Bilimsel Faaliyetin Doğası Üzerine: Imre Lakatos Örneği

Bilim felsefesi alanında güvenilir bir tez geliştirmek için üç filozofla hesaplaşmak gerekir. Bunlardan ilki olan K. Popper aslında diğer iki felsefecinin -T. Kuhn ve I. Lakatos- de hocasıdır. K. Popper’ın yanlışlamacılık kuramı bilim felsefesi tartışmalarında yeni ufukların ortaya çıkmasını sağladığı gibi T. Kuhn’un tezleri de K. Popper’ın öngör(e)mediği soru/nların çözümü için önemli teklifler sunar. Fakat bilim felsefesi tarihi bize K. Popper’ın ve T. Kuhn’un kuramlarının ortaya çıkan bazı sorunları yanıtlamakta yetersiz kaldığını gösteriyor. I. Lakatos tam olarak burada devreye girer. O söz konusu iki felsefecinin kuramını sentezleme projesiyle kendi kuramını geliştirir. “I. Lakatos 1970’ler gibi, hem Popper’ın hem de Kuhn’un ‘çözmekte başarısız olduğu’ kimi sorunları çözdüğü savıyla, bilimsel araştırma programlarının bir yöntembilgisini ortaya koyar.”[1]
- Lakatos en bilindik çalışması olan “Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi”ne, “bilim, akıl mı yoksa din midir?” sorusuyla başlar. Bu sorunun cevabının kolaylıkla verilemeyeceğini söyleyen I. Lakatos, orta çağlarda Kilise’nin üstlendiği tavrın mahiyet itibariyle aynısının bilim tarafından üstlenildiğini ileri sürer. Ona göre Kilise kesin bilgiye sahip olduğunu iddia ettiği gibi bilim adamları da kesin bilgi aramak ve kesin bilgiye sahip olmak iddiasındadır. K. Popper’ın bilim adamlarının dogmasına yönelttiği eleştiriden sonra bilimsel bilginin kanıtlanmış bilgi değil de muhtemel doğru olduğunu savunanlar ortaya çıktı. Bu grubun mantıkçı tümevarımcılarla aynı yaklaşımı paylaştıklarını söyleyen I. Lakatos, T. Kuhn’un “devriminin” bile bu grubu dogmatik uykudan uyandırmada başarısız olduğunu ifade eder. I. Lakatos, kılıf değiştirmiş mantıkçı tümevarımcıların din adamlarından hiçbir farkı olmadığını ve bunun esas sebebinin de bilimle sözde bilimi ayırmada kullanılabilecek kuralımızın olmamasından kaynaklandığını söyler. Din adamları “kesin bilgi” diye iddia ettikleri şeylere/önermelere inanırlar. I. Lakatos’a göre bilimsel bilginin ispatlanmış veya muhtemel doğru olduğunu ileri sürenlerde de “bağlılık” söz konusudur. “İnanç eleştirinin kontrolü altında tutulması gereken esef verici bir kaçınılmaz biyolojik zaaf olabilir; ancak bağlılık (commitment) Popper için düpedüz bir cinayettir.”[2] Buradan da gördüğümüz üzere I. Lakatos din adamlarını ve bilimi kesin bilgi alanı olarak kabul edenleri aynı kategori altında değerlendirir. I. Lakatos, bilimsel bilginin doğru ve muhtemelen doğru olduğunu savunanların yanı sıra önceleri bu grupta yer alan ama Einstein’ın kuramıyla birlikte radikal zihinsel değişikliğe uğramış bir gruptan daha bahseder. Sözünü ettiği grup doğruluğuna kesin olarak emin oldukları ve üzerine başka bir şey söylenemez Newton fiziğinin yerine Einstein fiziğinin, Öklid geometrisinin yerine de diğer geometrilerin geçmesiyle saf değiştirmeye karar verenlerden müteşekkildir. I. Lakatos Yeni-Kantçılardan bazılarını bu gruba dâhil eder. Bildiğimiz üzere Kant, sentetik a priori tezinin hem matematik hem fizik için geçerli olduğunu savunur. Ve bu bağlamda temel çıkış noktası Öklid geometrisi ve Newton fiziğidir.
Kant, Newton fiziğiyle birlikte fiziğin tamamlanmış olduğunu savunur. Fakat I. Lakatos’un da söylediği üzere Kant bilimin bizlere sunacağı yeniliklerden habersizdi. Buna binaen sentetik a priori tezi, Öklid geometrisine alternatif geometrilerin ortaya çıkması ve hepsinin kullanışlı olmasının kabul edilmesiyle birlikte çoğu felsefeci tarafından terk edildi. Alternatif geometrilerin kabul edilmesi aslında geometrinin sentetik a priori değil sentetik a posteriori olduğunu göstermiş oldu. Sadece bir tek geometrinin geçerliliği sentetik a priori tezini destekler.
- Popper’ın bilimin yanlışlamalarla ilerlediği ve bu olgunun devrim mahiyetinde olduğunu kabul ettiği ve bilimin ilerleme sürecinin sürekli, rasyonel olduğu tezlerini savunduğunu dile getiren I.Lakatos, T. Kuhn’un K. Popper’ın aksine bilimin ilerlediğini söyleyemeyeceğimizi ve devrimlerin irrasyonel süreçler olduğunu ileri sürdüğünü ifade ediyor. Dolayısıyla T. Kuhn’a göre bir paradigmadan diğerine geçiş süreci K. Popper’ın iddia ettiğinin aksine rasyonel ve buna bağlı olarak sürekli yok irrasyonel ve sıçramalar şeklinde vuku buluyor.
I.Lakatos, T. Kuhn’un K. Popper’ın açtığı ufuk üzerinden yürüdüğünü, Popperyen geleneğe yöneltilen eleştirilere cevap vermiş olduğunu kabul etmekte ve onun paradigma nazariyesinin başarılı bir nazariye olduğu konusunda hiçbir şüphesi yoktur. Fakat I.Lakatos’un aslî endişesi bilim alanının başıboş şekilde mevcut olduğunun kabul edilmesidir. Çünkü bu zaman bilimle bilim olmayan (sözdebilim) arasında sınır koyamayız. Bu muğlâk durum, nazariyelerin hangisinin bilimsel hangisinin bilimsel olmadığını tayin etmede arzu edilmez mercilerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Buna binaen “doğruluğun güce dayanması” tezi I.Lakatos nezdinde insanlığın başına gelecek en büyük felakettir. I.Lakatos, 1973 yılında radyoda sunulan daha sonra Open University’de yayınlanan Bilimle Sözdebilim isimli makalesinde sözünü ettiğimiz muğlâk durumun yol açtığı menfi durumlardan söz etmektedir. “Katolik Kilisesi Copernicusçuları aforoz etmiş, Komünist Parti, öğretilerinin sözdebilimsel olduğu bahanesiyle Mendelcilere eziyet etmiştir. Bilimle sözdebilim arasına sınır koyma yalnızca masabaşı felsefenin bir sorunu değildir: can alıcı toplumsal, siyasal ilgilerin de sorunudur.”[3]
I.Lakatos için bilim tarihi rasyonel şekilde gelişmesi gereken süreçtir. Paradigmadan diğer paradigmaya geçiş mistik veya başıboş şekilde gerçekleşen olgu değildir. I. Lakatos’a göre üst bir ilke bir paradigmadan (program) diğer paradigmaya geçişi tayin ediyor. Bu ilkenin tamamen rasyonel mahiyette olup olmamasına dair bir şey söylemese de, tayin ettiği işlevin rasyonel olduğunu ve bu sebeple bilimin rasyonel şekilde geliştiğini kabul ediyor. “Sanıyorum, Kuhn’un eleştirilerinin kaçamayacağı bu güçlü Popperiyen konumu –daha da takviye ederek- ve mevcut bilimsel devrimleri dinî ihtida teşkil eden olaylar değil, daha çok rasyonel ilerleme olarak açıklamaya çalışacağım.”[4]
- Kuhn ve I. Lakatos’un ileri sürdüğü tezler bilimsel gelişmeyi / yozlaşmayı izah etmeye yeterli değilse o zaman her iki felsefecinin cevaplamaya çalıştığı soru/n tekrar gündeme geliyor. Bilim nazariyeleri nasıl kabul ve terk ediliyor? Bilim nazariyelerinin kabulü hakikat arayışımızla irtibatlı mıdır? Yoksa Rorty’nin iddia ettiği gibi hakikati inşa mı ediyoruz? T. Kuhn’un ve I. Lakatos’un çözümleri acaba daha çok pragmatizmin mi işine yarıyor? Beşeriyet, bilimsel bilgi sayesinde rasyonel ilerleme mi kaydediyor? Bu ve benzeri sorular I. Lakatos’un her iki makalesini mütalaa ettikten sonra zihnimizde oluşması gereken muhtemel sorulardır. I.Lakatos’un kendisi Bilimin Toplumsal Sorumluluğu isimli makalesine şu cümleyle başlıyor: “Doğruya saygı duymak, Russell’ın demesince, Yahudi-Hıristiyan kaynaklıdır. Bilim doğruya Katoliklikten daha çok saygı duymaz.”[5]
Yıllarca modern bilim anlayışının sadece bir tek metodolojiyle yani bilimsel metotla ortaya çıktığı iddiası dünyada hâkim oldu. Hatta bu gün bile belirli çevreler hariç modern bilimin bir tek metodolojiyle geliştiğini savunanlar mevcuttur. Fakat K. Popper, T. Kuhn, I. Lakatos ve benzeri felsefecilerin savundukları, geliştirdikleri nazariyelerden öğreniyoruz ki aslında bir tek bilimsel metottan bahsetmek imkânsızdır. T. Kuhn ve I. Lakatos söz konusu olduğu zaman bilimin ilerlemesinden bahsetmekse neredeyse imkânsız gözükmektedir. “Bilimin günümüzde ulaştığı aşamada da metafizik, İmre Lakatos’un deyişiyle ‘yöntemsel kurallar’ içeren bir ‘bilimsel araştırma programı’ kimliğiyle katkılarını daha büyük ölçüde sürdürebilir.”[6]
Bir tek bilimsel metodun varlığı tezinin imha edici sonuçlarını en çok hisseden İslam medeniyeti olmuştur fikrini söyleyebiliriz. Zira İslam medeniyetinde, İslam tarihinde bir tek bilimsel metodolojinin hâkim olduğu dönem söz konusu olmamıştır. “Profesör Nasr’ın bağımsız bir bilimsel ve entelektüel gelenek olarak ele aldığı İslam bilimi üzerine yapmış olduğu öncü çalışmalarında saptadığı en önemli bulgulardan birisi de İslam biliminde diğer metotları yok sayan tek bir metodun kullanılmadığıdır.”[7] İslam coğrafyasının sömürge sisteminin bir parçası olmasından sonra (bu süreç çok daha önceler başlamıştı) Müslümanların geri kalmalarının sebeplerinden biri olarak İslam medeniyetinde mevcut olan bir sıra geleneklerin mevcudiyeti gösterildi. Batı’da ortaya çıkan ve deney ve gözleme dayanan, mahiyet itibariyle rasyonel olan bilimsel metodun İslam medeniyetinde olmaması hep “gericiliğimizin ve Gazzali sonrası ilim-düşünce faaliyetimizin sekteye uğratılmasının” sebeplerinden biri olarak bizlere telkin edildi. İlk başlarda Batı’da üretilen bu görüş daha sonra Bahtiyar Vahapzade ve Nurettin Topçu’nun da tabiriyle biz’den biri olan ama daha sonra Batı’nın “değirmenine su taşıyan” entellerimiz tarafından da savunuldu ve maalesef hala da savunulmaya devam edilir. Bilim ve düşünce faaliyetinde çoğulcu metodolojinin / geleneklerin ortaya çıkmasını endişe verici hal olarak kabul edilmesi belki Batı medeniyeti söz konusu olduğu zaman rasyonel açıklaması yapılabilir. Zira I. Lakatos bu durumun -T. Kuhn’un savunduğu şeklin- bir felakete yol açacağının farkındaydı ve bütün bir Batı medeniyeti tarihini, Kilise-Bilim ilişkisini dikkate alarak, bilinçli bir şekilde kendi makalesini kaleme almıştı. (Bilim Tarihi ve Bilim Tarihinin Ussal Yenidenkuruluşları) Ancak İslam medeniyetinde, bilimle sözdebilim arasında sınırı tayin eden/edecek merciinin Batı’daki gibi Kilise veya Parti’nin olmadığını biliyoruz. “İslami epistemolojinin nesnel kutbunu temsil eden ve yukarıda tarif ettiğimiz kozmik gerçekliğe, her zaman ontolojik ilkeyle, yani Kutsal Akıl veya Saf Varlık’la ilişkili olarak bakılmıştır. Aslında İbn Sina’nın da dediği gibi, doğru bilim eşyanın özünün bilgisini, onların Kutsal Kaynağı ile ilintilendirerek arayan bilimdir.”[8]
İslam medeniyetinde ortaya çıkan metafizik bilimlerin / metafizik geleneklerin bilim kuramları olarak ele alınamayacağını ileri süren çoğu bilim felsefecisi / felsefecimiz var. Bu görüşü savunanlara göre bilim, bilinen şeylerle, Kant’ın da tabiriyle fenomenal dünyayla ilişkili olan faaliyettir. Metafizik gelenekler bilinmeyenle (numenle) ilişkili faaliyet olduğuna göre bilim kabul edilemez. Bu görüş, bilimle bilim olmayanı ayırmada kullanılabilecek en rasyonel ölçüt olarak gözükse de aslında hatalıdır. Bu hatanın kaynağı, bilinmeyen mefhumunun, bilim söz konusu olduğu zaman mahiyetinin ne olduğunu bilmememizden kaynaklanıyor. “Bilinmeyen, hakkında hiçbir bilgimiz olmayan demek değildir, aksine bilinmeyen, bilmediğimiz ancak bilmek için araştırdığımız, incelediğimiz ve neticede hakkında kesin bir bilgiye varamayıp bazı görüşler, yani kuramlar geliştirdiğimiz konulardır. Bu durumda bilinmeyen hakkında ileri sürdüğümüz kesin olmayan, ancak doğru olması mümkün olan bilgi, kuram’dır (theory) veya anlayıştır. O halde kuram veya anlayış, bir bilgi türü olarak kabul edilmelidir.”[9] Batı bilim tarihine baktığımız zaman da Alparslan Açıkgenç’in savunduğu tezin doğru olduğunu görebilmekteyiz. Örneğin 12. Yüzyılda Batı’da yaşayan bilim adamları için “yerin güneş etrafında dönmesi” olgusu bilinmeyendi. Ama Copernicus gibi bilim adamları bilimsel faaliyetlerini sözünü ettiğimiz bilinmeyen olguya yönlendirdikleri için bilinmeyen bilinen’e dönüştü. Dolayısıyla metafizik gelenekleri bilinmeyeni araştırmaya yöneldikleri için irrasyonel olmakla suçlamanın kendisi bile irrasyoneldir. “Bilim, malumu ilam etmez; yani bilim, bilineni bildirmez veya tekrarlamaz. Tam tersine bilim, gerçek manada bilinmeyenin peşindedir.”[10]
[1] Cemal Güzel, Bilim Felsefesi, Kırmızı Yay., İstanbul 2010, s. 109.
[2] I. Lakatos, “Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi”, Bilginin Gelişimi ve Bilginin Gelişimiyle İlgili Teorilerin Eleşirisi, editörler: A. Musgrave ve I. Lakatos, ter: Hüsamettin Arslan, Paradigma Yay., İstanbul 1992, s. 113.
[3] I. Lakatos, “Bilimle Sözdebilim”, Coğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, der: Cemal Güzel, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 1999, s. 25.
[4] I. Lakatos, Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi, s. 114.
[5] I. Lakatos, “Bilimin Toplumsal Sorumluluğu ”, Coğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, s. 231..
[6] Cemal Yıldırım, Bilimsel Düşünme Yöntemi, Bilgi Yay., Ankara 1997, s. 161.
[7] Osman Bakar,ter: Işık Yanar, İslam Bilim Tarihi ve Felsefesi, İnsan Yay., İstanbul 2012, s. 28-29.
[8] Osman Bakar, İslam Bilim Tarihi ve Felsefesi, s. 36.
[9] Alparslan Açıkgenç, Bilgi Felsefesi, İnsan Yay., İstanbul 1992, s. 146-147.
[10] Alparslan Açıkgenç, Bilgi Felsefesi, s. 148.