İran ve İsrail Stratejilerinde Çatışma ve Kesişimin İslami Cihad’ın Yükselişine Etkisi

Giriş

İran ve İsrail arasındaki çatışmanın doğası gereği, her ikisinin stratejileri de aynı anda çarpışma ve kesişme unsurları içermekte, bu durum genel olarak tüm Ortadoğu ve özel olarak Filistinliler üzerinde ciddi etkiler bırakmaktadır. Çalışmamız, Filistin meselesinde iki taraf arasındaki çatışmada yaşanan gelişmeleri tartışmayı ve her birinin politikalarını ve bu politikaları yönlendiren hedefleri incelemeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken, İslami Cihad’ın bu karmaşık ilişkiden nasıl faydalanabileceğine dair kapsamlı bir görüş sunmaya çalışacaktır. Bu doğrultuda, çalışmanın bölgedeki siyasi, güvenlik ve stratejik zorlukların daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunması ve İran ile İsrail arasındaki karmaşık ilişkileri ve bunların Filistin’de “İslami Cihad” grubunun rolünün yükselişi üzerindeki etkilerini analiz etmesi beklenmektedir.

Filistin meselesi, Ortadoğu bölgesel denklemlerinin merkezinde yer almaktadır. Zira, Filistin’de yaşanan hemen her gelişme bölgesel rekabetin yoğunlaşmasıyla yakından bağlantılıdır ve köklerini bölgesel ve uluslararası dengelerdeki değişimden almaktadır. Bu bağlamda, hem Filistin-İsrail çatışmasının gerçekliğini ve hem de Filistin’in kendi iç dengelerini etkileyen bir faktör olarak İran ve İsrail arasındaki bölgesel rekabet en önemli dinamiklerden biri haline gelmektedir.

Filistin dosyası, ilk etapta Amerikan-İsrail ortaklığının çıkar hesaplarından bağımsız olmadığı için, en azından öngörülebilir gelecekte, İran ve İsrail arasında Filistin cephesinde “yeni kuralların” kristalleştiğine dair göstergeler belirebilir. Her iki taraf da diğerini bir yandan hasım, diğer yandan potansiyel ortak olarak görüp bu temelde rekabet ederken, Amerikan faktörü de gerektiğinde iki taraf arasındaki  rekabet için bir ritim kontrolörü olarak rol oynamaktadır.

ABD Kontrolündeki İran-İsrail Çatışmaları

Rusya-Ukrayna savaşı, Batı ile Rusya arasında silahlanma alanında yeni bir döneme ve daha tehlikeli  bir seviyeye girerken, bu savaşın yansımaları, yeni dönemde Ortadoğu’daki bölgesel sistemin girdilerinden biri olarak kendini hissettirecektir. Bu savaş, Amerikan yönetimini tüm dünyadaki politikalarında önemli ayarlamalar yapmaya zorladı. Örneğin, Biden idaresi, bir yandan Çin’e yönelik stratejisini yeniden gözden geçirirken, Rusya’ya silah satışında sınırlamalar getirmesi karşılığında Pekin yönetimiyle sükûnet arayışına girebileceğini göstermektedir.

Rusya saldırganlığını dengelemek üzere Ortadoğu’daki politikalarda da ciddi revizyon beklentisi kendini göstermektedir.  Şöyle ki, bölge ülkelerini Rusya karşısında kendi yanına çekmek veya en azından tarafsız hale getirmek için farklı dosyaları hızlı bir şekilde çözmekle işe başlayabilir. Bu çerçevede İran ile ilişkilerinde, nükleer güç dosyası ve Tahran yönetiminin Suriye, Irak ve Yemen gibi bölgesel etkisinin sınırları konusunda geçici bir anlaşmaya razı olabilir. Zira ABD, bir yandan Putin’in siyasi iradesini kırmak için Rusya-Ukrayna savaşına yatırımını yoğunlaştırırken, diğer yandan Rusya’ya yardım edebilecek Amerikan muhaliflerinin birleşik bir cephe oluşturmasını bu şekilde garanti edebileceğini düşünmektedir.

ABD, İran’la ilişkilerinde “İsrail” sopasını kullanarak, İsrail’in İran’ı kuzey sınırlarından (Azerbaycan’da)  taciz etmesine ve Suriye’deki İran üslerini vurmasına izin verdi. İran, ABD-İsrail ikilisi ile doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçındığı için karşılık vermedi. Ancak, Tahran yönetiminin nüfuz kullanabileceği kimi gruplar aracılığı ile İsrail’e karşı Lübnan’dan, Suriye’den veya bizzat Filistin içinden karşı bir hamle yapması ihtimali de işgal yönetimini sürekli tetikte tutan bir işlev görmektedir. Bu anlamda İsrail, İran’ın Batı Şeria ve Gazze Şeridi de dahil olmak üzere bölgedeki abartılan nüfuzundan istifade etmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz haftalarda Cenin kentinde yaşanan saldırılarına benzer şekilde İsrail Batı Şeria’daki operasyonlarına bölgesel bir kılıf ve uluslararası bir gerekçe sağlama stratejisi çerçevesinde  İran’ın rolünü kendi çıkarları lehine abartarak Filistin güvenlik ve siyaset kurumları üzerindeki baskısını ve güç birikimi oluşmasını önlemektedir.

Filistin Özerk Yönetimi’ni zaaf içinde gösterme siyasetini de başarılı biçimde uygulayan İsrail işgal yönetimi, İran tehdidini bahane ederek onu şeytanlaştırarak Batılı ülkeleri kendi güvenlik kaygıları etrafında toplamaktadır. Bu da, bölgesel istikrar anlamında Batılıların FKÖ’ye olan güvenini sarsıcı bir rol oynamaktadır.

İran Taktikleri ve İsrail Stratejisi Arasında Batı Şeria

2014 yılında işgalci rejimin Gazze’ye yönelik giriştiği kanlı saldırıya karşı oldukça kararlı ve başarılı bir direniş sergileyen Hamas, bölgesel koşullar bağlamında aslında tüm elverişsiz koşullara rağmen direniş potansiyelini ispatlamıştı. Hatırlanacağı üzere, o tarihlerde Mısır’da Filistin direnişine sempatiyle bakan Muhammet Mursi yönetimi darbeyle devrilmiş ve Hamas yönetimi Suriye’deki devrim sürecinde rejimi desteklemeyi reddettiği için bu ülkedeki tüm destek kanallarını kaybetmişti. Üstelik, Suriye rejimine muhalefeti nedeniyle İran yönetimi tarafından Hamas’a karşı ağır yaptırımlar başlatılmıştı.

Bu gelişmeler ışığında, o tarihten itibaren İran Devrim Muhafızları liderleri tarafından açıklanan yeni stratejinin bir parçası olarak Batı Şeria’nın silahlandırılmasının önemini vurgulayan demeçler artmıştır. Bu demeçlerin zamanlamasına bakıldığında  Batı Şeria’da Hamas’a karşı FKÖ Yönetimi ve İsrail tarafından, ilan edilmemiş, bir savaşın başladığı aynı döneme denk gelmesi oldukça kritik bir döneme işaret ediyordu.

Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Filistin  iç denklemindeki ağırlığı ele geçirmek üzere ana siyasi rakibi olan Hamas’ı tasfiye etmek için düşmanlık dalgasını kullanma çabasındaydı. Aynı sıralarda İsrail Filistin direnişindeki aktif ve ileri rolü nedeniyle Hamas’ın özellikle Batı Şeria’da yarattığı tehdidi yok etmek için stratejik yeteneklere yatırım yapıyordu.

İşte İran, böylesi bir ortamda krizi fırsata çevirerek, Batı Şeria’da kendisine yakın “İslami Cihad” hareketini destekleme stratejisini devreye sokuyordu. Bu stratejinin en belirgin özelliği olarak, Gazze Şeridi’nde yaşadığı önceki deneyimlere dayanarak, desteğini “İslami Cihad” hareketinin tarihsel olarak en büyük örgütsel ağırlığa sahip olduğu Batı Şeria’nın kuzey bölgelerindeki hücrelere odaklamanın çıkarları açısından daha iyi olacağını düşünmekteydi. Bilindiği gibi Hamas, baştan itibaren Gazze’yi yerel dinamikler ve potansiyel çerçevesinde dış etkilerden uzak ve “İran-İsrail  çatışmasından daha az etkilenecek şekilde tutma” vizyonu çerçevesinde Filistin ulusal direnişine dış müdahaleyi hep reddetmiştir.

Bu vizyonun bir yansıması olarak Hamas, İsrail karşıtı direnişin kendi kararlarını kendilerinin almasını garanti edecek şekilde tüm grupların ortak çalışacağı bir “Direniş Güçleri Ortak Operasyon Odası” kurulması fikrini ortaya atmış ve bunda başarı sağlamıştır. Böylece, Hamas’ın işgal karşıtı mücadeleyi Gazze Şeridi’nde tamamen yerel aktörler eliyle yönetme vizyonunun açıkça uygulamaya geçmiş ve Gazzeli grupların ortak kararı olmadan her hangi eylemin önüne geçilmiş oldu. Kuşkusuz bu durum, Gazze özelinde İran’ın Filistinli gruplardan habersiz kendi destekçileri eliyle operasyon yapmasını önlemiştir.

İran’ın Gazze Şeridi’nde hem Hamas’a hem de İslami Cihat’a desteğini sürdürürken İslami Cihat’a desteğini Batı Şeria’da yoğunlaştırması, İran’ın Gazze Şeridi’nde nüfuz kurma konusunda fazla umutlu olmadığını göstermiştir. Bu aslında, aynı zamanda Hamas gibi operasyonel kabiliyetleri oldukça büyük olan bir grubu yakın ihtiyacı devam ederken her hangi bir sorun yaşamak istememe stratejisiyle yakından ilgilidir.  Batı Şeria’daki bu destek sayesinde İslami Cihad ile ona bağlı grupların bölgedeki varlığı önemli ölçüde güçlendiği söylenebilir. Ancak bu desteği farklı şekillerde kendi lehine kullanmak isteyen aktörler nedeniyle, gelişmelerin tümüyle Filistinliler lehine olduğunu söylemek de zordur.

Öncelikle Hamas’ın ideolojik rakiplerini güçlendirerek direniş grupları cephesinde bir tür çatlak yaratmaya çalışan ve Hamas’ın Batı Şeria’daki etkisini zayıflatmak için fırsat kollayan FKÖ Yönetimi, İran’ın istikrarsızlaştırıcı rolünü gösterip bu sayede kendine daha fazla dış destek devşirmenin yollarını aramaktadır. Benzer şekilde İran’ın bölgede artan nüfuzunun İsrail’e karşı FKÖ yönetimi tarafından verilmiş olan güvenlik taahhütlerinin yerine getirilmesini zorlaştırdığını söyleyerek işgal yönetiminin FKÖ yönetimi üzerindeki baskıları hafifletmesini hedeflemektedir.

Tahran açısından, İslami Cihad’ın Batı Şeria’da artan gücü, İran’ın bölgedeki direniş ekseninin liderliğine ilişkin söyleminin doğrulanması anlamına gelmekte ve şimdilik İran’ın hedeflerine hizmet ediyor görünmektedir. Ancak şu ana kadar İran’ın Batı Şeria’daki güvenlik denklemini değiştirme girişimlerin de umduğu gibi başarılı olduğuna dair bir işaret bulunmamaktadır.

İsrail açısından bakıldığında ise, İran’ın taktiklerini erkenden kontrol altına almış görünen işgal yönetimi, Batı Şeria’ya boyun eğdirmenin, siyasi bir boşluğa ve güvenlik kaosuna itmek de dahil olmak üzere bazı maliyetler gerektireceğini fark etmiştir. İsrail, Filistinlilere kendi devletlerini kurma yolunu açacak olan iki devletli çözüm ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak için, Batı Şeria’ya nihai anlamda boyun eğdirmesi gerektiğini bilmektedir. Bunun için Filistinlilerin uluslararası hukuk tarafından tanınmış haklarını ihlal dahil her türlü kabadayılığa girişmekten çekinmemektedir.

İşgalci İsrail’in belirgin askeri üstünlüğü nedeniyle İran’ın Batı Şeria’da İslami Cihad hareketine verdiği destek karşılığında elde ettiği sonuçlar oldukça sınırlı kalmaktadır. FKÖ Yönetimi güvenlik birimlerinin bölgedeki direniş gruplarının silahlanmasını  kontrol altına alma çabaları ile İran’ın Ortadoğu’daki siyasi ve güvenlikle ilgili kararlarda kendisinin vazgeçilmez bir unsur olma hedefi arasındaki çelişki şimdilik yönetilemez bir seviyede görünmektedir.  İsrail’in böylesi bir durumdan istifade etmeye çalıştığına kuşku yoktur.

Bu bağlamda İslami Cihad’ın son aylarda İsrail ile girmiş olduğu farklı çatışmalardaki tutumu, kendisini Hamas’tan ayıran bir imaj yaratma çabasını da yansıtmaktadır. Hareketin Genel Sekreteri Ziyad El Nakhala’nın temsil ettiği liderlikle birlikte bu çaba daha da yoğunlaşmış ve bu yaklaşım başlı başına bir hedef haline gelmiştir. Son operasyonlarında görüldüğü gibi işgalci İsrail saldırganlığı İslami Cihad’ın Siyonistleri tehdit etme kabiliyetini zayıflatmış olsa da, aynı zamanda Hamas hareketinin Gazze’deki ve belki de tüm Filistin düzeyindeki kararlarına meydan okuma kabiliyetini de güçlendirdi. Bu durum yakın gelecekte Hamas ve İslami Cihad arasındaki ilişkilere yansıması kaçınılmaz görünmektedir. Kimi zaman  zorluklar yaşansa da geçmiş yıllardakinden farklı olarak, önümüzdeki dönemde koordinasyon ve uyum sağlama kabiliyetleri açısından ilişkilerini ciddi bir teste tabi tutacaktır.

Gazze Şeridi’nde İran’ın Rolü ve Mısır-Katar Dengesi

Son yıllarda Ortadoğu’da bulunan farklı aktörler İran’ın Filistin dosyasındaki rolü konusunda, duygusal beklentilerden bağımsız daha gerçekçi yaklaşımlar gösterme amaçlı denemeler yapmaktan geri durmamıştır. Örneğin Mısır, İslami Cihad hareketiyle tekil olarak ya da Filistinli grupların tümüyle aynı anda heyetler haline yapılan görüşmeler ışığında, İslami Cihad’a Gazze Şeridi’nin güvenlik ve ekonomik sorumluluğunda daha büyük bir rol verilmesini önermiştir. Bu proje sayesinde pratikte “Gazze dosyasında İran ortaklığı” senaryosunu denemek ve böylece bölgede istikrarı sağlamak gibi bir amaç düşünülmüş olmalıdır. Bu durum Umman  arabuluculuğunda yürütülen Mısır-İran görüşmelerine ilişkin sızan bilgilerden anlaşılmaktadır.

Öte yanda özellikle abluka süreçlerinde yapmış olduğu insani destekler ve arabuluculuk çabaları ile öne çıkan Katar yönetimi de, tüm taraflarla (İran, Mısır, İsrail, Hamas) olan güçlü ilişkileri sayesinde bu çabalarda dikkat çekmektedir. Mevcut durumun daha fazla formüle dönüştürülmesi ihtimali de dahil olmak üzere bu koordinasyonun devamının sağlanmasında Katar’ın oynayacağı roller de önemini korumaktadır.

Bölgesel düzeyde aktörler kendi pozisyonlarını yeniden ayarlamaya çalışırken, Filistinli gruplar da kendi aralarında kontrol ve denge arayışını sürdürmektedir. Hamas ve İslami Cihad hareketleri, geçtiğimiz haftalarda Kahire’de yoğun görüşmelerde bulunarak Gazze özelinde güvenlik ve ekonomik zorlukların hafifletilmesi bağlamında uzun süreli bir ateşkesi müzakere ettiler. Kendi içindeki siyasi istikrarsızlık göz önüne alındığında işgalci İsrail’in yaklaşımı da, Mısır’ın çabaları konusundaki sonuçları görene kadar gerilimi tırmandırmaktan kaçınma yönünde olabilir.

Kahire’nin çabalarında başarı önündeki en önemli engel, Filistin meselesinin en hayati konularından biri olan mahkumlar ve tutuklular dosyasında bir ilerleme sağlanmasıdır. Dolayısı ile işgalci yönetim Filistinli tutsaklar konusunda tatmin edici bir adım atmadığı sürece direniş gruplarının pozisyonu değişmeyecektir. Ancak ateşkes şartlarının tutuklu ve mahkumları da kapsaması halinde, Mısır ekonomisine de fayda sağlayacak ekonomik kolaylıklar karşılığında uzun vadeli bir ateşkese ulaşma girişimleri başarıya  ulaşabilecektir.

Bununla birlikte, işgalci yönetimin Batı Şeria’ya yönelik gerçekleştirdiği saldırılar ve tırmandırma girişimleri Gazze’de gruplar arasında varılan bu  anlayışı değiştirebilir. Zira Batı Şeria’da ölümler devam ederken Gazze’deki grupların buna sessiz kalması veya tarafsız kalması düşünülemez. Bu da Batı Şeria’da her hangi bir tırmanmanın çok geçmeden Gazze’de etkilerini gösterebileceğini göstermektedir.

Bölgesel ve Uluslararası Zorluklar Karşısında Filistin

Bölgesel ve küresel sahnede Filistin’in durumuna gölge düşüren önemli değişimler yaşanmaktadır. Filistin dosyasının, (İsrail’in)  pozisyonu da dahil olmak üzere İran-Amerikan müzakere/çatışma sarmalının sonuçlarından bağımsız olmayacağı açıktır. Bu nedenle hem İran hem de İsrail, ABD nihai pozisyonunu belirlemeden önce, alabilecekleri en yüksek kazanımı ve avantajı elde etmek için sahada siyasi manevralara girişmektedir.

Oluşmakta olan bölgesel sistemin güvenlik yapısı, Filistin meselesinin bölgesel boyutlarını ilgilendiren yönü itibarıyla ciddi bir zorluk yaratmakta ve Filistinlileri diğer aktörlerin eylemlerinin sonuçlarıyla karşı karşıya bırakmaktadır. İçinde bulunduğu zorluklar itibarıyla Filistinli gruplar, bir yandan herhangi bir bölgesel destekten/çabadan faydalanmak zorunda görünürken, diğer yandan da bu desteğin Filistin halkının yüksek menfaatlerini gözeten ulusal karar üzerindeki olası olumsuz etkilerini sınırlamak zorundadır. Bu konuda en büyük  yük, hangi gruptan olursa olsun Filistinli liderlerin üzerinde bulunmaktadır.

İran’ın İslami Cihad’a olan desteğinde olduğu gibi, Filistinliler, bir yanda “İsrail’in” hayati çıkarlarına yönelik İran saldırganlığı ve hatta propaganda   hedeflerine destek oluyor görünmek ama aynı zamanda da kendi direniş kabiliyetlerini geliştirmek arasında bir denge siyaseti yürütmek durumundadır. Filistinlilerin direniş kabiliyetlerini güçlendirmek ve Batı Şeria’daki hukuksuz işgale ve yerleşimci terörüne karşı koyma stratejisi ile İran’ın kendi çıkarlarına dayalı İsrail karşıtlığı arasında bir denge arayışı sürmektedir. İran da dahil olmak üzere her bölgesel aktör, Filistinlilerin hesaplarını dikkate almak zorunda kalmadan öncelikle kendi hedeflerine ulaşmaya çalıştığından, kimi zaman Filistinlilerinki ile çelişen gerekçeleri olabilir. Böyle bir denge politikası, Filistinli direniş güçlerinin, İran’ın Batı Şeria’daki bazı grupları desteklemesini, uluslararası toplumu İran’a karşı kışkırtmak için bir bahane olarak kullanan “İsrail” senaryosuna düşmekten kaçınmasını sağlayacaktır.

İster İran faktörünün gücüyle ister taktiksel saha başarılarıyla olsun, İslami Cihad hareketinin yükselişi, grupların göreceli ağırlıkları haritasında, özellikle de Filistin siyasetinin iki kutbu olan Fetih ve Hamas denklemi üzerinde yansımaları olacağı da kesindir. Bu da ulusal olarak bu gelişmelere iki yoldan  yanıt vermeye hazırlanmak anlamına gelmektedir. Birincisi İslami Cihad liderlerinin meşru isteklerini karşılamak, ikincisi ise Hamas ve Fetih arasındaki uzaklaşma politikasına son vermek.

Mahmut Abbas’ın  ciddi zararlara yol açan ve Filistinlileri neredeyse ulusal bir felaketle karşı karşıya bırakan politikasına rağmen, bir halk bloğu olarak Fetih hareketi, otoritesinin zayıflığına ve siyasi kararlarının ulusal hesaplardan çok İsrail hesaplarına bağlı olmasına rağmen, Abbas’ın iradesine indirgenmekten uzak tutulması gereken önemini korumaktadır. Halen Filistinliler için temsili bir siyasi  ağırlığı bulunduğu ve bölgesel ve uluslararası alanda tanınan yasal bir statüye sahip olduğu için FKÖ tarafından temsil edilen Filistin siyasal meşruiyetinin altını oymayı gerektiren hiçbir Filistin çıkarı mevcut değildir. Dolayısıyla, Filistin halkının yüksek menfaatlerine hizmet edecek şekilde, uzlaşı ya da seçimler yoluyla Filistin iç siyasetini yeniden düzenlemek ve Filistin meşruiyetini inşa  etmek için acil bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlanmalıdır.

Filistin içinde böyle bir düzenlemeye ihtiyaç sürerken, dışarıda Mısır ve Katar gibi güçlerle ilişkilerin güçlendirilmesi önemlidir. Filistin dosyasını bölgesel konumunu güçlendirmek için bir kart olarak korumaya çalışan Mısır tarafıyla, sükûnet karşılığında olası ekonomik kolaylıklardan yararlanan Gazze  Şeridi’ndeki siyasilerin esnek formüller benimsenmesi önemlidir. Batı Şeria’da olanların Gazze’dekilerden bağımsız olmadığı gerçeğini de göz önünde bulundurarak İsrail’in her hangi bir bölgede elini kolaylaştırmaktan kaçınmak tüm grupların ortak stratejisi olmalıdır.

Sonuç olarak, Filistinli liderler siyasi ilişkilerini gerçekçi bir temelde, bahislerden ve yanlış  çıkar hesaplarından uzak bir şekilde çeşitlendirmeyi ihmal etmemeli. Nihayetinde Filistin’in durumu tüm bu dönüşümlerden etkilenmeye devam edecektir. Ancak bir yandan Filistin, kendi ulusal kararlarını alırken bağımsızlığı koruma ama aynı zamanda bölgesel ve uluslararası taraflarla denge ilkesini muhafaza etme siyaseti, orta ve uzun vadede Filistin davasının yararına görünmektedir. Uluslararası ve bölgesel değişim ve dönüşümleri doğru okuyup doğru kararlar alması ve fırsatları değerlendirmesi Filistinlilerin özgürlük, bağımsızlık ve kendi kaderlerini  tayin etme stratejisini hayata geçirmede en önemli unsurdur.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu