Gazze’deki ateşkes bize neyi gösterdi?

İsrail, Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısını gerekçe göstererek Gazze’ye yönelik vahşice bir saldırı başlattı. 7 Ekim’den insani ateşkesin yürürlüğe girdiği 24 Kasım tarihine kadar 49 gün boyunca Gazze’yi havadan, karadan ve denizden bombaladı. Bu süre zarfında Gazze’ye yaklaşık 35 bin ton bomba atıldığı tahmin ediliyor ki bunun iki atom bombasının gücüne eşit bir etki oluşturduğu ifade ediliyor.

Gazze’deki Sağlık Bakanlığı yetkililerine göre İsrail’in saldırılarında; 6 bini çocuk olmak üzere yaklaşık 15 bin Gazzeli sivil hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra en az 4 bin kişinin daha enkazlar altında beklediği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla toplam kayıp sayısının 20 bini geçebileceği değerlendirilmektedir.

İsrail ile Filistin arasında şimdiye kadar vuku bulan çatışmalardaki en büyük kayıpların yaşandığı bu saldırılara verilen kısa ara, bize sahadaki duruma yakından bakarak bir değerlendirme yapmamız için de bir fırsat vermiştir. Keza İsrail Gazze’yi dünyadaki cehenneme çevirmekle meşgulken tam olarak ne olup bittiğini görmemiz mümkün olmuyordu. Hatta İsrail’in katliamının boyutlarını tam olarak kestiremiyor, bunun bir soykırım olup olmadığı hususunda emin olamıyorduk.

Nihayetinde gecikmeli de olsa 24 Kasım sabah 07. 00 itibariyle 4 günlük insani ateşkes devreye girdi ve akabinde rehine takası süreci başladı. Bu saatten sonra bölgeden gelen haberler ve görüntüler, İsrail’in yaptığı insanlık dışı katliamı görmemizi sağladığı gibi bu süreçte işlediği savaş suçlarını ve tüm dünyaya yaydığı yalanların da çürütülmesine imkân vermiştir.

İsrail’in İşlediği Savaş Suçları  

İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant saldırıların başladığı ilk gün yaptıkları açıklamalarda Ortadoğu’nun haritasının değişeceğini ve bölgede hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyleyerek kanlı planlarının ipuçlarını vermişlerdir. Netanyahu Hamas’ın saldırısına karşılık verebilmek için ülkenin savaş durumuna geçmesi gerektiğini belirtmiş ve o an itibariyle savaşta olduklarını ilan etmiştir.

Akabinde Gallant, İsrail askerlerine hiçbir kurala uymadan saldırı emrini vererek, eski adıyla savaş hukuku olan Uluslararası Silahlı Çatışma Hukuku’nun temel prensiplerini alenen ihlal etmiştir. Zira savunma bakanının bu emri silahlı çatışmalarda her ne koşulda olursa olsun uyulması gereken; sivil-asker ayrımının yapılması, orantılılık, gereklilik, sınırlılık ve insancıllık ilkelerine aykırı olup, bu haliyle açık bir savaş suçu oluşturmaktadır.

İsrail’in Gazze’ye yönelik hava saldırılarında zaman zaman yasaklanmış beyaz fosforlu mühimmat kullanıldığı tespit edildiği gibi, sıklıkla hedef seçiciliği düşük ancak tahrip gücü yüksek olan kitle imha silahlarının kullanıldığı görülmüştür. Bu haliyle de hem yasaklanmış silahların kullanılmış olması hem de sivil hassasiyet ve hedef gözetilmeden sivil yerleşim yerlerinin, okulların, camilerin ve hatta Birleşmiş Milletler kontrolündeki kampların ve tesislerin de vurulmuş olması da yukarıda sayılan temel ilkelerin hepsine aykırılık teşkil etmektedir.

Yukarıda sayılanlara ilave olarak İsrail’in özellikle savaştan mahfuz olduğu açıkça belirtilmiş olmasına rağmen hastaneleri hem de birden fazla kere hedef alması bariz bir savaş suçu oluşturmaktadır. Ayrıca İsrail’in hastanelerin hedef alınmasını meşrulaştırmak için buraların altında askeri karargâhlar ve tüneller olduğu şeklindeki iddialarının hepsinin yalan olduğu anlaşılmıştır. Üstelik medyaya servis edilen Şifa Hastanesi üç boyutlu krokisinde gösterilen sözde Hamas karargâhının aslında İsrail tarafından inşa ettirildiği de bizzat eski başbakan Ehud Barak tarafından itiraf edilmiştir. Keza Şifa Hastanesi basıldıktan sonra servis edilen fotoğraf ve görüntülerden buranın Hamas tarafından karargâh olarak kullanıldığına dair yeterli kanaat oluşmamıştır. Aksine Hamas’ın kullandığı silahlar diye gösterilenlerin İsrail askerleri tarafından yerleştirildiği anlaşılmıştır.

Bunlara ilave olarak, ateşkesin sağlanmasından sonra Şifa hastanesinde yapılan incelemede İsrail’in müdahalesi öncesi hastanenin yeni doğan ünitesinde bulunan bebeklerden beş tanesinin başka yerlere nakledilemediği ve müdahale nedeniyle de ilgili personelin görevlerini yapamaması nedeniyle bahse konu bebeklerin ölüme terk edildikleri anlaşılmıştır.

Bir diğer insanlık dışı olay da ateşkes başladıktan sonra anlaşılmıştır. İsrail’in Şifa Hastanesini bastığında zorla el koyduğu cenazeleri hastaneden çıkartarak bilinmeyen bir yere götürdüklerinin anlaşılmasının üzerine yapılan incelemede bu cenazelerin İsrail’in algı operasyonlarında kullanılmak için alındığı görülmüştür. İsrail askerleri bu cenazeleri Kibbutz Re’im bölgesine götürerek, burada sözde Hamas tarafından öldürülen İsrailli siviller şeklinde görüntü alındıktan sonra cenazelerin hastaneye teslim edildiği tespit edilmiştir. Yani İsrail, Filistinlilere yönelik işlediği savaş suçları sadece canlı sivillerle sınırlı kalmamış bu suçu ölüler için de işlemiştir.

İsrail’in işlemiş olduğu savaş suçlarından biri de Gazze’nin kuzeyinden göçe zorladığı sivillere intikal halindeyken de saldırı düzenlemesi ve Gazze’de sığınacak hiçbir yer bırakmayacak şekilde sivillere yoğun baskı uygulamasıdır. Keza güneydeki Han Yunus çevresinde toplanan sivillere İsrail tarafından havadan bildiri atılarak, bu bölgenin de güvenli olmadığı ve ivedilikle bölgeyi terk etmeleri gerektiği şekilde uyarılarda bulunulmuştur. Zaten kuzeydeki ağır bombardımandan kaçan sivillerin gidebilecekleri başka bir yer olmamasına rağmen İsrail’in yaptığı bu eylem zorla tehcir fiilini oluşturmaktadır ve kesin olarak yasaklanmıştır.

İsrail’in İfşa Olan Dezenformasyonları

İsrail, 1948 yılından beri Filistin topraklarını işgal altında tutuyor olmasına ve 2007 yılından beri de Gazze’ye yönelik ağır bir abluka uyguluyor olmasına rağmen, 7 Ekim’den itibaren başlattığı saldırıları ve katliamları Hamas 7 Ekim’de bize saldırdı biz de kendimizi korumak için karşılık veriyoruz şeklinde meşrulaştırmaya çalışmıştır. 7 Ekim’i milat olarak kabul eden İsrail, öncesinde sürdürdüğü işgali, insan hakları ihlallerini ve toprak gaspının üzerini örtmeye çalışmıştır.

Başta ABD yönetimi olmak üzere Batılı ülkelerin de bu süreçte İsrail’i desteklemesinin gerekliliğinin farkında olan İsrail, bunu mümkün kılmak için Hamas’ı şeytanlaştıracak bir anlatı kurgulamıştır. Bu anlatının içerisinde “Hamas= Daeş” ve “Hamas=Nazi” argümanları sıklıkla kullanılarak geçmişteki travmalardan istifade edilerek Batı kampının koşulsuz desteği sağlanmıştır.

Bu kapsamda, 7 Ekim tarihinde Hamas’ın müzik festivalini bastığı ve buradaki sivilleri öldürüp, kalanları da rehine olarak Gazze’ye götürdükleri medyaya servis edilmiştir. Ayrıca civardaki yerleşim yerine baskın yaparak burada yaşayan sivillere de işkence yaptığı, bebeklerin bile kafalarının koparıldığı, kadınlara tecavüz edildiği, evlerin soyulduğu ve kalanların da kullanılmaz hale getirildiği ifade edilmiştir.

Bu konuyla ilgili kısa süre önce çıkan bazı haberlere göre ise, bölgede ölenlerin çoğunun 7 Ekim sabahı bölgeye sevk edilen İsrail helikopteri tarafından açılan ateş sonucunda yani dost ateşiyle öldüğü ileri sürülmüştür. Keza bölgedeki bir araç oto parkında tamamen yanmış şekilde olduğu görülen ve İsrailli yetkililer tarafından da Hamas’ın saldırısı sonra bu hale geldiği iddia edilen hasarın aslında bölgeye sevk edilen helikopterden ateşlenen yangın (Napalm) bombaları tarafından yapılmış olabileceği ifade edilmiştir. Zira Hamas’ın elinde bulunan roketlerin böyle bir tahribat yaratma gücü olmadığı gibi niye böyle bir şey yapmış olacağının da mantıklı bir izahı bulunmamaktadır.

Dolayısıyla bölgede ölen İsraillilerin, iddia edilenin aksine Hamas tarafından değil İsrail askerleri tarafından öldürülmüş olabilecekleri iddiası gerçeğe en yakın senaryo olarak gözükmektedir. Bu nedenle bahse konu helikopterden saldırı düzenleyenlerin ve bu saldırı emrini verenlerin, kendi vatandaşlarının ölümüne sebebiyet vermeleri nedeniyle ayrıca iç hukuklarına göre yargılanmaları da gerekmektedir.

İsrail’in sıklıkla tekrar ettiği bir diğer husus da, Hamas’ın elinde bulunan rehinelere çok kötü davrandığı ve hatta bir kısmını kasıtlı olarak öldürdüğü yalanıydı. Ancak gerek ateşkesten önce bırakılan iki kadın rehinenin beyanları gerekse de rehine takası kapsamında serbest bırakılan diğer rehinlerin beyanları ve görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla sağlık durumları, bunun da yalan olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Hamas’ın elinde tuttuğu tüm rehinelere gayet iyi davrandığı, hasta ve yaralı olanları tedavi ettirdiği ve nihayetinde varılan anlaşmaya istinaden rehinlerin ruh ve beden bütünlüğü bozulmamış bir şekilde serbest bırakıldığı görülmüştür. Ayrıca serbest bırakılan rehinlerin aileleriyle buluşturulmadan önce İsrailli yetkililer tarafından sorgulandıkları ve medyaya beyanat vermemeleri hususunda uyarıldıkları da anlaşılmıştır. Özellikle bazı rehinlerin Hamas’a teşekkür mektubu yazmaları ve serbest bırakılma anında sıcak bir şekilde vedalaşma görüntülerinin yaşanması, İsrail’in sadece dünyaya değil kendi vatandaşlarına da yalan söylediğini göstermiş, Hamas’a yönelik vahşi bir terör örgütü söyleminin inanılırlığı kalmamıştır.

Buna rağmen İsrail’in serbest bıraktığı Filistinli tutukluların çoğunun hapishanelerde işkence gördüğü, bazılarının sağlık durumlarının yerinde olmadığı ve çoğunun da herhangi bir suç işlemediği halde İsrail tarafından keyfi olarak hapiste tutulduğu anlaşılmıştır.

7 Ekim tarihine kadar İsrail hapishanelerinde yaklaşık 5 bin Filistinli tutuklu bulunurken, 7 Ekim’den itibaren 3 bin kişinin daha tutuklandığı anlaşılmıştır. Daha önceki tecrübelere istinaden yapılan yorumlara göre, İsrail bunları muhtemel bir takas durumunda kullanmak üzere herhangi suç işleme durumuna bakmaksızın kasıtlı olarak tutukladığı görülmektedir.

Hamas’ın Yöntemleri ve Kapasitesine Dair İddialar

İsrail, Gazze’ye yönelik daha önceki saldırılarında olduğu gibi sivil binaları vurduğunda hep Hamas’ın sivilleri canlı kalkan olarak kullandığını ileri sürüyor ve bu sebeple de buraların askeri hedef olduğunu iddia ediyordu. Son saldırılarda da aynı gerekçeye sığınan İsrail’in özellikle Gazze’nin kuzeyindeki üst yapıyı tamamen yıkmasına rağmen sivillerden başka kimseye zarar vermediği ortaya çıktı.

Muhtemelen Gazze halkı ile Hamas’ın arasının açılmasına ve Gazzelilerin Hamas’ı desteklemekten vazgeçmesini sağlamaya matuf bu hareketin sahada hiçbir karşılığı olmadığı görüldü. Zira ne Gazzeliler Hamas’a ihanet etti ne de Hamas Gazzelilerin hayatını tehlikeye atarak onları canlı kalkan olarak kullandı. Keza Hamas var denilerek vurulan hiçbir yerden Hamas çıkmadığı gibi Hamas ile Gazze halkı arasındaki bağ da kopmadı.

Bunun en somut göstergesi ise, sivil halk Gazze’de hayatta kalma mücadelesi verirken Hamas liderlerinin ve komutanlarının başka ülkelerde zevk ve sefa içerisinde yaşadığı şeklinde gerçek dışı iddialar ortaya atan İsrail ile yapılan ateşkes pazarlığında, Hamas liderlerinin kendileri için hiçbir şey istemezken tüm dikkatlerinin Gazze’de yaşayan sivillere yardım ulaştırılmasına ve İsrail hapishanelerinde bulunan Filistinlilerin serbest bırakılmalarına vermiş olmalarıdır.

Serbest bırakılan Filistinli esirlerin çoğunun Doğu Kudüs ve Batı Şeria’dan olmasına rağmen hepsinin Hamas lehine tezahüratta bulunmaları, Hamas’ın sadece Gazze’de değil diğer Filistin topraklarında da bir karşılığı olduğunu göstermiştir.

Ayrıca Hamas’ın bu kadar ağır bombardımana rağmen hala ayakta olması ve zaman zaman İsrail’e roket fırlatarak karşılık vermesi de, İsrail’in Hamas’ın sivil halk arasına sızdığı ve bu şekilde kamufle olduğu şeklindeki iddiaları da boşa çıkarmıştır. Zira Gazze’nin kuzeyindeki sivillerin neredeyse tamamı tahliye edilmişken hala bu bölgeden İsrail askerlerine saldırılar düzenleniyor olması da, İsrail’in Hamas’ın kapasitesi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını göstermiştir.

Sonuç Olarak

İsrail, 7 Ekim’de Hamas’ı tamamen ortadan kaldırmak hedefiyle saldırılarına başlamış ancak Batılı ülkelerden aldığı muazzam askeri desteğe rağmen bunda başarılı olamayarak büyük bir zayiat vermiş ve Hamas ile anlaşma yapmak durumunda kalmıştır.

Ateşkes anlaşması Gazze’deki sivillere insani yardım ulaştırılması için bir fırsat yaratmış olmakla birlikte, İsrail’in de yıpranan kuvvetlerini toparlamak için böyle bir araya ihtiyaç duyduğunu görülmüştür.

Ayrıca İsrail’in 49 gün boyunca devam eden saldırıları esnasında işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı işlediği suçlar da bu arada net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

İsrail’in bir taraftan sahada askeri operasyon yaparken diğer taraftan algı operasyonlarıyla dünya kamuoyunu ve özellikle de batılı müttefiklerini yanılttığı da, çatışmalara verilen bu kısa arada gayet açık bir şekilde anlaşılmıştır. Zira İsrail’in Hamas’a karşı kendini savunmadığı bilakis Filistinlileri toptan ortadan kaldırmak istediği de görülmüştür. Yapılanlar çoktan kendini savunmanın ötesine geçmiş ve resmen bir katliama, soykırıma dönüşmüştür.

Dolayısıyla bu saatten sonra hala İsrail’in yanında ve arkasında duran aktörler olursa,  onların da İsrail’in işlediği savaş suçlarına ortak olacaklarını anlamaları gerekecektir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu