“Bilim Dedikleri’nin Dedikleri”

Yazarın sözleriyle ifade etmiş olursak işbu kitap, bilim felsefesinde tartışılan konuları basit bir dille anlatmaya çalışır. Kitabın büyük kısmı bilim felsefesi alanında ileri sürülen teorilerin özet ve eleştirilerini içerir. Yazar, herhangi bir bilim felsefecisini savunmaz, mutlak teorinin imkânsız olduğunu göstermeye çalışır.

Bilimin birkaç yüzyıldır ilahlaştırılmasının örneklerini veren yazar, bu durumun sorgulanması gerektiğini bildirir. Otorite olarak kabul edilen bilimi yargılayacak bir mercii yok mudur? sorusunu gündeme getiren Chalmers, bilimin kayıtsız şartsız otorite kabul edilmesinin bilimsel yöntemin mahiyetine zıt olduğunu ileri sürer. Bilimle iştigal edenler, bilimi ilahlaştıran “bilim adamları” hiçbir zaman bilimin otoritesini sorgulamaya kalkmazlar. Bunun doğal sonucu olarak da bilim marazi bir şekilde otorite olur. Yazara göre günümüzde din, etik, estetik ve buna bağlı olarak diğer alanlar bilimin denetimi altında yaşamaya mecbur bırakılır. Medyada sıkça rastladığımız “şu dini bilgiler bilimsel açıdan doğrulandı” türünden haberler bile bu gerçeğe göndermede bulunur. Böyle haberlerde dini bir hassasiyetten daha ziyade ölçüt olarak bilimsellik ön plana çıkarılır. Bilimin hak ettiği değerin ona verilmesi gerektiğini savunan yazar, bilimsellik konusundaki hataların bilimin doğasından değil bilim adamlarının tutumundan kaynaklandığını savunur. Kitabın temel teziyse şudur: “Herhangi bir bilimsel teorinin mutlak doğru olduğunu kanıtlayan yöntem yoktur.”

1.

“Bilimsel bilginin doğrulanmış bilgi” olduğu tezinin çelişkili bir şekilde ortaya çıktığını diyen Chalmers naif tümevarımcılığının da bu tezden neşet ettiğini söyler. Naif tümevarımcılığın ilk teziyse, bilimin gözlemle başladığıdır. Binaen Alan Chalmers, tümdengelim yöntemi hakkında bilgi vererek aslında tümdengelimin de tümevarım kadar sorunlu yapıya sahip olduğunu gösterir.

Tümevarımcı yorumda işin içine tahmin ve açıklamaların girdiğinin altını çizen yazar, aslında tahmin ve açıklamaların gözlem ve deneyden daha çok tayin edici olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla bilim adamlarının kesin doğru diye sundukları bilgilerin büyük bir kısmı tahmin ve açıklamalardan oluşur.

Tümevarım ilkesinin nasıl doğrulanabilineceği üzerinde duran yazar, naif tümevarımcılığı kendi yöntemleriyle sorgular. Ona göre “Bütün kuzey İrlanda elmaları yeşildir” tümevarımla elde edilen bir bilgidir. Ve sefer İrlanda elmasıyla karşılaştığımızda onun yeşil olması bu tezi kuvvetlendirir. Fakat birisi kırmızı İrlanda elmasıyla karşılaştığında işbu bilgi geçersiz olur. Tümevarımcılar onlara yöneltilen eleştirilere karşı “ihtimaliyet sığınağına” başvururlar. İhtimaliyet sığınağına başvuran tümevarımcı şöyle açıklamada bulunur: Kuzey İrlanda sahilleri hariç bütün İrlanda elmaları muhtemelen yeşildir. Ancak bu açıklama da tümevarımcı tezi kurtarmaz. Zira bu tezin de bilimsellik iddiası yine sorgulanmaya ve yanlışlanmaya müsaittir. Batı İrlanda sahillerinde kırmızı elmanın bulunması ihtimalî tümevarımcılığı çürütür.

Alan Chalmers Hume’nin şüpheciliğine dikkat çekerek aslında bilimin doğasında şüpheciliğin var olduğunu söyler. Bilimin şüpheler sonucunda kendisine güvenilir yer edindiğini ve önemli mesafe kat ettiğini söyleyen yazar bu özelliğinin devam etmesinin zaruri olduğunu savunur.

1.1.

Tümevarımcıların en çok savundukları önerme şudur: Bütün teoriler gözlem ve deneyin sonucunda oluşturulmakta ve yine gözlem ve deneyle doğrulanmaktadır. Alan Chalmers bu önermeyi duyduğumuz zaman “acaba?” sorusunu sormamız gerektiğini önerir. Çünkü yazara göre hiçbir teori gözlemden doğmaz. Tam aksine bütün gözlemler teoriler üzerinde bina edilir. İnsan aklı geçmişteki olgu ve deneylerle ve bunların üzerine geliştirdiği görüşlerle şekillenir. Dolayısıyla insan aklı salt gözlemle hiçbir zaman karşılaşmaz. Yani gözlem ve deneye teori/ler rehberlik eder.

Yanlışlamacılar ise teorilerin gözlem ve deneylere öncülük ettiğini kabul ederler. Binaen onlara göre bilim yanlışlamalarla ilerler. Yani ileri sürülen her bilimsel bilgi yanlışlanabilmelidir. Teori dünyaya dairse ve bize bilgi vermeyi amaçlamışsa mutlaka yanlışlanabilir olmalıdır. Aristo fiziği doğası itibariyle yanlışanabilirdir. Ve Newton fiziği onu yanlışladı. Bu bilimin ilerlemesine vesile oldu. Newton fiziği de yanlışlanabilirdir. Einstein fiziği onun yanlışladı. Einstein fiziği de yanlışlanabilirdir. Dolayısıyla onun da aşılacağı muhtemeldir. Dolayısıyla yanlışlanabilir teoriye göre kesin bilgiye ulaşamayız ancak yaklaşabiliriz.

Bilimsel tezlerin istisnai durumlarda yanlışlanması ad hoc diye ilavelerin ortaya çıkmasına da sebebiyet verir. Örneğin “ekmek besler” bir bilgidir. Eğer Üsküdar’daki x fırınında yapılan ekmek insanları öldürürse o zaman “ekmek besler” bilgisi “Üsküdar’daki x fırınındaki yapılan ekmek hariç, ekmek besler” tezine dönüşür. Alan Chalmers’e göre bu bir ad hoc’tur ve ad hoc’lar terk edilmelidir. Zira ad hoc’ların varlığı test edilebilirliği kısıtlamakta ve bu durum yanlışlanabilirlik ilkesine karşıttır. Dolayısıyla yanlışlanan tezler / teoriler ad hoc’larla “geliştirilmemeli” bilakis test edilebilir hale getirilmelidir.

Bir teorinin yanlışlandığı iddia edilebilir. Ama bu iddianın sorgulanması ve müzakere edilmesi gerekir. Bilim tarihinde yanlışlandığı iddia edilen Kopernik teorisinin bile doğru olduğunu savunan bilim adamları mevcuttur. Dolayısıyla yanlışlamacılığa tamamen güvenmek de hatalı sonuçlar doğurabilir.

  1. 2.

Yazara göre Imre Lakatos tarafından oluşturulan araştırma programları görüşü bir anlamda Karl Popper’i desteklemek ve yanlışlamacılık görüşüne yönelik eleştirilere cevap vermek için geliştirilmiştir. Bu görüşe göre her teori bir programdır. Bu programların çekirdeği ve kuşakları vardır. Binaen Imre Lakatos’a göre her bilimsel program gelecekteki yeni programların ortaya çıkmasına önayak olmalı ve yeni fenomenlerin tespit edilmesini sağlamalıdır. Alan Chalmers, bu bağlamda Marksizmin ve Freudizmin birinci kriteri sağladığını ama ikinci kriteri sağlamadığını ileri sürer.

2.1.

Kuhn Bilimsel Devrimlerin Yapısı isimli eseriyle bilim felsefesinde yeni ufuklar açar. Aslında mahiyet itibariyle Imre Lakatos’un bilimsel araştırma programlarına benzeyen paradigma görüşü kendine mahsus bazı özellikleriyle de ondan ayrılır. Kuhn’a göre bilim, paradigmalarla ilerler ve hiçbir paradigma nihai anlamda yanlış değildir. Yani tamamen yanlışlanılmış paradigma yoktur. Aristo’nun fiziği bir paradigmadır. Aristo paradigmasının ortaya çıkmasının sebebi kendisinden önce hâkim olan fizik paradigmasının yeterli şekilde iş görmemesiydi. Yani söz konusu çöküşün sebebi Aristo paradigması değil bilakis Aristo paradigması bu çöküşün sonucudur. Paradigma iş göremediği zaman paradigmanın çekirdeğini kuşatan esaslar giderek çözülmeye başlar. Kuhn bu duruma paradigmanın bunalıma girme devresi ismini verir. Daha sonra bunalıma girmiş paradigma giderek daha da çözülür ve devrim gerçekleşir. Bu devrim sonucunda yeni bir paradigma ortaya çıkar.

2.2.

Bilimsel bilgi söz konusu olduğu zaman üç temel görüş ortaya çıkar. Bunlar; sübjektif, konsensüs ve objektif görüşlerdir.

Sübjektif görüşe göre bilim, tamamen bilim adamlarının gözlem, deney ve bunların sonucunda ulaştığı sonuçların toplamıdır.

Konsensüs yaklaşımına göre bilim, bilim adamlarının topluluk veya cemaat halinde üzerinde ittifak edilen bilgilere verilen addır.

Objektif yaklaşıma göreyse bilim, hem bilim adamlarının hem de bilim cemaatinin ittifak ettiği bilgilerle doğrudan bağlı olsa da onlardan bağımsız varlığa da sahiptir. Alan Chalmers bu görüşün daha tutarlı olduğunu söyler. Binaen Kuhn’un çalışmalarında bu üç görüş iç içe olduğunu diyen yazar bilimin aslında kompleks bir faaliyet olduğunun altını çizer.

Son bölümde Alan Chalmers mevcut bilim anlayışını topyekûn reddeden iki teoriden söz eder. Bunlardan ilki Marksizm, diğeriyse epistemolojik anarşizmdir.

Marksizme göre mevcut bilim anlayışı tamamen ekonomi temellidir ve kapitalizme hizmet eder, kapitalizmden beslenir.

Epistemolojik anarşi görüşünün en popüler üyesi Feyerabend’dir. Feyerabend, bilimin ilahlaştırılmasının bilimin doğasından kaynaklanmadığını savunur. Bilime yüklenen mutlak değer aslında insandan kaynaklanan bir zaafın sonucudur. Feyerabend’e göre tarih boyunca insan bazen dini bazen başka şeyleri modern zamanlardaysa bilimi ilahlaştırdı ve ona hak etmediği konuma getirdi. Bunun sonucunda da bilim, Kilise’ye benzer bir şekilde insanlar üzerinde hâkimiyet kurdu. Tam olarak bu sebepten dolayı bilimin din gibi sorgulanması, yargılanması gerekir. Zira ona göre kesin bilgi yoktur: “Her şey olabilir”. (anything goes)

Sonuç olarak Alan Chalmers’in Bilim Dedikleri, bilimin otoritesini ve ilahlaştırılmasını sorgulayan ve kütüphanelerimizde yer alması gereken bir kitabıdır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu