Müslüman Gençlerin Marjinalleşmesinde Modern Bir Aygıt “Sanal Cihad”

Sanal kimlik, sanal varlık, online cihad, modern sorunlarımızın en yenilerinden ve etkisi giderek artmakta olan bir modern aygıt. Sanal kimlikler sosyolojik incelemeden önce bir ontolojik tartışma ve bununla beraber bir fıkıh tartışması olarak önümüze çıkmaktadır. Sanal ve dijital dünya birçok temel soruyu sormamıza sebep oluyor. “Sanal kimlikler ontolojik olarak var mıdır? Sanal hesaplarla yapılan cihad kabul olur mu? Ya da sanal kimliklerin yalanları ve cürümleri günah mıdır?” gibi daha birçok soru sormamız mümkün ve ayrıca bu soruların elbette bir yanıtı var ama bu ontolojik tartışma ve büyük bir dalga halinde büyüyen bir sorun olduğu ortadadır.

Sanal kimliğin en büyük toplumsal yansıması, İslam toplumunda oluşturduğu en derin izler sanal dünyada yürütülen küresel dizayn ve karşı cihadın şeklidir. Sanal dünya, Bilgi, ilim, tarih ve gerçekliklerden uzak yeni bir bilgi edinme yöntemi ile topluma yeni örgütlenme modeli, cihad türü ve gençlik sosyolojisi sunmaktadır. Öyleki batının mevcut bilgi iktidarının ontolojik arka planını oluşturan Pozitivizm dahi bu yeni küresel akım karşısında güçsüz, çaresiz kalmış ve çökmüştür. Hatta yeni nesil ya da “Z” kuşağı için positivist bil ve yöntem akademide bir kaç dipnot ve alıntıdan ibaret bir “eski” dir. Bu köklü değişim ve sanallağın karşı cihad kurma gücü neler ortaya koymaktadır?

Genellikle yirmili yaşlardaki gençleri, gelişmiş Batı ülkelerindeki konforlu hayatlarını bırakıp, vataklarından çok uzakta IŞİD gibi örgütlere katılmaya iten sebeplerin tespiti oldukça çetrefilli ve karmaşık. Bu konuda kolay ve genellemeci bir cevap vermek oldukça zor olmakla birlikte internet ve sosyal medyanın zaman, mekân ve hudut tanımaz etkisinin çok büyük olduğunu söyleyebiliriz.

  1. yüzyıl sonları ile 21. yüzyıl başları İslam dünyasında, tarihinde eşi-benzeri pek görülmemiş bir biçimde, marjinal ve güdümlü örgütlerin kurulduğu ve sansasyonel eylemler gerçekleştirdiği yeni bir döneme şahitlik etmektedir. El Kaide, Eş Şebab, Boko Haram ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi örgütler birbiri ardınca ortaya çıkmakta. İslam dünyasında sömürgeciliğin sona ermesinin ardından, genellikle emperyal güçler tarafından da desteklenen elitist, laik dikta yönetimlerinin bir türlü bertaraf edilememesinin temel sebebini oluşturduğu bu yeni durumun, uluslararası kamuoyu ve mutedil Müslümanlar tarafından şiddetle reddedilmekle birlikte, İslam dünyasında bir taban bulduğu da bir gerçek. Öncelikle üzerinde durmamız gereken temel nokta hangi faktörlerin bu tür marjinal örgütlerin taban bulmasında etkili olduğu ve gençlerin hangi saiklerle bu tür örgütlere sempati duyduğunu tespit etmek olmalı.

Televizyonlarda her akşam askeri-güvenlikçi politikalarla bu örgütlerin nasıl altedilebileceği tartışılıyor. Fakat sorun salt güvenlik meselesi olmaktan öte bir boyutta. Halbuki askeri yöntemlerle birini yenseniz başka bir bölgede yenisi ortaya çıkıyor. Bu sorunun çözümü ancak bu tür örgütlere katılımın sosyolojik sebeplerini ve küresel bağlantılarını anlamaktan geçiyor. Dini, ideolojik, fikri, toplumsal ve siyasi sebepleri olan bu sorun salt askeri yöntemlerle çözülemez. Aslında bu örgütlerin oluşumunda ve bu örgütlere katılımda en belirleyici sebep İstihbarat servislerinin uzun yıllarda planlı çalışmaları ve İslam Dünyasının yüz yıla yakındır içinde yaşadığı siyasi, sosyal,ve ekonomik krizlerdir.

İslam dünyasında bu tür örgütlerin ortaya çıkmasının temel sebepleri malum. Bir çırpıda sayabileceğimiz onlarca temel sebep var ve bunlar artık birer ezber. Doğuşundan itibaren ‘eski dünya’da yani Akdeniz çevresinde uzun yıllar önemli bir siyasi ve iktisadi bir güç olarak liderlik yapan İslam dünyasının, özellikle 19. yüzyıldan itibaren Batı’nın bilim, teknoloji ve endüstri alanlarında meydan okumasına yeterince cevap verememesi, modernitenin ortaya çıkardığı sorunları çözmedeki başarısızlığı, Türkiye ve İran gibi birkaç devlet haricinde İslam dünyasının büyük kısmının Batılılar tarafından sömürgeleştirilmesi, sömürgecilerin İslam dünyasını kendilerine bağlı elitler eliyle yönetmesi, İslam devletlerinin soğuk savaşın iki kutuplu dünyasında otokratik yönetimler tarafından idare edilmesi, Uluslararası kurumların İslam toplumuna karşı uyguladığı çifte standart, Filistin sorunu, Afganistan ve Irak’ın işgali, sosyal adaletsizlik, cehalet, işsizlik, fakirlik vs. Bu tarihi, siyasi ve sosyal sebepleri daha da artırmamız mümkün.

 

İslam dünyasında radikal örgütleri ortaya çıkaran şartlar

İslam ülkelerinin genel şartları maalesef bu tür örgütler için oldukça müsait. Birkaç örnek vermek gerekirse: Okuma yazma oranı yüzde 14, kişi başına düşen milli gelir 600-800 dolar civarında, milyonlarca genç ve eğitimsiz nüfus, siyasi açıdan uzun yıllardır istikrarsızlık içindeki Afganistan… Onun hemen yanı başında 180 milyonluk nüfusu, okuma-yazma bilmeyen kadınların oranının yüzde 50’den fazla olduğu, Hindistan ve Afganistan gibi komşularıyla problemleri olan, kişi başına düşen bin dolar civarlarında geliriyle nükleer Pakistan… 1980’den beri başı dertten kurtulmayan, uydurma olduğu sonradan anlaşılan gerekçelerle neo-con’lar yönetimindeki ABD tarafından işgal edildiği günden bu yana tam bir karmaşa içindeki, her gün onlarca insanın mezhebi-etnik çatışmalar ve bombalı saldırılarda öldüğü Irak… Hâlbuki hem petrol ve yeraltı kaynakları, hem de Dicle ve Fırat nehirleri havzasında yer alması nedeniyle tarım açısından İslam dünyasının en zengin ülkesi olması gerekirken, 2003 yılından bu yana yaklaşık bir milyon kişinin öldürüldüğü Irak. El Kaide’nin Arabistan yarımadasındaki en önemli ayağı olan 25 milyon nüfus, 1.500 dolar kişi başı gelir ve yaklaşık yüzde 50’lik okuma-yazma oranıyla yıllardır karışıklıklar içindeki fakir Yemen… Somali, Mali ve Sudan vs. gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Hemen yanıbaşımızdaki azınlığın çoğunluğu yönettiği Suriye’de on yıla yaklaşan olaylarda yüz binlerce kişi ölmüş, milyonlarca Suriyeli ise komşu ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. İsrail tarafından kendi topraklarından sürülen, evleri yıkılan, katledilen Filistinliler… İslam dünyasında yaşayan gençleri bu tür örgütlere katılmaya motive edecek oldukça fazla sebep yok mu sizce?..

Modern Bir Aygıt Sosyal medya

IŞİD’in internet üzerinden mükemmel bir İngilizce ile yaptığı kutsal savaşa yani cihada davet edici yayınlar Batılı gençlere nüfuz etmenin en temel aracı durumunda. IŞİD adlı marjinal güdümlü grup, internet ve sosyal medyayı kullanmada şaşırtıcı derecede modern. İnsansız hava aracıyla çekim yapabilmekte ve hatta esir tuttuğu gazetecilere Aynul Arap’ta (Kobani) yayın yaptırabilmekte.

Batı’da ve İslam dünyasındaki adaletsizlikler karşısında çaresiz kızgın gençlere adil bir İslami devlet vadediyor. İki kültür arasında sıkışmış, kimlik bunalımı yaşayan göçmen Müslümanların çocukları ile Batı toplumları tarafından genelikle marjinalleştirilen, sonradan İslam’a girmiş, mühtedi gençler arasında yankı buluyor bu çağrı. Çoğu dini eğitim almamış veya İslam’la ilgili bilgileri oldukça sığ samimi gençler bu çağrıya katılarak aynı zamanda kendilerini marjinalleştiren toplumlarından da intikam almak istiyorlar bir anlamda. Böylece gençlerin toplumlarına olan isyanları bu yayınlar vasıtasıyla cihada kanalize ediliyor. Bu yayınlarda tevhid, hicret, cihat, hilafet, şehitlik, biat, ümmet, tekfir ve mürted gibi İslami kavramlar alabildiğine seçmeci ve amaca yönelik olarak olarak vurgulanıyor. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde yer alan sembollerin sürekli altı çiziliyor.

IŞİD’in en önemli yayın organlarının ismi Dâbık. Bu, bazı hadislerde kıyametten önce Müslümanlar ile IŞİD’in tabiriyle Haçlılar arasındaki büyük savaşın (Melahim, Armageddon) yapılacağı Halep’in kuzeyindeki bölgeye verilen isim. Böylece hadisler yoluyla Suriye’deki mücadelelerini haklı gösterirken Kitab-ı Mukaddes’te de yer alan bu savaşı vurgulayarak Hıristiyanlıktan İslam’a geçen mühtedi gençlerin kökenlerine atıfta bulunmakta. Bu hadisin sonunda İstanbul’un da fethedileceği vadediliyor; yani savaşçıları İslam’ın onurunun kurtarılacağı büyük bir zafer bekliyor.

Batı’dan gelecek gençleri teşvik amacıyla en fazla vurgulanan kavram ise Hicret. Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicreti, yani inanç uğruna bir başka yere göç etmenin gerekliliği. IŞİD’in söyleminde dünya, İslam ile küfür arasında ikiye bölünmüş durumda. Üçüncü bir şık yok. Dolayısıyla Batı’da yaşayan Müslümanlar da cihat için Suriye ve Irak’a hicret etmeliler bu yayınlara göre. Halifeye biat’ın (bağlılık) Kur’an-ı Kerim’de de mevcut dini bir gereklilik olduğu önemli bir yer tutuyor IŞİD’in yayınlarında. Hilafete giden yol kısaca şöyle formüle ediliyor: Hicret (göç), cemaat (Müslüman bir toplum oluşturulması), tağutların (kafir liderlerin) bertaraf edilmesi ve nihayetinde hilafete ulaşılması. Yani “Altın Çağa” ya da Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” kavramının İslami versiyonuna sürekli yükselen bir çizgiyle ulaşmak. Aslında bu yönüyle bu örgütler ve oluşum biçimleri yeni küreselciliğin bir modeli ve hatta aygıtı. Milli, kültürel, yerel ve örfi olanı tamamen reddeden bu yapılar Mc donalds, Facebook ve benzeri küresel markaların bir benzeri.

İnternette yapılan yayınlarda rejimlerin Müslümanlara yaptığı zulümler ve bunun karşılığında IŞİD’in sosyal adaleti, yetimlere, yaşlılara ve fakirlere yaptığı yardımlar geniş şekilde anlatılarak gençler cihat için motive ediliyor. Polisi, eğitim sistemi, bakanlıkları olan hükümran bir İslam devleti olarak takdim ediyor kendini IŞİD. Vergi yerine zekat kavramı kullanılıyor. Kendilerinden olmayan Müslümanlar için ise mürtet (dinden çıkmış) sıfatını tercih ediyorlar. Ezilen kardeşlerine yardım etmeleri gerektiği yapılan hatırlatmalar arasında önemli yer tutuyor. Bu ‘online’ çağrı Batı’da konforlu bir hayat süren gençleri marjinalleştirerek Irak ve Suriye’ye yönlendiriyor. Aynı zamanda bir “propaganda cihadı” olan bu alanda kazanılan her başarı sosyal medya kullanma kapasiteleri yüksek olan gençler vasıtasıyla online kanallarla eşzamanlı olarak bütün dünyaya yayılıyor. Böylece yeniden daha fazla genç Batı’dan Suriye ve Irak’ta “cihat” etmek üzere devşiriliyor.

İslam’ın bu muhteşem muhtevaya sahip kavramlarını, Cihad gibi bütün insanlığı zulümlerden, karanlıktan, kölelikten kurtarmak sorumluluğunu ifade eden ibadet ve kavramlarımızı bu istihbarat aygıtı örgütlerin elinden kurtaracak ve bu büyük sorunu bir çırpıda çözecek sihirli bir formül yok elimizde maalesef. İslam dünyasında yukarıda bir kısmı sayılan ve gençleri ümitsizliğe sevk eden siyasi, sosyal ve iktisadi problemleri bir çırpıda çözmenin imkânı yok. Ancak en can alıcı nokta insanların en temel ihtiyaçlarından olan dinin nasıl öğretileceği problemi. İslam Ümmetinin acilen bir siyasal birlik oluşturması, İslam dininin tarihte örneklerine çok rastladığımız itidal, temkin ve merhametini çocuklarımıza öğretebilmek. Bunları yapamadığımız müddetçe modern yöntemleri kullanmakta oldukça başarılı olan bu radikal/marjinal güdümlü akımlar evimizde odalarında ders çalıştığını zannettiğimiz çocuklarımıza bilgisayarlar vasıtasıyla çok kolay ulaşabilmekte. Bütün bu yazdıklarımız marjinal guruplar kadar, belki daha fazlazı daha fazla seküler ve daha vafla ahlak dışı yapaılanmalar içinde geçerli. Yani yeni medya, dijital dünya köklerden iki marjınal uç noktaya insan taşırkan çok tehlikeli boyutlarda küresel bir sistem kurmaktadır.

IŞİD ve benzeri radikal örgütlerin Müslümanların imajına verdikleri zararı engellemek için, ülkelerimizde Batılı uzmanları getirerek beş yıldızlı otellerde yapmakta olduğumuz masraflı İslamofobi toplantılarıyla para ve zamanımızı tüketmek yerine, dikkatimizi İslam dünyasında ve Batı’da Müslümanlara verilen din eğitimi, Siyasi erklerin inisiyatifi ile İslam Birliği gibi daha köklü çözümlere yoğunlaştırmamız gerekiyor. İslam Düşüncesinin varlıktan bilgiye, eğitimden siyasete bir bütünlük oluşturmasını sağlayıcı yeni bir kurtuluş olduğu hakikatini ortaya koyacak modellemelere ihtiyaç duymaktayız.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu