Halil İbrahim Doğan’ ın Muhtelif Âlimlerin Sünnet Taksimatı ve Sünnetin Bağlayıcılığı İbn-i Âşur Örneği Adlı Çalışmasına Kısa-Öz Bir Değerlendirme

Çalışma,  Giriş, İslam Alimlerinin Sünnetin Bağlayıcılığı Taksimler, Muhammed ed-Tâhir bin Âşur’ un taksimi ve değerlendirme-sonuç kısımlarından oluşmaktadır. Sünentin bağlayıcılığı ve bunun taksim edilmesi üzerine yazılan eser, İslâm âlimleri, bu konuda hicrî ilk asırlardan itibaren farklı tasnifler yapmışlardır. Yakın bir zamanda XIX. ve XX. asırda Tunus’ta yaşayan ve İslâm dünyasında etkiler bırakan ilim adamı İbn ‘Âşûr da (1879- 1973) Hz. Peygamber’in sünneti hakkında bir sınıflandırma yapmıştır. İbn ‘Âşûr, oldukça detaylı sayılabilecek bir şekilde sünneti on iki kısma ayırmıştır. Müellif, bu başlıklar hakkında zaman zaman kısa açıklamalar yapmakla birlikte daha çok hadislerden örnekler vererek sünnetin bağlayıcılığı konusunu ele almıştır. Bu çalışmada tüme varım yöntemi uygulanmış, İbn ‘Âşûr’dan önceki âlimlerin tasniflerine işaret edilecek, ardından müellifin taksimine detaylı olarak yer verilecektir; akabinde de müellifin görüşlerine dair bir değerlendirme yapılacaktır.

İlk asırlardan itibaren Hz. Peygamber’in hangi sünnetlerinin bağlayıcı olduğunu, hangilerinin ise bağlayıcı olmadığını tespit edebilmek için çeşitli tasnifler yapmışlardır. Bu çalışmada ilk önce bazı âlimlerin yapmış olduğu tasniflere değinilecek, daha sonra İbn ‘Âşûr’un taksimine yer verilecektir.

Fakat bunlara geçmeden önce sahabe ve tabiundan konuyla alakalı bazı örnekler verilecektir.

Sünnetin bağlayıcılığı hususunda ilk iki asırda kategorik bir tasnif bulunmazken, hicrî üçüncü asırdan itibaren âlimlerin çeşitli tasnifler yaptıkları görülmektedir. Bu âlimlerden biri olan İbn Kuteybe (ö. 276/889), Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs adlı eserinde sünnetin üç çeşit olduğunu ifade etmiştir.Hz. Peygamber’in tasarruflarını fetvâ, hüküm ve devlet başkanlığı (imâmetü’l-uzmâ) olmak üzere üç kısma ayıran İbn ‘Abdisselâm’ı (ö. 660/1262) aynı asırda yaşamış olan Ebû Şâme el-Makdîsî (ö. 665/1267) takip etmektedir.

Sünnetin bağlayıcılığı konusundaki önemli tasniflerden biri de XVIII. yüzyılda yaşayan Hindistanlı âlim Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’ye (ö. 1176/1762) aittir. Dihlevî, Hz. Peygamber’in sünnetlerini bağlayıcılık açısından ikiye ayırmaktadır. Sünnetin bağlayıcılığı konusunda günümüzde yaşayan ilim adamlarından tasnif yapanlar da bulunmaktadır. Bunlardan biri Talat Sakallı olup yaptığı tasnif, iki ana kısma ayırması açısından Dihlevî’nin tasnifinin benzeridir. Bu konuya değinen diğer bir kimse ise Hayreddin Karaman’dır. Karaman, Hz. Peygamber’in dine ve dünyaya ait söz ve davranışları şeklinde ikili bir ayrım yapmıştır.

Bunların dışında fiilî sünneti on kısma ayıran Süleymân elAşkâr, Resûlullah’ın fiillerini üç kısma ayıran Ebû Zehra (ö. 1974)20, hukûkî açıdan bağlayıcı olan ve olmayan sünnet şeklinde ikiye ayıran Mahmûd Şeltût (ö. 1963)21 gibi daha pek çok âlim, sünnetin bağlayıcılığı konusunda tasnifler yapmışlardır.

Bu kitaplar, daha ziyade sünneti inkâr eden kimselere karşı yazılmış cevap niteliğindeki çalışmalar olduğu söylenebilir

Sahâbe ve tâbi‘ûn arasında sünnetin bağlayıcılığının ilk işaretleri görülmüş olup bizlere ulaşmasına göre ilk tasnif hicrî üçüncü asırda ortaya çıkmıştır.

 

Muhammed et-Tâhir b. Âşûr’un taksimi

Yapmış olduğu tasnifin önemsenmesinden dolayı sünnetin bağlayıcılığı konusunun ele alındığı çalışmalarda genellikle İbn ‘Âşûr’un taksimine yer verilmiştir.

Muhammed et-Tâhir b. ‘Âşûr, Hz. Peygamber’in sünnetini on iki kısma ayırmıştır:

  1. Teşrî‘ Durumu: Resûlullah’ın çoğu hâlleri bu kısma girmektedir. Çünkü Allah Te‘âlâ’nın “Muhammed ancak bir peygamberdir…” (Âl-i ‘İmrân 3/144) âyetinde buyurduğu gibi Allah Hz. Peygamber’i bu maksatla göndermiştir. Teşrî‘ görevinin delilleri ise apaçıktır. Meselâ, Veda hutbesinde Hz. Peygamber, sözlerini insanların işitmesi için ileticiler tayin etmiştir. Yine Veda hutbesinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hacla ilgili menâsiki benden alınız.” Yine bu hutbenin sonundaki “Burada hazır bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın.”sözü de böyledir. Hz. Peygamber’in bu tasarrufuna namazın kılınışı gibi teşrî‘ nitelikli diğer pek çok husus da eklenebilir.
  2. İftâ Durumu: İbn ‘Âşûr, Hz. Peygamber’in bu tasarrufu ile ilgili herhangi bir açıklama yapmadan doğrudan örnek vermiştirHz. Peygamber’in fetvâ vermesine örnek olarak zikrettiği hadis şöyledir: Resûlullah (s.a.v.), Veda haccında Mina’da insanların kendisine sorular sormaları için devesinin üzerinde durdu. Biradam geldi ve şöyle dedi: “Şeytan taşlamadan önce kurban kestim.” Hz. Peygamber ise “Taşları at, bunda bir günah yok.” dedi. Başka bir adam geldi ve şöyle dedi: “Ben şeytan taşlamadan önce Kâbe’yi tavaf ettim.” Hz. Peygamber bu kişiye de “Şeytanı taşla, bunda bir günah yok.” dedi.Resûlullah (s.a.v.), insanların unutarak veya bilmeyerek bazı fiilleri bazılarının öncesinde yerine getirip sonrasında değil de öncesinde yaptıkları fiiller hakkında sordukları her şeye “Yap, bir güçlük yok.” şeklinde cevap vermiştir
  3. Kazâ Durumu: Bu, anlaşamayan iki hasım arasında hüküm verdiği anda Resûlullah’tan sâdır olan tasarruftur. Meselâ, Zübeyr ile Humeyd el-Ensârî arasındaki suyu kullanmadaki ihtilafta Resûlullah’ın “Ya Zübeyr! Hurma ağaçlarının köklerine ulaşıncaya kadar suyu tut, sonra salıver”35 buyurması buna bir örnektir

İbn ‘Âşûr, Hz. Peygamber’in teşrî‘, iftâ ve kazâ tasarrufuyla ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapar: Bu üç durumun hepsi, şerî‘atın şahitleridir. Bunların arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Aralarındaki tek fark, teşrî‘in asıllarından hangisinin kapsamı altına girdiğini bilmektir.

  1. İmâret Durumu: Bazı hususiyetleri olması muhtemel olan bazı savaşlar esnasında olanlar hariç teşrî‘ görevine benzemeyen Hz. Peygamber’in bu tür tasarrufları çoktur. Meselâ, Hayber savaşında ehlî eşek etinin yenmesinin haram kılınması böyledir. Sahâbe, Hz. Peygamber’in ehlî eşek etlerinin yenmesini yasaklamasının ve pişirildiği kapların temizlenmesini emretmesinin, bütün durumlarda ehlî eşek etinin yenmesinin haram olmasını gerektiren teşrî‘ bir yasaklama mı, yoksa bu savaşta yük taşıyanlar eşekler olduğundan ordunun maslahatı için emrettiği bir yasaklama mı olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda İbn ‘Âşûr’un verdiği diğer bir örnek ise Hz. Peygamber’in Huneyn günü buyurduğu şu hadistir: “Bir düşmanı öldüren kimse, onun üzerindekilere sahip olur.”Mâlik b. Enes (ö. 179/795), bunu Hz. Peygamber’in imâret tasarrufu olarak değerlendirmiş ve şöyle demiştir: “Bir kimsenin öldürdüğü düşmanın üzerindekileri almasının ancak imamın izniyle caiz olur. Bu durum, ganimetten olup ordu komutanın içtihadına bırakılmış olan humûsun dışındadır.”
  2. Yol Gösterme (Rehberlik) ve İrşâd Durumu: Hz. Peygamber’in yol gösterme ve irşâd durumu, teşrî‘den daha geneldir. Şüphesiz Peygamber (s.a.v.) emreder ve nehyeder. Buradaki maksat, kesinlik olmayıp hayır yollarına yönlendirmektir. Şüphesiz Hz. Peygamber’in teşvik ettikleri, cennet ehlinin nimetlerinin vasıfları ve mendûbların çoğu, irşâd kabilindendir. İbn ‘Âşûr, burada yol gösterme ve irşâd ile özellikle ahlâkî yücelikleri, sosyal ilişkilerin âdâbını ve aynı şekilde doğru itikada yönlendirmeyi kastettiğini ifade etmektedir.51 Bu konuda o, şu hadisi örnek verir: Ebû Zerr’in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Köleleriniz, sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Himayesi altında kardeşi olan kimse, ona kendi yediğinden yedirsin ve giydiğinden giydirsin. Ona güç yetiremeyeceği bir iş yüklemesin. Eğer yüklerse ona yardım etsin. Râvî (el-Ma‘rûr b. Süveyd) şöyle diyor: Ebû Zerr ile karşılaştım, onun bir kölesi vardı ve kölenin üzerinde yeni bir takım elbise vardı. Ebû Zerr’e “Bu nedir?” dedim. Ebû Zerr de şöyle dedi: “Gel, anlatayım. Ben kölelerimden birine kötü söz söyledim. Annesinden dolayı onu ayıpladım. Beni Resûlullah’a şikâyet etti.” Bunun üzerine Resûlullah bana sordu: “Yâ Ebâ Zerr! Annesinden dolayı mı onu ayıpladın?” Ben de “Evet.” cevabı verdim. Hz. Peygamber ise bana “Şüphesiz sen, Cahiliye duygusu taşıyan birisin. Köleleriniz, sizin kardeşlerinizdir…” buyurmuştur.
  3. İnsanları Barıştırma Durumu: İnsanları barıştırma, kazâ tasarrufuna aykırı olan bir durumdur. Meselâ, Resûlullah’ın (s.a.v.) Zübeyr ile Humeyd el-Ensârî’nin suyundan yararlandıkları Şirâcu’lHarre adındaki derenin suyuyla ilgili tartışmalarındaki tasarrufu böyledir. Resûlullah Zübeyr’e şöyle demiştir: “Yâ Zübeyr! Sula, sonra da komşuna bırak.” Fakat Humeyd el-Ensârî buna kızınca Resûlullah bu kez Zübeyr’e şöyle buyurmuştur: “Sula, sonra su duvara ulaşıncaya kadar onu tut.” ‘Urve b. ez-Zübeyr ise bu konuda şunu söyledi: “Resûlullah hem Zübeyr için hem de el-Ensârî için genişlik olan bir görüşe işaret etti. Sonra Resûlullah (s.a.v.) açık bir hükümle Zübeyr’in hakkını verdi.
  4. Danışana Fikir Vermesi Durumu: İbn ‘Âşûr, bu konuda herhangi bir yorum yapmadan örneklere geçmiştir. Meselâ, elMuvatta’daki şu hadis bunun örneğidir: ‘Ömer b. el-Hattâb, Allah rızası için bir at tasadduk etti. Hz. ‘Ömer’in atı verdiği adam, ona iyi bakmıyordu. Adam atı satmak istedi. Hz. ‘Ömer de verdiği atı, sahibinin de ucuz satacağını düşünerek satın almak istedi. Hz. Ömer, durumu Resûlullah’a sordu. Resûlullah ise “Bir dirheme verse bile atı satın alma! Çünkü verdiği sadakadan dönen, kustuğunu yiyen köpek gibidir” buyurmuştur.
  5. Nasihat Durumu: İbn ‘Âşûr, herhangi bir açıklama yapmadan konunun misaline geçer. el-Muvatta’ ve Sahîhayn’da en-Nu‘mân b. Beşîr’den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: Babası Beşîr b. Sa‘d, oğlu Nu‘mân’a bir köle tasadduk etti. Bunun üzerine Nu‘mân’ın annesi olan ‘Amra bt. Ravâha, kocasına şöyle dedi: “Resûlullah’ı şahit göstermedikçe buna razı olmam.” Sonra Beşîr gidip olayı Resûlullah’a haber verdi. Resûlullah ona “Her çocuğuna bunun aynısını tasadduk ettin mi?” buyurdu. Beşîr “Hayır.” deyince Hz. Peygamber ise şöyle cevap verdi: “Böyle bir adaletsizlik konusunda beni şahit tutma.”65 Başka bir rivayette ise şöyledir: Hz. Peygamber “Sana hürmet konusunda eşit bir şekilde davranmalarını ister misin?” diye sordu. Beşir “Evet.”deyince, Hz. Peygamber “Öyleyse olmaz.” cevabını verdi.
  6. İnsanları En Mükemmel Hâllere Teşvik Etmeyi İsteme Durumu: İbn ‘Âşûr, Resûlullah’ın bu tasarrufunun örneği olarak Sahîhu’lBuhârî’de el-Berâ’ b. ‘Âzib’ten rivayet edilen şu hadisi de nakletmektedir: “Resûlullah bize yedi şeyi emretti ve yedi şeyi yasakladı. Bize hasta ziyaretini, cenazeyi takip etmeyi, aksırana ‘Yerhamukallah’ (Allah sana rahmet etsin) diyerek dua etmeyi, yemini yerine getirmeyi, mazluma yardım etmeyi, selamı yaymayı ve davete icabet etmeyi emretti. Altın yüzükleri, gümüş kaplardan su içmeyi, saf ipeği, kalın ipeği, ipek elbiseyi, tümsek kenarlı Mısır elbisesini ve de kırmızı minderleri bize yasakladı.”73 Burada muhtelif emirler ve yasaklar bir arada toplanmıştır. Bunlardan bazısının, meselâ gücü olanın mazluma yardım etmesinin vacip olduğu, gümüş kaplardan bir şey içmenin haram olduğu anlaşılır. Bunlardan bazısının da meselâ aksırana “Yerhamukallah” diyerek dua etmek ve yemini yerine getirmek gibi emir şekilde olanların vacip olmadığı ve kırmızı minder ve Mısır elbisesi gibi nehiy şeklinde olanların haram olmadığı anlaşılır. Bu yasaklamalar ancak ashâbı dünyada refah için lüks ve gösteriş görüntülerine bezenmekten ve kırmızı gibi garip renklerle süslenmekten uzak tutmak içindir. Böylelikle hadisi yorumlamaya girişenlerin anlayamadığı bu hadiste zikredilen şeylerin pek çoğunun yasaklama gerekçesindeki şaşkınlık ortadan kalkmış olur
  7. Yüce Hakikatleri Öğretme Durumu: Bu, Resûlullah’ın durumu ve ashâbının özelliğidir. Bunun örneği Ebû Zerr’in rivayet ettiği şu hadistir: Dostum (Hz. Peygamber) bana şöyle dedi: “Yâ Ebâ Zerr! Uhud’u görüyor musun?” Ben de “Evet.” dedim. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Uhud dağı kadar altınım olsa üç dinar hariç hepsini infak etmek isterim.”75 Ebû Zerr, bunu bütün ümmet için genel bir emir zannetmiş ve mal biriktirmeyi yasaklamaya başlamıştır. Hz. ‘Osman ise onun bu görüşünü kabul etmemiştir
  8. Te’dîb Durumu: İbn ‘Âşûr, bu konuyu iyi araştırmak gerektiğini çünkü tehdit amacıyla mübalağanın bu durumu kuşattığı bir hâl olduğunu ifade eder. Fakihin, özellikle teşrî‘ kastedilmiş olmaya uygun olan ile azarlama ve tehdit amacıyla kastedilmiş olanları ayırt etmesi gerekir. Bunun örneği el-Muvatta’ ve Sahîhayn’da Ebû Hureyre’den rivayet edilen şu hadistir: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, odun toplanılmasını, namaz için ezan okunmasını ve birinin cemaate imam olmasını emretmek, sonra da cemaate gelmeyenlerin evlerini başlarına yakmak aklımdan geçiyor. Nefsim elindeolan Allah’a yemin olsun ki, şayet onlardan birisi yağlı bir kemik veya iki güzel paça bulacağını bilseydi, yatsı namazına gelirdi.”77 Şüphe yoktur ki, Resûlullah (s.a.v.), Müslümanların yatsı namazını cemaatle kılmak için evlerini yakmamıştır. Fakat buradaki söz, te’dîb için korkutma anlamında söylenmiş ya da Allah, Hz. Peygamber’e onların münafık olduğunu göstermiş ve dilerse onları yok etmeye izin vermiştir
  9. İrşâddan Soyutlanma (Cibillî) Durumu: Teşrî‘, dindarlık, nefisleri terbiye ve sosyal düzen gibi konuların dışında olan şeyler böyledir. Resûlullah’ın Vedâ haccında Benî Kinâne düzlüğü olan Muhassab’ta –buraya Abtah da denilir– konakladığına dair rivayetler böyledir. Burada öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını kılmış ve sonra biraz uyumuştur. Uyandıktan sonra ise beraberindekiler ile birlikte Vedâ tavafı için Mekke’ye doğru yola çıkmıştır. İbn ‘Ömer, hacda burada konaklamayı gerekli görüyor, bunu sünnet olarak kabul ediyordu. Resûlullah’ın yaptığı gibi aynen yapıyordu. Sahîhu’lBuhârî’de Hz. ‘Â’işe’den nakledilen hadiste o şöyle demiştir: “Muhassab’da konaklamak, yapılması gerekli bir şey değildir. Burası Medine’ye yola çıkması daha uygun olduğu için Resûlullah’ın konakladığı bir yerdir.” Yani Muhassab, insanların toplandığı geniş bir yerdir. İbn ‘Abbâs ve Mâlik b. Enes de Hz. ‘Â’işe ile aynı görüştedirler.83 İbn ‘Âşûr, bunun dışında sabah namazından sonra sağ yanı üzere yatmak ile hurma aşılaması olayının da Hz. Peygamber’in böyle bir tasarrufu olduğunu ifade etmiştir.

Bunlardan sonra değerlendirme kısmına geçilmiştir. Derli toplu maddeler halinde  yapılan tasnifler hakkında maddeler halinde açıklama getirilmiştir. ibn-i Âşur’un taksimatıyla alakalı yorum ve eleştiriler yapılmıştır. Sonuç olarak sünnetin bağlayıcılığı konusunda İbn ‘Âşûr ve diğer âlimlerin yaptıkları tasnifler, Hz. Peygamber’in sünnetinin doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması açısından son derece önemli ve dikkate değer çaba ve gayretler olduğundan söz edilmiştir. Bu konudaki çalışmaların devam etmesi ve kapsamlı eserler ortaya konulması üzerinde durulmuştur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu