Varlık

Din; Allah Teâlâ, alemler ve insanlar arasındaki münasebeti anlamlı kılan, açıklayan ilahi nizamdır. İnsanların “Din” olarak iman ettikleri her bir inanç şekli de bu münasebeti anlatmak için muhtelif deliller ve fikirler ileri sürmüştür.

Kur’an-ı Azim-uş Şanın ana konularının başında bu münasebetler manzumesi gelir. Bu münasebeti varlıklara hâkim olan nizamı açıklayarak ve işaret ile göstererek yapar. Bu ilahi kelam, böylece insana yaratıcısı olan Allah’ı tanıtmaktadır. Kişinin öz varlığından Allah (c.c)’a ulaşma, dünyadaki varlıkları anlama, bilme ve tarihin tahlili ile bu anlam çabasına yol açılır. Bu yolda Kitab-ı Kerim’deki kıssalar ve Risalet mühim bir unsur olarak karşımıza çıkar.

İnsan, Allah (c.c) zatını bilme kabiliyetinden mahrum olduğu için bu çaba Allah (c.c)’ın fiillerine, yarattıklarına veya vahye yönelir. Bu anlama, bilme çabası; yalnız insanda olması sebebiyle ki “insan” tüm nazarını öz benliğine ve diğer varlıklara çevirir.

Binaenaleyh, âlemde her şey birbiriyle münasebet içinde olduğu için hayat bunların cümlesinin vahdetiyle devam eder. Varlıkların yaratılmış olmaları da var olmasının, “şey” olmasının teminatıdır. Bu sebeple ki ilme konu olabilir, idrak ve tasavvur edilebilir. Bu vech ile varlıklar ve kanunlar hayûle değildir.

Kur’an-ı Kerim varlıklara ayet ( اَيُة) der. Biz bu ayetler manzumesinden hareketle Rabbimizi tanıma ve bilme mertebesine yükseliriz. Bu tek tek varlıklardan umumî olana, varlıklar cümlesine, “âleme” ve oradan yaratıcıya ( خَالِق) ulaşma şeklinde oluyor.

 Allah (c.c)’ın varlığı hususunda kelamcıların delillerinden ziyade mevcutları düşünmeyi, bu mevcudiyetin gayesinin akletmeyi ileri süren Kur’an-ı Kerim’dir. (شُهُد()غَيب) Ğayb ve şûhûd olarak ayrılan varlık alemini, yaratma ( خَلْق) fikri hakikati üzerine inşa eder. Vacib-ül Vücud olan Allah Teâlâ için ğayb diye bir şey olmayacağı aşikâr ve katîdir. Bu tasnif insan içindir. İnsan için görebildikleri, bilebildikleri, tasavvur edebildikleri şûhûd; göremediği, bilemediği, tasavvur edemedikleri ise ğayb oluyor.

 (خَلْق) Yaratma meselesine gelince, İslâm’da bir tek yaratıcı vardır. O yaratıcı Allah Teâlâ’dır. O, ilk ve zorunlu varlık; ezeli ve ebedi tek ilah olarak vardır. Tüm peygamberlerin tebliğ ettiği “DİN” olan İslâm’da; sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi, her şeyin yaratıcısı Allah (c.c)’tır. Varlık ve yokluğu yaratan da Allah (c.c)’tır. Bu yaratmanın devamlı bir süreç olarak yoktan var etme şeklinde olduğunu bize öğreten Kitab-ı Kerim’dir. Bu yaratma hususunda bir ortak da kabul etmeyen Allah Teâlâ, bu hâkikati İhlas suresi celilesinde “tevhid”i en güzel şekilde anlatarak bize öğretir.

Allah Teâlâ varlığın idaresinde kanunlar manzumesi tesis etmiştir ki buna Kur’an-ı Kerim’de Sünettullah ( سُنَّتُ اللَّه) denir. Ümmetlerin, cemiyetlerin, kavimlerin ve devletlerin bir nizama tabî olduklarının işaretini bu esas üzerinden anlatan Kur’an-ı Kerim’dir. Bu tarihi veya ilahi bir çaba anlayışı değil, insanların ve toplumların yapıp ettiklerinin bir karşılığı olarak elde ettiklerini veya elden kaçırdıklarını gösterir. Kur’an-ı Kerim Sünnetullah’ta değişme olmayacağını bize bildirmiştir.

Yine “tevhid” esasının bir gereği olarak varlık da vahdet fikri inşa eder. Varlık da bir vahdet olduğu ve bu vahdet gereği âlemin her bir parçasının birbiriyle uyumlu bir bütün oluşturduğunu bize gösterir. İnsanın bu vahdete ve kanunlara tabî olmaması ise (الفَسَادْ) “fesad”dır.

Canlı ve cansız tüm varlıklar üzerinde emir ( اَمْر ) sahibi olan Allah Teâlâ’dır. Tüm hakimiyet yalnız O’nundur ve hiçbir varlık “EMR” dışına çıkamaz. İnsan ise yaradılış gereği irade ve ihtiyaç sahibi olarak emirden sapmaktadır. İnsan, imtihan edildiği dünyada seçme, yapma ve reddetme kabiliyetine sahiptir. Hakeza varlıklar Müslümandır ve isteyerek Allah (c.c)’a teslim olmuşlardır.

Mevcutlar teslimiyetleri ve vazifeleri gereği Rablerine bağlı olup Müslüman’dırlar. İnsanın hizmetinde olmaları sebebiyle kaynağı insan olan “fesad” karşısında bozulmaya ve sapmaya mahkumlardır.

Kaynağı insan ve cinler olan fesad; âlemin bir parçası olan insanın yani cemiyet, kavim ve ümmetlerin de fıtrî sapmasına sebep olur. Bütün bunlar kâinatın kanunlarında fesada sebep olur. Bütün bu fesad ve delalet ( فِتْنَة ) ise fitneden zuhur eder.

 “Fitne” ve “Fesad” insanın imani, ahlâkî, içtimai ve hatta siyasi mesuliyetsizliğinden tezahür eder. Mesuliyet sahibi olmak ise insanın yaratılışını, fıtratın koruması ve varlık âlemine hâkim olan ilahi kanunlara tabî olmasıdır. Din, Risalet ve Kitap bu gayeye binaen bizlere uzatılmış iplerdir. Evet, Kur’an-ı Kerim Allah’ın ipi ( حَبْلُ اللّه ) kavramını kullanır. Zira, İslâm anlayışında Allah Teâlâ insan ve şeytanın mücadelesinde insanın tarafını tutmaktadır. İnsan ise güzel bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Bu fıtrat; varlık ve yaratılış hususunda hak bir tasavvura sahip olmak için “vahy”in ve “risalet”in rehberliğine muhtaçtır.

Vahye karanlık gözle bakanlar ise tasavvur, akıl ve şahsiyetlerini bu fasid asra borçludurlar. Kur’an-ı Kerim’de kuşların uçması, ay, güneş, dünya, denizde yüzen gemiler, yıldızların bir felekte seyri, yerin bitirdikleri, yağmış kar veya gök gürültülüsünden bahsediliyor ise bu insana çokluk, parçalanmışlık, farklılık gibi görünen varlıkların bir “alem” ( عَالَمَينَ ) oluşturduklarını ve bir kanuna tabî olduklarını göstermek içindir.

  “Alem” varlıkların vahdet oluşturmakla meydana getirdikleri bütündür diyebiliriz. Evet, alemler var. Her şeyi bir kader ( قَدْر ), ölçü , miktar üzere yaratan Rabbü’l Âlemin’dir. Bizim varlıklara nazarımızın esası da budur.

                                       اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ

(Gerçekten ki biz her şeyi bir takdîr ile yarattık.) Kamer/49.

Kaynakça

  1. 354-349
  2. T.D.V İslam Ansiklopedisi, ‘Fitne’ maddesi, 13. cilt, sayfa 156-159
  3. T.D.V İslam Ansiklopedisi, ‘yaratma/halk’ maddesi, 43. cilt, sayfa 324-329
  4. T.D.V İslam Ansiklopedisi, ‘emr’ maddesi, 11. cilt, sayfa 119-121
  5. Bekir Topaloğlu, isbat-i Vacip, DİB, 1992

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu