Yerleşik Sistem, Modern Savaş, Üçüncü Yolun İmkanı

Türkiye’de ve dünyada sivil mühendisliğin modern asırdaki en önemli dönüm noktalarından biri 11 Eylül olayıdır. 11 Eylül başlı başına müstakil bir olay olmanın ötesinde sivil mühendislik, modern işgal ve dünyayı yeniden dizayn etme fikrinin alt yapısal kurgusudur.

Dünyanın yerleşik düzeni ve bu düzenin görünen ana gövdesini İngiliz-Yahudi birlikteliği oluşturur. Bu İngiliz-Yahudi medeniyeti Yeryüzündeki en büyük savaş ve kaos lobisidir. Modern yöntem ve sosyal mühendisliklerle dünyayı yönetiyorlar. Kendileri için problemli dönemlerde 11 Eylül, kimyasal silah, askeri darbe gibi bahanelerle yerleşik sistemi tekrar kurguluyorlar.

Farklı formlar ortak dizayn modeli olarak Gezi, Darbe ve Savaşlar üzerinden bir yerleşik sistem okuması;

 Siyaset araştırmacıları 2013 yılının siyasi tarihini yazarken kuşkusuz İstanbul Taksim de patlak veren ve günlerce gündemi meşgul eden gezi olaylarına değinmek zorunda kalacaktır. Olayların görünen yüzünü irdelemek veya meseleyi çevrecilik üzerinden tartışmaya açmak surete yönelik bir tartışma olur ve bizleri yanıltır. Gezi olaylarının ne olduğunu neyi hedeflediğini ve tekrarlarının farklı formlarda sürekli karşımıza çıkabileceğini bilmek için söze; İngiliz-Yahudi medeniyetinin tarihinden ve bu medeniyetin diğer milletlere bakışlarını belirleyen Darwin ve üstün insan teorisinden, ayrıca bu medeniyetinin diğer toplumları edilgenlik seviyesinde tutmak için geliştirdiği argümanların ve aletlerin neliğinden başlamak gerekir. Ayrıca zihnimizin İngiliz-Yahudi medeniyetinin sanal kavramlarına kurban olmasını engellemek için bu medeniyetin kendi çıkarları adına insanlığa yaşattıkları acıların tekrar hatırlamamız elzemdir.

Tarih boyu müfekkirler insanlığın bugüne değin örneğini görmediği bir tarzda varlığını ortaya koyan ayrıca kendisinden olmayanın varlığına kast eden İngiliz-Yahudi medeniyetini tanımlamakta güçlük çekmiştir. Bu güçlük bir yönü ile tanımlanacak medeniyetin veçh-i hassı nın belirlenememesi öte yandan bu medeniyetin özelliği olan kendisini saklama ve yanılsamalar üzerinden yürüme becerisini keşfetmekte zorluk çekmesi yatmaktadır. Yön cihetinden “Batı”, yer cihetinden “Avrupa” , Zaman cihetinden “Modern yahut Çağdaş” olarak kavramsallaştırdığımız bu medeniyet esasında tarihe çıkış ve tarihi yön veriş açısından ele aldığımızda tam olarak İngiliz-Yahudi medeniyeti kavramı ile kavramsallaştırılması gerekir.

1300- 1400 yıllarında İtalyada ortaya çıkan Rönesans ile başlatılan Yeniçağ Batı medeniyeti metafizik bağlamdan ve tanrı inancından tamamen kopmuş bir aklilik üzerine inşa edilmiştir. Tarihi şartlarından dolayı Yahudi sermayesini yedeğine alan ve 1700 yılları sonrası kendi felsefi sistemleri kuran İngilizler artık batı için temel belirleyici unsur olmaya başlamıştır. Humanzim ve Yenilikçilik fikirlerinden etkilenen bu medeniyet denemesi zamanla kendisine serbest sermayecilik buna bağlı olarak toplumculuk fikirlerini ortaya çıkarmıştır.

Yine bu medeniyetin siyasi, iktisadi, toplumsal ve eğitimsel sistemli birliği ile bütünlüğünü sağlayan dünyanın dört bir yanına yayılmış kökü 1700’lere dayanan “farmasonluk” teşkilatından bahsetmek gerekir.

Şu bir gerçektir ki bugün itibari ile İngiliz- Yahudi medeniyetinin temelde üç merkez ülkesi ve toplumu vardır: Anavatan İngiltere, Yavru vatan A.B.D ve siyoncu İsrail.  Yeryüzü ve insanlık değişen ölçülerde ve değişin zamanlarda bu üç ülke menfaatine sevk ve idare edilmektedir. Her vakıa bu üç ülkeden neşet eden değer yargıları ile kıymet bulmakta ya da bulamamaktadır.

İnsanlık her durumda tek örneğe göre ve tek boyutta biçimlenmektedir. Bu örnek İngiliz ve onun devamı olan ABD hayat tarzı ve insanının dünyaya bakma tarzıdır. Bu hayat tarzı spordan eğlenceye sanayiden mimariye mahrem hayatımızdan sosyal hayatımıza tek tip ve taklit edilmeye devam edilmektedir.

300 yılı aşkın bir süredir bütün dünyayı kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmekte kanlı ya da kansız hiçbir hamleden çekinmeyen bu yerleşik sistem kendisini : Birleşmiş Milletler Teşkilatı (UN), Kuzey Atlantik Antlaşma Teşkilatı( NATO), Milletler Arası Kolluk Teşkilatı ( INTERPOL), En Gelişmiş Yedi Sanai Ülkesi(G7) , Millet Arası Para Fonu( IMF), Dünya Bankası (World Bank), Milletlerarası Maliye Kuruluşu (IFC), Milletler Arası Gelişme Birliği (IDA), Dünya Ticaret Teşkilatı (WTO), Dünya Besin Teşkilatı (WFO), Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO), Birleşmiş Milletler Eğitim,Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), Milletler Arası Af Teşkilatı(AI), Milletler Adalet Divanı (ICJ) gibi ismini sayamadığımız bir çok kuruluş ile muhkem kılmaktadır. Ayrıca bu teşkilatlar sayesinde sistem siyasetten iktisada, sanattan spora birçok konuda belirleyici olma özelliğini korumakta ve davam ettirmektedir. Buna ilave olarak Dünya ticaretinin yüzde 83 nün dolarla yapıldığı dikkate alındığında ABD merkez bankasında bir sallantı diğer bölgelerin yok olması anlamını taşımaktadır.

İngiliz-Yahudi medeniyetinin insan aklını zorlayan bu devasa sömürü sistemi kuşkusuz bir felsefi zemine dayanmak zorundadır. Tanrının dışlandığı ve metafizik olanın reddedildiği dini dahi akli düzlemde değerlendirilebilecek bir sistem olarak tasnife tabi tutulduğu medeniyet algısı sistemini üstün ırk yani “Tam insan” teorisine dayandırmaktadır.

Darwin teorisini kurarken insanlığa bu kadar zarar vereceğini kestirebilmiş midir bilinmez ancak evrim teorisin insan üzerinde devamlılığı fikri sömürgecilik fikriyatının temel felsefesini oluşturmaktadır. Bugün yakın tarihte yaşadığımız birçok olay bu fikrin yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın sürekli bir evrim içerisinde olduğu fikri temel alındığında İngiliz ırkı ve İngiliz düşünme biçimlerini benimsemiş batılı insan “tam insan” olma özelliğini taşımaktadır. Doğuya gittikçe azalan insaniyet özelliği Hint ırkına gelindiğinde yok olma derecesine varma noktasındadır. Bu düzlemde Müslüman toplumlar adeta ara form olma özelliği taşır. Tarih boyu Müslümanların yarı insan yarı hayvan şeklinde batıda resmedilmesi kanaatimizce tesadüf değildir.

Böyle bir bakış açısı ile şekillenmiş olan İngiliz-Yahudi medeniyetinin insan algılayışı, bütün hususlarda temel belirleyici unsur olarak karşımıza çıkar. Batılı “tam insan” tarafından üretilen başta demokrasi kavramı olmak üzere birçok kavram biz “ara form” olma özelliği olan Müslümanlar için uygulanması zor ve imkânsız bir durumdur. Bu yüzden yakın tarihimizde yapılan bütün adil seçimlerde kazanan taraf kuşkusuz öteki ilan edilmiş ve ilkeler yok sayılmıştır. Bu ikiyüzlülüğün temel çıkış noktası ötekini insan saymamaktır.

Doksanlı yıllarda Avrupa’nın göbeğinde yukarıda zikretmiş olduğumuz kurumların birçoğunun katkısı ve gözetimi altında on binlerce insan öldürülürken ve on binlerce kadın sistematik tecavüze uğrarken yerleşik sistemin sessiz kalmasının temel nedeni ölenlerin tam insan sayılmaması yani insan olmaması olarak ifade edilebilir. Bosna mücadelesinin sembol ismi Aliya’nın dünya kamuoyu önünde işlenen vahşeti anlatırken “yaşadığımız mekâna ve zamana bakınca böyle bir vahşet beklemiyorduk” cümlesi kurarken gözden kaçırdığı temel mesele yerleşik sistem tarafından kurulan kurumların tek hedefinin kendisinden olmayanı yok etmek olduğu fikrini göz ardı etmesidir.

Bugüne değin devlet düzeyinde hiçbir ülke bu medeniyet tarafından kurulan sisteme karşı durmayı başaramamıştır. Belli oranda toplumların basınçlarını azaltma adına belli dönemlerde en güçlü anında darbe vurmak kastı ile yön ve yol verilen İslami hareketler zaman içerisinde sistem tarafında ya marjinalleştirilmiş ve yahut itibarsızlaştırılmıştır. Cezayir de ilk örneklerini gördüğümüz son olarak çok yakın zaman da Mısır da şahit olduğumuz temelde inançları olan Darwin toerisi ile uyumlu ancak görünürde savunulan bütün medeniyet değerlerine ters düşen tavır almalar bu itibarsızlaştırmaların en kanlıları olurken. Türkiye de özelde yapılan darbelerin altında sisteme karşı gelişlerin engellenmesi yatmaktadır.

Yerleşik sistemin kurmuş olduğu temel yönetim biçimi diğer toplumları kendi içlerinden seçtikleri ve yetiştirdikleri kişilerce yönetilmesi çabasıdır. Bu seçilen kişiler İngiliz- Yahudi medeniyetinin seçkin aileleri tarafında zengin edilmekte bu zenginlik doğal süreç içerisinde yönetimin ana belirleyici unsuru halini almaktadır. Seçilen şahısların bazıları kan bağı ile sisteme bağlı iken kimi şahıslar adeta emanetçi vasfı ile sisteme hizmet etmedir. Medya başta olmak üzere her türlü iletişim kanallarının kontrol altında tutulması ve halkların yönlendirilmesi bu şekilde sağlanmaktadır.

Bu modern İngiliz-Yahudi medeniyetine karşı İslam medeniyetinin İnsanlığı kurtarıcı değerleri üzerine inşa mücadelesinden başka bir çıkarımız yoktur. İnsanlığı bu sömürü düzeninden kurtaracak İslam medeniyeti 11 Eylül sonrası sivil düşünce tahribatının en ağır bedellerini ödemekte ve tüm geleneksel kurucu fikir, inşa edici değerleri kaybetmekteyiz.

İslam düşüncesi ekseninde islami hareketler, oluşumlar, mütefekkirler hep beraber bir varlık düşüncesi merkezinde bilgi, ahlak, zaman, mekan ve yöntemde bütünlüğü yakalayacak, insanlığın önüne üçüncü bir yol, yeni bir çıkış ve yeni bir muştu olacak bir tasavvuru koymalıdır. Varlıkta, bilgide ve yöntemde bütünlüğü ortaya koyduğumuz böylesi bir karşılaşmayı yapmak zorunluluğumuz içinde bulunduğumuz krizlerin çıkış noktasıdır. İnsanlık büyük bir ayrışma, tasnif ve kutuplaşma içerisindedir. Bu ayrışmanın bir tarafı değil insanlık için yeni ve özgün bir yolu ortaya koyacak bir yolu ortaya koymak zorunluluğu önümüzde bir ödev olarak durmaktadır

                                                                                                                        Celaleddin DURAN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu