Hint Alt Kıtasında Hadis Çalışmaları

1) İSLAM DÜNYASI VE HADİS

İslam dininin iki önemli kaynağı vardır :Kur’an ve Sünnet. Kur’an’ı anlayabilmemiz açısından Sünnet çok önemlidir. Bu hususu Kur’anı Kerim şöyle izah etmektedir: ‘’Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlü’ne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir’’[1].Yine Allah Resûlü  şöyle buyurmuşlardır: ’’Size benden sonra sapıtmayacağınız iki kaynak bıraktım. Bunlar, Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.’’[2]İçerisinde bulunduğumuz çağı anlayabilmemiz açısından bu iki husus çok önemlidir. Zira Müslümanlar ne vakit bu kaynaklardan yüz çevirdiler hep bir ateş çemberinin içerisinde kendilerini buldular.19. ve 20. Asırlarda İslam Dünyası ciddi bir Emperyalist sömürüsü altında kaldı. İslamın sancağını elinde bulunduran Osmanlı Devleti girmiş olduğu cihan harbini kaybetti ve üç kıtada hitap ettiği tebaası ve coğrafyaları sömürü altında kaldılar. Afrika, Asya, Anadolu ve daha birçok bölge Emperyalistler tarafından kuşatıldı. Bu sömürü sistemi çarkından kurtulmak için Çaresiz kalan Müslümanlar bir çare aramaya başladılar. Bu münasebetle mezkur asırlarda çeşitli dini ekoller ortaya çıkmıştır. Hadis ilmi de bu noktada nasibini almış büyük ilerleme kaydetmiştir. Konumuza girmeden önce İslam dünyasında hadis anlayışının oluşmasında büyük rol oynayan iki alimden bahsetmemiz konumuzu anlamamız açısından önem teşkil etmektedir bunlardan biri Hindistanlı Şah Veliyullah ed-dİhlevi(ö.1176/1762)  ikinci ise Yemenli Muhammed bin ali eş-şevkanidir(ö.1250-1834).Şah Veliyullah ed-Dİhlevi hadis  ilmine  çok önem vermekteydi. Bu ilmi tüm ilimlerin anası saymaktaydı. Dehlevi Fakih hadisçilerin görüşünü tercih etmiş  hadisçiliğin  fıkhi mezheplerin üzerinde bir yapı olduğunu savunmuştur. Şah Veliyullah ed-Dihlevi, hadis bilgisini devrin önde gelen hadis alimlerinden Ebu Tahir Muhammed b. İbrahim el-Kurani den almıştır. O, muhaddis kimliğinden dolayı Ahmed b. Hanbel’e yakınlık duymuş ve fakih hadisçilerin yaklaşımını tercih etmiştir. Şevkani ise, Yemen Zeydiliği içerisinde yetişmesine rağmen Sünni hadis kaynakları için çalışmaktaydı. Ona göre zeydilik gibi sünni ilim geleneği de hadise yeterince önem vermemekteydi.Şekani’ye göre Müslümanlar herhangi bir mezhebin öğretilerini değil ,Kuran ve Sünneti takip etmek zorundalar. Dihlevi ve Şevkani taklidi reddedip hadis esaslı bir islam anlayışı tesis etmeye çalışmışlarıdır. Bu çalışmaları 19 ve 20.yüzyıllarda hadise dayalı  ıslah hareketleri ve hadis ıslahçılığı çalışmalarının yoğunluğunu arttırmış ve ehli hadis ekolünün oluşmasında önemli bir etkiye sahip olmuşlardır.[3]

2)Hindistan ve Pakistan’da Hadis Çalışmaları

a)Hindistan’da Hadis Çalışmaları

Babür Devletinin siyasi ve fiili varlığından sonra İngiliz işgal ve yönetimi altında bulunan Hindistan’da İslam’ın doğru anlaşılması için farklı ekoller oluşmuştu. Bu ekoller içerisinde  ‘’Hanefiyye Ekolü’’veya ‘’Diyobend Ekolü’’ile  ‘’Ehl-i Hadis Ekolü’’hadis ilmine katkıları ve hadis çalışmaları açısından önemli bir yere sahiptirler. Bunların yanında Sir Seyyid  Ahmet Han(ö.1898)  tarafından kurulan batı etkisinde ki’’Aligarh Ekolü’’dür. Ve yine ‘’Ehl-i Kuran Ekolü’’ ise hadislerin delil olamayacağı ve Kur’anın tefsirine ihtiyacı olmayacak kadar açık olduğu ve tek kaynak olacağı görüşündeydiler. Şimdi bu ekollerin anlayış ve çalışmalarından bahsedeceğiz:

  1. aa) Diyobend (Hanefi) Ekolü:

 Hindistan’da 1857 tarihinde sipahi ayaklanmasının ardından ,İngilizlerin Babür Devletini yıkıp Hindistanı kendi eyaletleri veya sömürgeleri yapmalarından sonra Müslümanlar  ciddi bir baskı ve zulüm altında kaldılar. İngilizlerin ve destekçilerinin yaptıkları bu sömürü ve katliamların boyutu  ve şiddeti o seviyeye vardı ki Hindistan içerisinde yaşayan  o zamanki Müslüman alimleri topun ağzına bağlayıp topları ateşlemişlerdir. Dilimiz olan Türkçe de bile çok kez kullanılan  topun ağzında olmak deyimi tam olarak da buradan gelmektedir. Müslümanlar , bahsettiğimiz bu sömürü ve işgal faaliyetlerinden   kurtulmak için eğitim ve öğretime  ağırlık vererek eğitim kurumları açmaya ve buralarda eğitimler yapmaya başladılar. Bu çalışmalarla kurulan medreselerden biri de Darul ulumi Diyobend Medresesi idi. Bu medreselerde  fıkıh olarak Hanefi mezhebine , tarikat olarak ise İmam Rabbani’nin Müceddidiyye faaliyetleri dolayısıyla  Nakşibendi tarikatini esas alınmıştır. Kendilerini Diyobend Ekolü olarak isimlendirmişlerdir. Diobend (Hanefi) Ekolü İngilizler ile her türlü irtibatın kesilmesinin ,Osmanlı Devletinin desteklenmesi kararını almışlardır. Diyobend ekolü Hanefilerin klasik dönem hadis anlayışını benimsemektedirler. Nitekim onlara göre haberi vahidler zan ifade eder. İlk  üç nesildeki isnad kopukluğu dikkate alınmaz, dolayısıyla  Mürsel rivayetler makbul sayılır. Buharinin hadis ilmindeki otoritesi kabul edilir ama ihtilaf durumunda Ebu hanifenin görüşü esas alınır. Diyobend(Hanefi) Ekolü hadis ilmine katkılarıyla ön plana çıkan Ahmet Ali Sehârenpûrî (ö.1880), Feyzu’l Hasen Gangohî (ö.1886), Fahrul Hasen Gangohî (ö.1897),Reşit  Ahmet Gangohî (ö.1906), Mahmud Hasen Diyobendi(ö.1920), Sehârenpûrî (ö.1927)Enver Şah e-Keşmirî (ö.1933) gibi alimler bulunmaktadır. Mezkur alimlerin Kütüb-i Sitte üzerine şerh ve haşiye çalışmaları vardır. Yine Diyobend Ekolü ulemasının çeşitli şekillerde yazılmış olan Hadis Usulüne yönelik şerh ve haşiye çalışmaları vardır. Diyobend(Hanefi) Ekolü ile  alakalı son olarak Temel Hadis Kaynaklarının tahkikiyle  tanınmış Habiburrahman el-A’zami’yi zikretmeliyiz. Mezkur alimin de hadis ilmine ve usulüne yönelik muhtelif şerh, haşiye çalışmaları vardır.[4]

  1. ab) Ehl-i Hadis Ekolü:

Malum olduğu üzere Hindistan dinlerin, mezheplerin ve birçok farklı alanların iç içe yaşadığı geniş ve kültürel bir coğrafyadır. Yukarda da bahsedilen asırlarda bölge işgale uğrayınca İslam dini içerisinde de farklılaşmalar baş gösterdi. İslam toplumunun bir kısmı, klasik değerlere bağlanmanın gerekliliği üzerinde dururken bir kısmı ise Modernleşme veya Batılılaşma anlamında ıslahat yapılarak kurtulmanın mümkün olduğu üzerinde durdular. İşte şuan bahsini edeceğimiz Ehl-i Hadis , klasik değerleri öne çıkaran ekollerin başında gelir. Aralarında benzerlikler bulunmakla beraber ilk asırlarda ortaya çıkan Ehl-i Hadis ile karıştırılmaması gerekir. Lakin görüş ve düşünceleri aynıdır. Hint alt kıtasında ortaya çıkan bu düşüncenin (1805/1902) kurucusu Nezir Hüseyindir. Bu ekol Kuran ve sünneti esas alıp bu çember dışında kalan tüm düşünceleri reddeden  selefi bir  fırkadır. Bu ekole göre Müslümanların içerisine düştükleri tefrikadan kurtulmaları ancak  re’yi ve taklidi bırakıp nasların zahirine göre amel etmek ile olurdu. Ekol Kurana ve sünnete göre verdikleri fetvalara ‘’Fıkhul hadis’’ demişlerdir. Kendileri Buhari ve Müslimin hadis kitaplarını eleştrilemez görürler. Hadislerin sıhhatini tespitte ilk dönem alimlerinin görüşlerini esas alırlar. Bu anlayış Kuranın gayet açık olduğu ve tefsirine ihtiyacı olmadığını söyler. Hadisin ve sünnetin ilahi bir nefha bulundurduğunu ve kuran kadar hadisinde  önemli olduğu üzerinde dururlar. Yine fırka-i naciye ehli hadistir derler. Hanefiler başta olmak üzere fıkhi mezhepleri sert bir dille  eleştirirler. Nezir Hüzeyin ve öğrencilerinin çalışmaları sonucunda ehli hadis bugün Hindistan, Pakistan ve Bangladeşte birçok taraftarı kurumları, okulları, medreseleri ve üniversiteleri bulunan büyük bir cemaattir. Diyobend Ekolü Ehl-i Hadis’e karşı Hanefi İmamların delil olarak kullandıkları hadisleri bir araya getiren  eserler telif etmişlerdir. Ehl-i Hadis hareketinin önde gelen isimleri arasında Abdullah b. Muhammed el- Gaznevî (ö.1881),Sıddık Hasan Han(ö.1890)Muhammed Hüseyin Mevlevî(ö.1920), Azîmâbâdî (ö.1911), Vahîduzzaman (ö.1919), Mübarekpûrî (ö.1935) gibi daha çok hadis alanında çalışmalar yapan alimler sayılabilir .İsmi zikredilen alimlerin şerh, haşiye ve usül çalışmaları vardır.[5]

  1. ac) Aligarh Ekolü:

İngiliz yönetimine yakınlığı ile tanınan Sir Seyyid Ahmet Han tarafından kurulmuş bir teşkilattır. Seyyid Ahmet Han 1817 tarihinde doğdu. Babasının vefat etmesi üzerine 20 li yaşlardan itibaren hayata tutunup iaşesini sağlamak için çeşitli yerlerde çalıştı. İmtihanlara girerek hakim oldu.1869 yılında gittiği İngiltere de dikkatleri üzerine çekti. Tahsilini ingilterede yapan Ahmet Han İngilizlere yönelik iyi bir sempatisi oluştu. Hindistana döndükten sonra İngilizlere verdiği destekden dolayı kendisine ‘’Sir’’ lakabı verildi. Ve yine Edinburg Üniversitesi tarafından fahri doktora ünvanı verildi. İngilizlerle Müslümanların arasını bulmak için büyük mücadele verdi.1898 yılında Aligarhda öldü. Yukarda da bahsini ettiğimiz 1857 de vuku bulan Sipahi ayaklanmasını başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra  Müslümanlar ne yazık ki İngilizlere bağımlı olmuş onların himayelerine girmişlerdi. Bu durumda Müslümanlar kimliklerini koruma ihtiyacı hissetmişlerdi. Bu amacı gerçekleştirmek üzere Seyyid Ahmed Han 1875 yılında Muhammedi İngiliz Şarkiyat Koleji’ni kurdu. Aligarh ekolü dışarıdan yapılacak saldırılara karşı islamı savunuyordu. Aligarh ekolü Ehli hadis ve Diyobend ekolü taraftarları tarafından ingiliz yanlısı, Aligarh kolejindeki öğrencileri Hristiyanlaştırdıkları ve hadisleri devre dışı bırakmakla itham edildiler. Aligarh ekolü modern dönemde hadislerin tümünün güvenilirliğini inkar etmeye yönelik ilk  önemli itirazın  sahibi olmuştur. Aligarh ekolünün yetiştirdiği alimler arasında Çerağ Ali (ö.1895), Nevvab Muhsin el-Mülk(ö.1907),Altaf Hüseyin Hali(ö.1914) ve Seyyid Emir Ali(ö.1924) sayılabilir.[6]

  1. ad) Ehl-i Kuran Ekolü:

Hadisleri tümüyle  reddeden ve dinin tek kaynağının Kuran olduğunu ileri süren görüştür. el-Kuraniyyun olarak da isimlendirilirler. Ekol 19.yüzyılın ikinci yarısında  Hindistan da ortaya çıkmıştır. Seyid Ahmet Hanın çalışmaları bu ekolün alt yapısını oluşturmuştur. Bu ekol Abdullah Çekralevi (ö.1914) tarafından 1902 yılında ‘’Ehlüz zikr vel Kuran’’ adıyla kurulmuştur. Bu şahıs başlarda ehli hadisten olmasına rağmen daha sonra ciddi bir hadis muhalifi olmuştur.Bu anlayışa göre Müslümanların  gelişmesini ve ilerlemesini engelleyen asıl kaynak hadislerdir.Zira kuran tefsir edilmeyecek kadar açıktır. Onlara göre  hadis eğer dini bir kaynak olsaydı Peygamber bunları yazdırır ve kayıt altına alırdı. el-Kuraniyyun hareketi ehl-i Hadis ekolünün yoğun olduğu ve iki önemli merkezi olan Batı Pencap’taki Lahor ve Emritser’de yoğunlaşmaktaydı. Bu ekolün temsilcileri arasında Abdullah Çekralevi (ö.1914), Ahmeduddin Emritseri (ö.1936),Muhammed  Eslem Ceracpuri (ö.1955) ve Gulam Perviz Ahmet ( ö.1985) sayılabilir. el-Kuraniyyun ekolüne göre Müslümanların gelişmemesinin yegane sebebi Hadislerdir. Dolayısıyla hadisler delil olarak kabul edilmemeli, Kuran ile yetinilmesi gerekir kanaatindedirler. Dolayısıyla onlara göre Resulullah sadece dini tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Başka da bir görevi yoktur. Onun yaptıkları ve söylediklerinin daha sonra gelecek olanlar için bir bağlayıcılığı yoktur. Haricilere benzer bir şekilde ‘’Hüküm yalnızca Allah’a aittir.’’ Demişlerdir.

b)Pakistan’da Hadis Çalışmaları

1947 yılında Hindistan’ın ikiye bölünmesinden sonra 14 Ağustos 1947 tarihinde Muhammed Ali Cinnah önerliğinde Pakistan bağımsızlığını kazanmıştır. Bu süreç içerisinde ilmi faaliyetler de   hadis çalışmaları üniversite  ve medreseler olmak üzere iki farklı alanda yürütülmüştür. Ayrıca Mevdudi ve Fazlurrahman gibi Pakistanlı alimler hadisle  ilgili farklı yaklaşımlar ortaya koymaya çalışmışlardır.

Pakistanda yoğun olarak bulunan ekoller şunlardır:

Yukarıda da bahsetmiş olduğumuz Ehl-i Hadis, Diyobend (Hanefiyye) Ekolü, Ebu’l Ala el-Mevdudinin kurmuş  olduğu ‘’Cemaati İslamiyye’’ hareketidir. Tüm bunların yanında Şiiler,Ehl-i Kuran(el-Kur’aniyyun) ve Kadıyanilik müntesipleri de bulunmaktadır. Pakistan içerisinde tüm bu zikredilen ekol veya mezheplerin medrese veya okulları bulunmakta, çalışmalar yapmaktadırlar.Bunlardan ‘’Tanzim-u Medaris-i Ehl-i Hadis’’ Ehl-i Hadis’e, ‘’Vifaku’l Medarisi’l Arabiyye’’ Diyobend yani Hanefiyye Ekolüne,Tanzimu’l Medaris-il Arabiyye’’ Birelvi Ekolüne,’’ Rabiat’ül Medaris’’ Cemaat-i İslamiyye’ye ve ‘’Tanzimu’l Medaris-i İsna-i Aşeriyye ‘’İsna Aşeriyye’ye aittir.Bahsi geçen medreselerin kendilerinde  göre bir eğitim anlayışı var ise de genellikle bu medreselerde geleneksel eğitim yapılmaktadır. Hadis alanında bu medreselerde Kütüb-i Sitte kitapları okutulmakta, Mişkatu’l Mesbih ve Riyazu’s Salihin kitapları okutulmaktadır.

Pakistan’da çalışmalarını sürdüren Ehl-i Hadis Ekolünün önemli temsilcileri arasında Muhammed Ataullah Hanif Bucyani (ö.1987) ve Bediuddin Şah Raşidi sayılabilir. Diyobend (Hanefiyye)Ekolünün en önemli temsilcileri arasında Şebbir Ahmet Osmani (ö.1949), İşfakurrahman Kandehlevi (ö.1957),Muhammed İdris Kandehlevi (ö.1974),Zafer Ahmed Tahanevi (ö.1974) ve Muhammed Yusuf Bennuri (ö.1977) sayılabilir. Pakistan’da Ehl-i Hadis Ekolü Hanefi Mezhebini hadisleri dikkate almadıkları ve kıyası hadise tercih ettikleri gerekçesiyle eleştirilmekteydi. Bunlara karşı Diyobend Ekolü Hanefilerin hadis konusundaki hizmetleri vr Hanefi muhaddisler üzerinde araştırma yapmanın önemi üzerinde durmakta, rical kitaplarında Hanefi raviler aleyhinde söylenen sözlerin ihtiyatla karşılanması gerektiğine işaret etmekteydi. Son dönem Pakistanında farklı siyasi ve ilmi tercihlere sahip iki alimin hadisle ilgili geleneksel hadis anlayışını da eleştiren yaklaşımları dikkat çekmektedir. Bunlardan Ebu’l Ala el-Mevdudi (ö.1979) Hint Pakistan Alt Kıtasında kurulan en büyük İslami teşkilat olan ‘’Cemaat-i İslamiyyenin’’ lideridir. Fazlurrahman ise çağdaş eğitimi islami açıdan sakıncalı bulan genelenekçi alimlerin aksine İslam’ın çağdaş gelişmelerle hesaplaşması ve böylece rekabet gücü kazanması gerektiğini savunan bir fikir adamıdır.[7] Şimdi bu alimlerin hadise olan yaklaşımlarına bakalım:

  1. Ebu’l Ala el-Mevdudi’nin Hadis Anlayışı

Mevdudi’ye göre Peygamber Efendimiz, Allah’ın kendisine bildirdiklerini insanlara ulaştırmanın yanında söz ve yaşantısıyla bunları insanlara açıklamakta toplumu vahiy kültürüne göre mükemmel bir toplum nizamının nasıl kurulacağını göstermekteydi. Bu açıklamalara göre sünnet, kamil ve eksiksiz bir İslamlaştırma örneğiydi. Tüm bunların yanında Mevdudi Allah Resulü’ nün sünnetini müdafaa etmekte, sünnete veya hadise  karşı çıkanlara onu savunmaktaydı. Ona göre Kuran-ı Kerim’in en iyi tefsirini Hz Peygamber yapabilirdi. Dolayısıyla onun dedikleri ve yaşantısının bağlayıcılığında şüphe yoktur. Ve yine ona göre Kuran-ı Kerim’i anlayabilmek için hadisleri çok iyi bilmek gerekir .Ona göre ilk dönem muhaddislerinin düşünceleri çok önemlidir. Ancak o alimlere körü körüne bağlanılmaması gerektiği üzerinde durmuş bunu vahiy ve akıl süzgecinden geçirmenin önemi üzerinde durmuştur. Sünnet ki Âini Haysiyyet isimli eseri Mevdudi’nin hadis anlayışını ortaya koyan eseridir. Yine Mevdudi’nin farklı zaman dilimlerinde kaleme aldığı hadisle ilgili çalışmalarını Tefhm’uh Ehadis ismiyle bir araya getirmiştir.[8]

Bc. Fazlurrahman ve Hadis Anlayışı

Fazlurrahman, çağdaş İslam dünyasının fikri ve içtimai meselelerinin çözümlenmesine, İslami ilimlerin söz konusu meseleleri çözmeye elverişli meselelerin çözmeye elverişli kılınması için gerekli olan metodolojiyi kuramsal planda geliştirmeyi çalışan bir alimdir.1962 tarihinde General Eyyub Han yönetimi tarafından İslami Araştırmalar Enstitüsüne genel müdür olarak atandı. O, bu görevi 1968 yılına kadar sürdürdü. Fazlurrahman ,hadis, sünnet ve ikisi arasında ilişkisi hakkındaki ciddi anlamda ilk fikirsel yazılarını burada yazmıştır. Yine bu enstitüde el-Kuraniyyun hareketinin düşüncelerini eleştirmiş, aynı zamanda Ehl-i Hadis Ekolünün görüşlerini de eleştirmiştir. Fazlurrahman’a göre hadis sünnetten farklı bir kavramdır. Zira hadislerin oluşumu, sünnetin ardından gelen bir süreçtir. Fazlurrahman, kaynaklarda zikredilen hadislerin tarihi hadis ve teknik hadis ,iki kısımda ele alır: Ona göre Tarihi Hadis: Hz Peygamberin biyografisidir ve bunlar şüpheye mahal vermeyecek şekilde tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu hadis, teknil hadisin yorumunda belirleyicidir. Teknik Hadis ise, yaşayan sünnetin sonradan düzenlenmiş şekli ve Hz. Peygambere isnad edilmiş rivayetlerdir. Yaşayan sünnet canlı ve devamlı bir oluşum olmasına rağmen, teknik hadis, resmi ve ilk üç asrın yaşayan sünnetinin sentezini kesin istikrar kazandırma çabasıdır. Yine Fazlurrahman’a göre hicri ikinci asırda fakih ve hakimler yaşayan sünnete bağlı kalarak fetva veriyorlardı. Onların bu kararları yaşayan sünneti genişletiyordu. Ancak İmam Şafii ile bu sürekli  yorumlama hareketi zayıflamaya başladı. Zira İmam Şafii yaşayan sünnetin yerine hadisi koymak ile ilgili başarılı bir çalışma yürütmüştür. Dolayısıyla İmam Şafii’den sonra hadis hareketi güçlenmiş ve yaşayan sünnet yerine hadis hareketi gelmiştir. Böylece hadisçiler yaşayan sünnet birikimini hadisleştirmiş ve ona kesin bir otorite kazandırmışlardı. Fazlurrahman’a göre sünnet Hz. Peygamber ile vardır. Bu sebeple o, oryantalistlerin ’’Sünnetin tamamen İslam öncesi ve İslam sonrası Arapların, Yahudi kaynakların ile Bizans ve İran’ın idari uygulamalarına yeni unsurlar ilave eden ilk dönem İslam hukukçularının her düşünce faaliyetinin sonucu olduğu’’ şeklindeki görüşlerini eleştirmektedir. Fazlurrahman İslam’ın canlı mesajını modern insana ulaştırmak amacıyla bütüncül bir sünnet anlayışı ortaya koymaya çalışmıştır. Ayrıca onun özellikle hadis ve sünneti reddedenlere karşı mücadelesi takdirle karşılanmakla beraber hadis ve sünnet anlayışı farklı ilim adamları tarafından eleştirmişlerdir. Fazlurrahma’nın eleştirildiği bir diğer önemli mevzu onun sünnet anlayışı mevzusudur. Zira öncelikle o ,sünnetin Müslüman toplumun  ürünü olduğunu söylemek suretiyle Hz. Peygamberin rolünü ikinci plana koymaktadır. Halbuki ilk dönem alimleri, Hz Peygamberin sünnetini, O’nun dışında hiçbir uygulamayla aynı değerde görmemiştir. Nitekim ilk dönem alimleri Hz. Peygambere ait haberler ile sahabeler ve tabiin nesline ait olanları birbirinden kesin olarak ayırmış ve onları mevkuf ve maktu kavramıyla ifade etmişlerdir. Ayrıca ilk dönem fakih ve kadılarının görüş ve tatbikatının Peygamber sünnetinin ve onun esprisine uygunluğu  ile bu tatbikatı geniş anlamda bile olsa sünnet olarak mütalaa etmek aynı şey değildir. Zira ilk dönemlerden beri hadis ve sünnet denilince akla ilk gelen şey, Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarıdır. Bu sebeple Müslümanların kıyas ve içtihad yoluyla ortaya koydukları görüşlerini sünnet kavramına dahil etmek bazı yanlış anlaşılmalara sebep olabilir. Yine buna ilaveten Fazlurrahman, Rivayetlerin naklinde daha titiz olmalarına rağmen hadis kitaplarını değil de siyer kitaplarını daha güvenilir görmesi, Hz. Peygamberin hadislerinin az olduğunu ifade etmesi ve dar çerçevede ele alması ve bazı metinleri yanlış anlaması sebebiyle de eleştirilmiştir.[9]

  1. A’zami’nin Hadis Anlayışı

 Burada son olarak özellikle oryantalistlerin hadisle ilgili görüşlerine yönelttiği eleştirileriyle tanınan bu bölge alimlerinden Muhammed Mustafa el-A’zami söz konusu edilecektir. A’zami Diyobend Darululum Medresesi’nden mezun olduktan sonra 1995’te Ezher Üniversitesi’nde yüksek lisansını,1996’da ise Studies in Early Hadith Literature adlı teziyle Cambridge Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Mekke’de Ümmül Kura Üniversitesi, Michigan, Princeton ve Colorado Üniversiteleri’nde çeşitli görevlerde bulunan A’zami, Kral Suud Üniversitesi’nde İslami Araştırmalar Bölümü’nden emekli oldu. A’zami 2017 yılında vefat etti.

   Çok sayıda eseri bulunan Muhammed Mustafa A’zami, çalışmalarını özellikle hadislerin güvenilir bir şekilde gelmediği iddiasını öne süren oryantalistlerin görüşlerini cevaplamak amacıyla telif etmişitir.O,öncelikle oryantalistlerin “Hz. Peygamber’in sünneti” kavramının hicri ikinci asırda kullanılmaya başlandığı iddiasının yanlışlığını ortaya koyar.Ayrıca O,oryantalistlerin isnad sistemi ile hadislerin sıhhati hakkındaki iddialarını cevaplamıştır.O, klasik ve modern dönemde sünneti inkar edenleri ve delillerini eleştirmiştir. Hadis usulü ve edebiyatıyla ilgili Hadith Methodology and Literature ile cerh ve t’adil konusundaki Menhecü’n-nakd inde’l-muhaddisin isimli eserleri de önemlidir.[10]

Bu münasebetle Hint Alt Kıtasındaki hadis çalışmalarını ve bu alanda çalışmalar yapmış hadis alimlerinden bahsettik. Konumuzun anlatımında Ahmet YÜCEL hocamızın “Hadis Tarihi” adlı kitabından faydalandık. Bu kitabın ana başlıklarına göre bir

[1] Nisa.4/59

[2] Ahmed bin Hanbel ,Müsned, VI.126,127.

[3] Ahmet Yücel, Hadis Tarihi, 50. Bs (İstanbul: İFAV yayınları, 2020), S.227.

[4] Yücel, Hadis Tarihi, S.228-229.

[5] Yücel, Hadis Tarihi, S.230-232.

[6] Yücel, Hadis Tarihi, S.233-235.

[7] Yücel, Hadis Tarihi, S.237-238.

[8] Yücel, Hadis Tarihi, S.239-240.

[9] Yücel, Hadis Tarihi, S.241-247.

[10] Yücel, Hadis Tarihi, S.248.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu