir beldeye aidiyet duyup duymadığı, kültürel olarak uyumlanmayı ne kadar başarabilecekleri, ırkçı ya da kavmiyetçi yönlerin “bir arada” yaşama noktasında ne derece olumluya evrileceği meseleleri de hayatımızda dönüp duruyor.

Bilgi akışının durmaksızın çoğaldığı ve her kapalı kapının, her kilitli sandığın yoklandığı bir zamanda insanların en ilkel biçimde yersiz yurtsuz kalışı, bozgunun yol açtıklarına dair acıklı bir yüzleşmeye sebep oluyor. Mecburiyetle yer değiştirmenin mahzunluğunu hazmedecek, ödenen bedellerin çetelesini tutacak zaman aralığından mahrum bir yabancılık yazıyor göçenlerin kaybolan kimliklerinde. Varlıkları sözlü bir gölgeden yazılı bir resme dönüşene kadar, dışlanmışlıkla başa çıkmaya çalışıyorlar ve bu arada uyumlanmaya dair ne kadar yol kat edebildiklerini anlamak kolay olmuyor.

Sıla sahibi de şaşkın ve olan bitene mecbur. İki adım ötedeki bir haneyi ziyaret ederken dahi müsaade istenen zamane kaideleri hüküm sürerken kültürel yabancılık yaşadığı kafilelerin hayatına girişini izliyor. Alışmakta zorlanıyor ve göçerlerin uyumlanmadan hayata karışmasını kendine yapılmış bir haksızlık olarak görüyor. Akıbetle ilgili kafası karışık. Can hırraş iş güç peşinde, etrafıyla iletişimi en aza indirgemiş şehirli için yabancılık katsayısı giderek artıyor. Üstelik “bir arada” yaşama tecrübesinin üzerinden bir asırdan fazla geçmiş, herkes kendine benzeyenlerle yaşamayı yeğ tutmuşken etrafını saran yabancılığı tehdit olarak algılamaya başlıyor.

İşte bu noktada dünya ve özellikle Asya ve Doğu Avrupa ülkeleri göçler sebebiyle psiko-sosyal, ekonomik ve kültürel darboğazdan geçerken, göçü her iki yönüyle tekrar tekrar ele almak gerekiyor. Zira toplum huzuru, bütün bu etkenlerin uyumluluğuyla temin edilebiliyor. Herkesin tahammülü, değer yargıları, dünya görüşü, inancı ve fedakârlık düzeyi bir olmadığından huzuru dengeleyecek ana unsurlar (psiko-sosyal, ekonomik, kültürel) kanalıyla dahi herkesin bu değişimde aynı şekilde düşünmesini sağlamak zorlaşıyor. Kişisel dünyasını sosyal medyada ifade etme alışkanlığı suyun akışına da yön veriyor. Sosyal medyada yayılan bir infial, şükür ki sokağa olduğu gibi yansımıyor ama kafaları karıştırıyor, sığınmacıların hepsini aynı model yabancılık üzerinden değerlendirmeye zorluyor.

Yani göçü, göçen ve göçülen nokta nazarında iki yönüyle değerlendirme zorunluğu var. Sosyal iletişimde, asgari müştereklerde uyumlanmayı en insani şekilde sağlamak adına okullarda ve sosyal merkezlerde bilgilendirmeler yapılması, sığınmacıların/göçerlerin toplumun görünen ve görünmeyen kurallarından haberdar edilmesi bir sosyal politika zorunluğu olarak karşımıza çıkıyor. Tarafların kendini tehdit altında hissetmesinin önüne geçilmesi için sığınmacıların çocuklarının mutlaka devlet okulunda eğitiminin sağlanması ve gerekirse kısa süreli ve yaş grubuna özel seminer programlarına alınması konusunda titizlik gerekiyor.

Çünkü bu göçlerin bir gün sona erip ermeyeceğini bilmiyoruz. Göçenlerin bir gün evine dönüp dönemeyeceğini bilmiyoruz. Sınır tehditleri savuran küreselcilerin bizi hangi kargaşanın içine itme hazırlıkları yaptıklarını bilmiyoruz.

Yaşamaya hazır ve kendilerine kucak açmış Türkiye’nin, vatan birliğini korumasını sağladıkça sığınmacılarına ve mazlumlara vatan olabileceğinin idrakinin canlı tutulması, yaşama hakkı için hayatı bütün gücüyle kovalayan bu insanlara birlik şuuru kazandırılması son derece önemli.

Millî ve manevi beraberlik için tehdit oluşturmayacak, toplum huzurunu bozmayacak uyumlanmalar adına yöntemlere ve onları uygulama gayretine ihtiyaç var.

***

Künye: Göç; göçmek işi, bir yerden başka bir yere taşınma, hicret; bir evden bir eve taşınma, nakil; taşınılan yerden yeni oturulacak yere götürülen toplu haldeki ev eşyası; eşyası ile bir yerden bir yere giden kafile, kervan.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu