Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat YAYCI I Özel Röportaj

Türkiye’nin geçmişten günümüze denizlerdeki gücünü ve varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye aslında bir deniz ülkesidir. Bunu hiç unutmamak lazımdır. Türk milletinin denizci bir millet olmadığı söylenir. Aksine Türk milleti denizci bir millettir. Yani bu bize yaftalanmaya çalışılan, tarihi bilmemekten kaynaklanan bir durumdur. Türk milletinin zaman zaman denizden uzaklaştırıldığı, zaman zaman da güçlü olduğu devirlerde denize yaklaştığı anlar vardır. Osmanlı Devleti için İtalyanlar şöyle bir ifade kullanır. Bu ifade takvimlerde de vardır. “Deniz Kokan İmparatorluk” derler. Osmanlı Devleti’nin en yükseldiği zaman Kanuni Sultan Süleyman’ın devri. Fakat orada kilit bir nokta var. Kanuni Sultan Süleyman’ın devrinde Barbaros Hayrettin Paşa var. Yani “suyu yöneten, toprağı yönetir.” diyen Barbaros Hayrettin Paşa var. Kime diyor bunu? Kanuni Sultan Süleyman’a, padişaha söylüyor. Rodos seferini, Adalar seferini yapan bir Kanuni var.

Bununla birlikte şunu söylemek lazım. Türklerin denizcilik serüveni aslında M.Ö. 3000-4000’li yıllarına dayanıyor. Sakalar, İskitler, Etrüskler… Ya da Büyük Selçuklular Umman’ı fethediyorlar. Umman’ı fethetmek için sizin donanmanızın olması lazım. Büyük donanmalar oluşturuyorlar ve en önemli şey şu aslında. Ben hep bunu örnek gösteriyorum. 1071’de Anadolu’ya giriyorsunuz. Atlarla ve yaya olarak giriyorsunuz ve hem yaya olarak hem de atlarla feth ede ede, ede ede 1081’de Çeşme’ye gelmiş oluyorsunuz ve siz Çeşme’de 1081’de donanma kurmuş oluyorsunuz. 10 sene içerisinde siz Malazgirt’ten başlıyorsunuz, Çeşme’ye geliyorsunuz, donanmayı yapıyorsunuz, denize salıyorsunuz. Vizyona bakın! İlk yaptığı iş, Midilli ile Sakız’ın fethi. Daha sonra da 1090’da Koyun Adaları zaferi. Bu Koyun Adaları deniz zaferini çok iyi bilmeyenler olabilir. Bizans donanmasını yok ediyor Çakabey. Çok önemli bir konudur. 1090’da aslında Adalar Denizi’ndeki hakimiyet mücadelesi bu şekilde başlıyor ve 740 yıl boyunca şu veya bu şekilde Adalar Denizi’nde Türk hakimiyeti oluyor. Yani Ege Denizi’nde.

Algı operasyonuna maalesef bizler çok maruz kalıyoruz ve etkileniyoruz. Herkesin aklında şu vardır. Biz Adalar (Ege) Denizi’ndeki hiçbir adayı Yunanlılardan almadık. Yani şöyle bir algı oluşuyor. “Bu Adalar Yunanlılarındı, Türkler Yunanlılardan bu adaları aldılar ve sonra Londra Büyükelçiler konferansı ile, Lozan’la, Paris Barış Antlaşması ile aslına rücu etti. Yunanlılara geri döndü.” Böyle bir şey yok! Biz ya Sen Jan Şovalyelerinden aldık ya Cenevizlilerden aldık ya da Venediklilerden aldık. Ama asla ve katta Yunanlılardan almadık. Onun için bu adaların asıl sahipleri asla ve katta Yunanlılar değildir.

Türkler denizlerde hakim oldukça devletleri büyümüş, denizlerdeki hâkimiyetinin Türk devletlerinin büyümesine etki ettiğini gören düşmanları önce Türkleri denizlerden soyutlamak istemişler. Onun için de donanmalarını vurmuşlar. İnebahtı, Navarin, Çeşme, Sinop baskınları ve buradaki donanma kayıpları Osmanlı Devleti’nin küçülmesine neden olmuş. Tabiatıyla küçülmesine neden olmuş. Çünkü büyümesinin temel dayanağı, payandası donanma ve denizlerde. Oradan küçültmeye başlıyorlar. Yani Osmanlı Devleti’nin elindeki bir durum değil aslında. Osmanlı Devleti’nin ağırlık merkezinin donanma olduğunu, denizde büyüme olduğunu fark eden düşmanları, hasımları Osmanlı’yı oradan vurmuşlardır.

Mavi Vatan nedir bu tanımlama ve Mavi Vatının kapsamı Ülkemize nasıl bir imkan sunuyor ya da nasıl bir uluslararası kabiliyet kazandırıyor?

Mavi Vatan dediğimiz kavram Türk Deniz Yetki Alanları demektir. Yani ilan edilmiş ya da öngörülen Türk Deniz Yetki Alanları demektir. Bunlar nerelerdir?

Karadeniz. 1986 yılında Türkiye Karadeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiştir. Onun için Karadeniz’deki Mavi Vatan’ın, Türk Deniz Yetki Alanlarının Karadeniz kısmında hiçbir sorun yoktur. Bazıları şunu söylüyorlar. Biz orada doğalgaz çıkartınca, petrol çıkartınca, kaynak çıkartınca acaba orada sorun çıkar mı? Hayır. Hiç sorun çıkmaz. Orası tamamen paylaşılmış, bütün kıyıdaş devletlerle de anlaşmalarla teyit edilmiş. Burası Türkiye’nin hakça paylaşım sağladığı bir alandır, bir münhasır ekonomik bölgedir. Bunun bir başka özelliği daha var. Türkiye MEB’yi sanki hiç ilan etmemiş, bunu tecrübe etmemiş gibi bir algı oluşturuluyor. Hâlbuki Türkiye 1986 yılında MEB ilan etmiş, bunu da tecrübe etmiş bir devlettir. Önce ilan etmiştir, sonra 9 sene boyunca ilgili devletlerle teker teker anlaşma yapmıştır.

Mavi Vatan aynı zamanda Marmara Denizi demektir. Marmara Denizi Türkiye’nin bir iç denizidir. Türkiye bu bölgede karadaki gibi hükümranlık haklarına sahiptir. Son zamanlarda Montrö sözleşmesini gündeme getirmeye çalışan bir takım lobiler var. Türkiye Montrö sözleşmesine sadık bir devlettir. Bölgedeki barış ve istikrara bu sözleşme ile katkı sağlamaktadır. Türkiye dilerse Marmara Denizi’nde iç su rejimi uygular. Dilediğini geçirir ve dilediği geçirmez. Mavi Vatan hükümranlık demektir.

Adalar (Ege) Denizinde ise durum biraz daha farklıdır. Çünkü burada deniz yetki alanları karasuları dışında belirlenmemiştir. Onun için de uluslararası hukukta, Uluslararası Adalet Divanı ve Hakem Mahkemesi Kararları ışığında iki anakaranın arasında orantılılık ilkesine göre geçen hattan paylaşım yapılması gerekir. Aynen İngiltere ile Fransa arasında yapıldığı gibi. Fransa kıyılarında İngiliz adaları vardır. Ama hat, ortay hattan geçirilmiştir. Şimdi biz orantılılık ilkesine göre baktığımızda 2756 km Yunanistan’ın kıyı uzunluğu vardır. 3484 km Türkiye’nin kıyı uzunluğu vardır. Yani %40’a %60 olması lazımken biz yine kendimizden fedakârlık ederek bu sınırı yarısından çizdik. Yarısından çizmemize bile Yunanlılar tahammül edemiyorlar. Ve Yunanlılar hiçbir şekilde, dünyada hiç kimseye kabul ettiremedikleri şekilde adaların ötesinde yani Türkiye’ye sadece taş atım mesafesi kadar deniz bırakacak bir Kıta Sahanlığı öngörüyorlar. Böyle birşeyi kabul etmek mümkün değildir. Dolayısıyla Adalar Denizinde bizim çizdiğimiz Mavi Vatan parçası tamemen ortay hat esasına göre, İngiltere-Fransa paylaşım örneğine göre (bunun gibi onlarca örnek var ama özellikle İngiltere-Fransa’yı örnek veriyorum ki ötekiler şöyleydi böyleydi demesinler.) İki tane büyük devlet arasında paylaşım nasıl yapıldığı ortada. Yani Mavi Vatan demek Adalar Denizi demektir. Yunanistan ile el sıkışan parmaklarını saysın demektir Mavi Vatan.

Doğu Akdeniz’de yine aynı şekilde 2280 km kıyı uzunluğuyla Türkiye’nin en önemli devlet olduğu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı uzunluğuna sahip devlet olduğu ortadadır. Şimdi böyle bir durumda orantılılık ilkesine göre baktığınızda GKRY’nin 384 km’dir. Türkiye’nin 2280 km’dir. Türkiye’nin Yunanistan’ın yaklaşık yedi katı kadar deniz yetki alanının olması lazımdır. Bizim Karadeniz, Marmara, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz’deki bütün deniz yetki alanımız 462 bin km2’dir. Yani karayüzölçümümüzün yarısından biraz fazladır. Bize maximalist, Yeni Osmanlıcı diyorlar. Yayılmacı, genişlemeci diyorlar. Deniz yetki alanımız kara yüzölçümümüzün yarısından biraz fazlasıdır diyoruz diye. Peki GKRY 5700 km’dir. Türkiye’nin küsüratıdır kara yüzölçümü. Otuz katı deniz yetki alanı ilan ediyor, otuz katı. Ve bunu meşru saydırmaya çalışıyorlar. Yunanistan on katı. Ve onlar yayılmacı değil, onlar genişlemeci değil Türkiye yayılmacı, genişlemeci.

Mavi Vatan deniz yetki alanları sınırları belirlenmesinde, tamamen bizim hak ve menfaatlerimiz çerçevesinde ama hakça bir paylaşım anlayışı içerisinde, uluslararası hukuka uygun, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Hakem Mahkemesi kararlarındaki prensiplere uygun olarak çizilmiş, maximalist kesinlikle değil, optimalist de değil minimaliste yakın bir anlayışla çizilmiş ki bunu bile kabul etmeyen aşırı diyen içimizde bile birtakım insanlar var. Bunlar da birtakım lobilerin etkisindedirler. Tüm bu gerçekler ortaya koyulduğunda gayet makul bir deniz yetki alanı öngördüğümüz ortadadır. Türkiye’nin Mavi Vatan’ı 462 bin km2’dir. Türkiye uluslararası hukuk ve hakkaniyet çerçevesinde hakça paylaşım taraftarıdır. Bu politikanın adına da Mavi Vatan politikası, Mavi Vatan stratejisi denir. Türkiye’nin denizlerdeki hak ve menfaatlerini savunduğumuz, sadece Türkiye ile sınırlı kalmayarak hakkaniyet gözettiğimiz bir strateji, bir doktrindir.

Türkiye- Filistin arasında yapılacak bir deniz kıyı anlaşması Türkiye’ye ve Filistin’e nasıl bir katkı sağlayacak ve böyle bir anlaşma Doğu Akdeniz’de dengeleri nasıl ve kimin lehine değiştirecektir?

Libya Anlaşması’nın simetriği Filistin’de de yapılabilir; hem Türkiye hem Filistin kazanır. Filistin devlet olmasına rağmen devlet gibi bir muamele görmüyor, bu yanlıştır.

Diğer taraftan Filistin’de şiddet olayları yaşanıyor. Gazze ise abluka altına alınmış durumda. Zaten hiçbir saldırı olmasa dahi abluka altında yaşamak oldukça zordur. Sonuç olarak İsrail denizde de bir abluka uygulamaktadır.

Bu noktada Filistin’in uluslararası kimliğini güçlendirecek hamleler gerekiyor. Filistin karadaki topraktan büyüyemiyorsa denizin altındaki topraktan büyümeli.

Ancak her zaman dediğimiz gibi bizim merkezimiz Türkiye’dir ve ülkemizin de fayda sağlayacağı bir çözüm üretilmelidir. Bugüne dek Filistin’le böyle bir anlaşma yapılması Mısır dahi hiçbir devlet tarafından öne sürülmedi. Ama bunu bizim öne sürmemiz ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkımızı almamız lazım.

Uluslararası Deniz Hukuku Sınırlandırma Teknikleri ve Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırma Tekniklerine göre Türkiye’nin Libya’yla da, Filistin’le de, Mısır’la da, İsrail’le de, Lübnan’la da, Suriye’yle de karşılıklı kıyıları vardır. Filistin Türkiye’nin denizden komşusudur.

Nasıl ki Libya ile yapılan anlaşmadan sonra, uluslararası arenada Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin görünürlüğü ve etkisi arttıysa, aynı anlaşmanın Filistin ile yapılacak olan simetriği de Filistin devletinin görünürlüğünü ve etkisini artıracaktır. Bu anlaşma Filistin’le de yapılabilir ve bunun sonucunda Türkiye 10 bin km2 deniz alanı, Filistin de yine 10 bin km2’lik bir deniz alanı kazanır.

10 bin km2’lik deniz alanı Filistin’in topraklarının ikiye katlanması ve iki kat daha büyümesi demektir. Aynı zamanda bu deniz alanında balıkçılık yapılabilir ve bu balıkçılıktan Filistinliler yararlanır ve bu deniz alanından çıkartılacak doğalgaz/petrolden de Filistinliler kazanır.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının geleceğini yeni dönemde belirleyecek en önemli parametreler neler olacaktır?

Türkiye Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip ülkedir. Ve bugün geldiğimiz noktada Türksüz bir Kıbrıs ve Türkiye’siz bir Doğu Akdeniz arzu edildiği oldukça aşikârdır. Bununla birlikte, Doğu Akdeniz’de Türkiye dışta bırakılarak yapılmış olan denizalanı paylaşımı hakça olmadığı gibi hakkaniyete de aykırıdır.

Türkiye 2019 yılında son derece barışçıl ve hukuki bir şekilde deniz komşusu olan Libya ile bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yaparak Doğu Akdeniz’de kurulmuş olan tuzağı boşa çıkarmış, batılıların deyimiyle Türk kılıcı ile Doğu Akdeniz’de varlığını yeniden hatırlatmıştır. Türkiye ve Libya’nın bu hamlesi ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin planları suya düşürmüştür. Libya Türkiye’nin denizden komşusudur ve yapılan anlaşma uluslararası hukuka uygundur.

Aynı Libya gibi; Mısır, Filistin, İsrail, Lübnan ve Suriye de Türkiye’nin denizden komşusudur. Türkiye bugün de Filistin ile Türkiye-Libya Anlaşmasındaki hatta simetrik şekilde bir anlaşma imzalamalı, sınırlarını belirlemelidir. Zira Yunanistan ve GKRY Doğu Akdeniz’deki ülkeleri kandırdığı gibi İsrail ve dolaylı olarak Filistin’i de kandırmış, deniz alanlarını gasp etmiştir. Bu şekilde hem Türk kılıcının ikincisi ile Türk Deniz Alanları mühürlenmiş olacak hem de GKRY’nin ve Yunanistan’ın stratejisi bir kez daha çökecektir. Ayrıca bu şekilde Filistin, GKRY tarafından gasp edilen alanlarını kazandığı gibi İsrail tarafından hakkaniyete ters bir şekilde belirlenmiş olan Münhasır Ekonomik Bölgesini güncelleyecek, Türkiye ile hakça paylaşım anlaşması yaptıktan sonra ise kazandığı ciddi miktardaki deniz alanlarına ek olarak diplomatik olarak da uluslararası arenada eli güçlenecektir. Filistin bir devlettir. Bir devletin devlet olabilmesi için Birleşmiş Milletler’e üye olma şartı veya tanınma şartı diye bir şart Devletler Hukuku’nda yoktur. Ülkesi, halkı ve hükümetinin olması yeterlidir. Türkiye’nin KKTC ile yaptığı anlaşmalar meşrudur ve Filistin ile yapacağı anlaşma da meşru olacaktır. Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na İsrail ile birlikte üye olmuş olması hem Doğu Akdeniz’e kıyısı olduğunun hem de meşru bir devlet olduğunun somut kanıtıdır. Bu anlaşma ile de Filistin kağıt üzerinde, hukuki yollarla ve diplomatik olarak yıllardır yaşadığı mücadelede kazanamadığı kadar toprak kazanacaktır. Zira denizin altı da aynı kara gibi vatan toprağıdır.

Yani Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası “Libya Türkiye’nin denizden komşusudur” dediği gibi “Filistin Türkiye’nin denizden komşusudur” demelidir ve diyecektir de.

Türkiye Yunanistan’ın Adalar (Ege) denizindeki uluslararası hukuka aykırı, hasmane tutumlarına karşı ne türden girişimlerde bulunmalıdır?

Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias’ın Rum Ortodoks Patrikhanesi ziyaret mesajında Patrik’e hitaben 4 kez “Ekümenik” ve ayrıca “Ekümenik Taht” tabiri kullanması ve ayrıca Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın hassas konularda Patrik’in girişimlerine ilgi duyduklarını belirtmesi Lozan Anlaşması’nın açık ihlalidir. Dendias’ın Ankara’ya Türkiye ile sorunları çözme niyet ve isteğiyle değil, Türkiye’ye “ya bizim pozisyonlarımızı kabul edersiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız” şeklinde gözdağı vermek için geldiği, sık sık AB’ye atıflarla desteklediği şımarıkça ifadelerinden belli olmuştu zaten. Bu oldukça açıktı. Eğer Yunanistan ikili konularda sürekli AB’yi öne sürüyorsa, kendisi de kendini muhatap almıyor demektir. O zaman bizim de istikşafi görüşmeleri Yunanistan yerine AB ile yapmamız daha yerinde olur. Keza Dışişleri Bakanımız da bu ithamlara karşın çok yerinde cevaplar vermiştir. Kendisini yeniden tebrik etmek isterim. Sözleri milli gururumuzu okşamıştır. Umarım somut diplomatik duruşumuz da böyle olur. Dilerim, Türkiye’deki herkes de Dendias’ın sergilediği tutumun barışçı diplomasiye aykırı ve küstahça olduğunu, Yunanistan’ın sırtını AB’ye dayamış ve zorbaca bir tutum benimsediğinin farkına varmıştır. Bu durum diplomaside artık sözün bittiği yerdir. Yunanistan, sadece istediği konuları yani sadece taleplerini müzakere için masaya oturmaktadır. Gayrı askeri statüdeki adaların silahlandırılması ve askerileştirilmesi konusunu görüşmeyeceğini açıkça söylemektedir. Egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar konusunda da müzakere etmeyeceklerini net bir şekilde söylemişlerdir. Bunlar birer örnektir. Sadece Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları paylaşımını müzakere etmek için masaya oturacağını söylemiştir. Bu şu demektir; hakkı olmayan hususu talep ediyor ve bizim de hakkımızdan ne kadarını Yunanistan’a verebileceğimizi söylememizi istiyor. Bu koşullarda Yunanistan’la müzakere etmek için masaya oturulması durumunda baştan Yunanistan’a ne kadar vereceğimizi konuşmak anlamına gelir. Bu müzakere masasında Yunanistan’la tokalaştıktan sonra parmaklarımızı saymak durumunda kalırız.

Bizim kafayı değişmemiz lazım. Diplomaside kaleden çıkıp forvet olmamız lazım. Hep şut yiyen bir politikadan çıkmamız lazım.

Doğu Akdeniz’deki sorunlar nasıl çözülür?

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşım mücadelesinde Türkiye daima hakkaniyetten yana bir yana tutum sergilemektedir. O yüzden birçok kez ifade ettim ve ifademi yineliyorum. Türkiye hakça paylaşım taraftarıdır. Türkiye ile anlaşan kazanır. Türkiye, diğer bölgelerde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de barıştan, istikrardan ve hakkaniyetten yana. Bunun özellikle altını çizmek lazımdır.

Filistin ve İsrail’le karşılıklı kıyılarımız var. Bizim çizimlerimiz uluslararası alanda kabul gören bir yöntem. Türkiye Yunanistan’ın on dört katı, GKRY’nin yaklaşık yedi buçuk katı olmak üzere açık ara en uzun deniz kıyısına sahip ülke. Ama Türkiye’ye bırakılan Yunanistan’ın dörtte biri, GKRY’nin beşte biri. Bunun sebebi diplomatik, bürokratik ve akademik bilgisizliktir. Böyle birşeyi kabul edebilmek mümkün değildir.

Avrupa Birliği’nin Sevilla Üniversitesi’ne yaptırdığı ve Türkiye’nin haklarını yok sayan haritaya göre bize verilen alan 41 bin km2, aslında sahip olmamız gereken alan ise 189 bin km2. Yani 148 bin km2 vatan toprağını bizden almak istediler. Bu harita başta enerji ajansı olmak üzere AB’nin bir çok kurum ve kuruluşu tarafından kullanılmış ve kullanılmaktadır. Zaten AB’nin Türkiye’yi eleştirdiği ve itirazda bulunduğu husus ve noktalar da dikkate alındığında bu haritayı siyasi olarak esas aldığı anlaşılmaktadır. Amaç çok zengin hidrokarbon yataklarına sahip olduğu bilinen Doğu Akdeniz’i Türkiye’yi dışlayarak paylaşmaktır.

Peki nasıl kazanılır? Dik durmak lazımdır. Türkiye bugüne kadar dik durdu. Kamuoyundaki ve devleti yönetenlerdeki algı sayesinde tarihinde hiç olmadığı kadar denizlerine sahip çıktı. Türkiye’nin denizlerine sahip çıkmasını cezalandırmak ve geri adım atmasını istiyorlar. Türkiye bu haklı duruşunu devam ettirmelidir.

Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi olarak İstanbul Üniversitesi ile yaptığımız iş birliği ile bu Sevilla Üniversitesi’nin Türkiye’nin deniz hak ve menfaatlerini yok sayan Seville haritasına en güzel cevabı çok yakında vereceğiz. Çıkaracağımız Mavi Vatan Kitabı ile tüm haklılığımızı uluslararası hukuka ve hakkaniyete bağlılıkla Türkiye’nin hak ve menfaatlerini akademik olarak savunmaya, dünyaya anlatmaya devam edeceğiz.

Doğu Akdeniz’de şu dönemde Türkiye’nin gaz bulunması diplomatik süreçleri nasıl etkiler?

Doğu Akdeniz’de dünyanın en zengin hidrokarbon yataklarının olduğu söyleniyor. Dolayısıyla şuanki hesaplamalara göre Girit’in güneyinde bilinen rezerv Türkiye’nin 572 yıllık ihtiyacını karşılayacak düzeyde. Burada Türkiye’nin 572 yıl doğalgaz ihtiyacını karşılayacak gaz hidrat yataklarından bahsediyoruz. Libya ile gerçekleştirilen MEB anlaşması çerçevesinde Yunanistan ve GKRY’nin kurduğu oyunu bozan Türkiye, Batılıların tabiri ile batıya bir “Türk Kılıcı-Türk Kalkanı” çekmiş ve şimdi de sıradaki stratejisi kapsamında Doğu’ya bir Türk Kılıcı-Türk Kalkanı çekmeyi amaçlamaktadır. Libya nasıl Türkiye’nin denizden komşusu ise, Filistin’de Türkiye’nin denizden komşusudur. Türkiye MEB’i kapsamındaki enerji kaynaklarına yönelik araştırma faaliyetlerine devam etmelidir. Sismik araştırma ve sondaj çalışmaları gerçekleştirmek belki de denizlerde askeri tatbikat gerçekleştiriyor olmaktan bile bu dönem adına bu anlamda çok daha kıymetli bir meseledir. O sebeple, her ne nedenle olursa olsun, sismik araştırma ve sondaj çalışmalarından taviz vermemek gerekir. Yani Yunanistan’la müzakere ediliyor diye Oruç Reis limanda tutuluyorsa bu büyük yanlış olur. Çünkü Türkiye bu durumda zemin kaybeder. Dolayısıyla geleceğinden taviz vermiş olur. Günlük hesaplar adına geri kazanılamaz, asırlık kayıplara neden olmamak lazımdır. Doğu Akdeniz Türkiye’ye anasının ak sütü gibi helaldir. Diplomatik olarak Türkiye kazan kazan prensibini benimsemiştir. Türkiye ile MEB ilan eder herkes kazanır. Kim kaybeder? Yunanistan ve GKRY kaybeder. Çünkü Türkiye hakkaniyetten yanadır. Onlar hakkaniyetten yana olmadıkları için kaybederler.

Türkiye’nin Gazze ile anlaşma yapması durumunda, İsrail’le de anlaşa bilmesi mümkün olur mu?

Türkiye, Filistin’in kurulduğu tarihten itibaren uluslararası kamuoyunda en büyük destekçisi olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Filistin, İsrail tarafından abluka altında bulunmasına rağmen, Gazze Şeridi dolayısıyla Doğu Akdeniz’de MEB’e sahiptir. Bu bağlamda Türkiye ve İsrail arasında imzalanacak olan olası bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasından Filistin de faydalanacaktır.

Filistin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na İsrail ile beraber üyedir. Bu şu anlama gelmektedir; demek ki Filistin bir devlettir. Doğu Akdeniz’e de kıyısı vardır ki, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na da üyedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan bir devlet durumundaki Filistin ile anlaşma imzalamamıza kimse hukuken karşı çıkamaz.

“Efendim, buna İsrail itiraz eder, Mısır itiraz eder…” diyenler de çıkacaktır. Bizim çizdiğimiz harita, bir stratejik hamle haritasıdır. Libya ile çizdiğimiz hat, nasıl Mısır’a tevdi ettiğimiz koordinatlara dokunmadan çizildiyse -ki dokunabilmesi de mümkünken o şekilde çizildiyse- Filistin ile çizdiğimiz hat da ne şu anki mevcut Mısır’ın alanına girer, ne de İsrail’n mevcut alanına girer.

O bakımdan İsrail’in, şu andaki mevcut alanlarına girmediği için itiraz etmeleri söz konusu olmaz. Ancak yine de mevcut İsrail politikasından kaynaklı itiraz sesleri yükselebilir.

Bu, şu demektir; aslında Filistin ile yapılan anlaşma, İsrail ve Mısır’ı da Türkiye ile anlaşma yapmaya teşvik eder. Çünkü onlara deniz alanı kazandıracak bir öneri sunar ve herkesin kazandığı bir çözüm olur.

İsrail ile yapılacak olası bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması sonrası Türkiye ve Filistin 10bin km2’den fazla, İsrail ise 10bin km’ye yakın deniz yetki alanı kazanacaktır. İsrail ile anlaşma hem Türkiye’nin hem de Filistin’in çıkarına olacaktır. Bu çerçevede Filistin’in hakları da garanti altına alınmış olacaktır.

Kaybeden kim olur; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi. Nereden kaybeder peki? Daha önce hukuksuzca, hile ile gasp ettiği alanları kaybeder. Yani gasp edilen alanlar Türkiye vasıtası ile asıl sahiplerine rücu ettirilir. Özü budur.

Bizim kurduğumuz strateji, hakkaniyet çerçevesinde herkesin kazanması üzerine kuruludur. Hakkaniyete kimse itiraz etmez, kimse itiraz etmek istemez. Kim hakkından, hukukundan taviz vermek ister ki? Kim günlük menfaatler uğruna, asırlık kayıplara neden olmak ister? Biz İbranice akademik çalışmalarda yayımladık. Hem BAU DEGS kapsamında hem de Tel Aviv Üniversitesi’nde. Dedik ki İsrail’e “sizi kandırmışlar!” Sonra bizim çalışmalarımızın ardından İsrail’de bu durumun farkına vardı ve GKRY’den 12 numaralı ruhsat sahasının bir bölümünü de bu sayede geri aldılar. Türkiye ile uzlaşan daima kazanır. Biz bunu her zaman söylüyoruz. Türkiye hakkaniyet odaklı bir strateji izlemektedir. Bizim prensibimiz kazan kazan anlayışını teşkil eder.

Türkiye’nin Mısır’la yürüttüğü son süreçleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Mısır’ın bölgedeki rolü nedir?

Devletler, her zaman faydacıdır. Mısır da kendi menfaatlerini düşünmek zorundadır. Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile yaptığı anlaşmayla Türkiye’yle yapacağı anlaşmaya göre 11.500 km2 deniz alanı kaybetti. Eğer Türkiye ile anlaşma yapmış olsaydı, Mısır, bir Kıbrıs Adası’ndan büyük bir deniz alanı almış olacaktı. Bu kadar alan şimdi Güney Kıbrıs’ta kaldı. Aynı şekilde Yunanistan’ın teklif ettiği deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması, Mısır’a Türkiye ile yapacağı anlaşmaya göre 15.000 km2 alan kaybettiriyordu. Ancak Türkiye’nin de telkinleriyle ciddi bir pazarlık yapıldı ve Yunanistan iddia ettiği deniz alanının neredeyse yarısından vazgeçmek zorunda kaldı. Neticede, Yunanistan ve GKRY, Mısır’ın deniz yetki alanlarını hileyle gasp etmişlerdir. Aslında artık Mısır da bunun farkına varıyor. Mısır, Yunanistan’la yaptığı anlaşmada ikinci bir noktayı da vurgulamış oldu. Meis Adası’nın Yunanistan’ın kıta sahanlığı olduğu iddiasını reddetti.

Devletler faydacı olmalıdır, ideolojik olmamalıdır, birtakım etnik milliyetçilik şekliyle davranmaması gerekir. Mısır ve Türkiye tarihten gelen iki dost ve kardeş devlettir. Birbirleriyle birtakım konularda ters düşmüş olabilirler ama bu, menfaatlerini heba etmeleri anlamına gelmemelidir. O nedenle Türkiye ve Mısır deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmaları imzalamaları her ikisinin de çok ciddi menfaatinedir. Çünkü bu bölgede dünyanın en zengin kaynaklar var. Bunların bir an önce çıkarılıp ekonomiye kazandırılması lazım.

Herkes bir araya gelsin, otursun, paylaşalım anlayışının pratikte kısa ve orta vadede yapılabilirliği konusunda ciddi endişelerim var. Türkiye’nin MEB ilanı sadece Yunanistan ve GKRY’ye rahatsızlık verir. Ne Mısır’ı ne İsrail’i ne Lübnan’ı ne de Suriye’yi rahatsız eder. Çünkü şu anda Yunanistan ve GKRY ile yaptıkları anlaşmalara göre biz onlara daha fazla deniz alanı öngörüyoruz. Bizim MEB’imiz, onların deniz yetki alanlarına kesinlikle girmez. Böyle bir durumda devletler menfaatlerini düşünürler. Artık kulaklara kar suyu kaçmıştır. Bundan sonra herkes Türkiye’nin yanına gelecektir. Yeter ki sabırlı olalım ama önce MEB ilan edelim. Herkese ne kadar deniz alanı kazanacağını gösterelim.

Sonuç olarak Türkiye ve Mısır’ın deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzalayabilir. Bu hazırlık sürecinde ve yapacağımız anlaşmalarda uzun vadeli menfaatlerimizin önünü kesinlikle kesmememiz lazım. Libya ile yapılan anlaşmanın doğu koordinatı, Mısır ile yapılacak anlaşmanın batı koordinatı olmalıdır. Arada boşluk olursa Libya Anlaşmamız sallantıda kalır. Bazı akademisyenlerin dediği gibi Mısır’la 28 derece doğu boylamının doğusundan yapılacak bir anlaşma, Türkiye’nin Libya Anlaşması’nı kendi eliyle çökertir. Biz de şu anda öngördüğümüz deniz yetki alanımızın 3’te 1’ini kaybederiz. Bu, çok tehlikeli bir durum ve onun için çok boyutlu ve uzun vadeli düşünmek gerekir. Bu işlerde acele etmemek lazım. Bir anlaşma imzalayayım derken, Türkiye’nin 40.000 km2 deniz alanını kaybetmesine müsaade etmemek lazımdır. Keza 28 derece doğu boylamının batısını geçmeyen herhangi bir anlaşmanın yapılması uygun da olmaz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu