Körfez-İsrail İlişkileri: Tarihsel Eğilimler, Politika Öncelikleri ve Farklılıkların Evrimi

7 Ekim gelişmelerinin akabinde İsrail’in Gazze başta olmak üzere Filistin halkına ve unsurlarına gerçekleştirdiği orantısız ve hukuksuz saldırıların ardından, Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerde önemli bir değişim gözlemlenmektedir. Körfez ülkeleri bölgesel ve uluslararası gelişmelere karşı ortak tutum ve görüş birliği sağlamayı amaç edinmiş olsalar da Filistin meselesi gibi temelde Arap kimliği ile, Müslüman kimliği ile ve her şeyden önce insani boyutuyla kimlikler üstü meselede dahi bu görüş ve tutum birliğinden uzak bir görüntü sergiliyor. Aynı zamanda Körfez ülkelerinin konuya ilişkin politikalarındaki farklılıklar ve benzersiz dinamikler, İsrail ile olan ilişkilerin karmaşıklığını artırmaktadır.

Tarihsel Eğilimler ve Farklılıkların Tahlili

Körfez ülkelerinin İsrail ile olan siyasi, askeri ve ekonomik yakınlıkları düşünüldüğünde son derece farklı bir tablonun ortaya çıktığı görülebilir. Bu çerçevede son on yıllar baz alındığında, İsrail ile siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerini en çok geliştiren ülkenin BAE, bölgede İsrail karşıtlığının merkezinde yer alan ülkenin ise Kuveyt olduğu ifade edilebilir. Bunun ortasında ise uzun dönem İsrail-Filistin meselesinde, Kral Abdullah’ın Arap Barış Girişimi ile iki devletli çözümü savunmuş ve bir Filistin devleti kurulmadan İsrail ile normalleşme sağlanmayacağını savunan, fakat son yılların bölgesel ve uluslararası konjonktürü ile siyasi anlamda İsrail ile ilişkilerini geliştirme niyetinde olan Suudi Arabistan yer alıyor.

1979’da Mısır ve 1994’de Ürdün’ün ardından, BAE’nin 2020’de, İsrail’i tanıyan üçüncü Arap ülkesi olması, bölgede tekrardan İsrail ile siyasi normalleşmelerin başladığı ve İsrail’in bölgede diplomatik olarak tanınmadığı anlamına gelen “izolasyon ambargosunda” bir eğilim oluşturmuştu. BAE’nin 2020 yılında İsrail ile gerçekleştirdiği diplomatik normalleşmenin en temel nedenleri arasında komşuları olan her iki büyük gücün (Suudi Arabistan ve İran) etkisini dengeleme, İran’dan algıladığı güvenlik tehditlerini İran-karşıtı eksen içerisine girerek bertaraf etme, İsrail’in barındırdığı ekonomik potansiyelden yararlanma ve ABD ile güvenlik ilişkilerini geliştirme vardı. İsrail ile kurulan diplomatik ilişkiler, o dönemde Suud-BAE arasında başgösteren ekonomik rekabet olgusu içerisinde tecessüm eden bölgesel liderlik rolü mefhumunu güçlendirmişti. Aynı zamanda ABD ile BAE arasında kurulan stratejik bağları da derinleştirmiş, Trump döneminde BAE’ye F-35 savaş uçaklarının dahi sağlanmasını içeren anlaşmalar imzalanmıştı.

Bahreyn ise bir diğer taraftan temelde jeopolitik bir temellendirmeye dayalı hamle yapmıştı. Bahreyn yönetimi, İsrail ile ilişkilerini kurma konusundaki stratejik düşüncesini İran ile olan gerilimlere dayandırmaktadır. BAE’nin ardından 2020’de İsrail’i tanıyan ikinci ülke olan Bahreyn, bu adımını İran’ın bölgesel etkisini sınırlamak amacıyla atmıştır. Ayrıca, Bahreyn’in İsrail ile güçlü bir askeri ve güvenlik iş birliği kurma arzusu, ülkedeki Amerikan askeri varlığı ile de birleştiğinde, güçlü bir neden olarak ortaya çıkmıştı.

Umman’ın İsrail ile olan ilişkileri ise daha geri planda olsa da belirgin bir şekilde devam etmektedir. Diplomatik ilişkilerin kurulmamış olması, Umman’ın bölgedeki denge politikasına dayanmaktadır. Umman, İsrail ile doğrudan diplomatik ilişkiler kurmamakla birlikte, belirli dönemlerde İsrailli liderleri ağırlayarak ve ticaret ofisleri açarak, bu ilişkileri daha sakin ve dolaylı bir şekilde yürütmektedir. 1990’lı yıllarda İsrail liderleri Yitzhak Rabin ve Şimon Peres’in Umman ziyaretlerinin ardından 2000’lerde İkinci İntifada ile gerilen ilişkiler, 2018’de Netanyahu’nun Umman ziyareti ile tekrardan ısınmaya başlamıştı. Bir diğer noktada ise, İsrail ile olan bu sınırlı etkileşimler, Umman’ın bölgesel diplomasi alanındaki çeşitlilik stratejisini yansıtmaktadır.

Körfez’in siyasi, askeri ve jeopolitik anlamda en etkin gücü olan Suudi Arabistan, bölgedeki en etkili aktörlerden biri olarak, henüz İsrail ile resmi bir diplomatik ilişki kurmamıştır. Ancak, Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerindeki değişim sinyalleri, bu ülkenin bölgesel ve uluslararası stratejilerini etkilemektedir. Özellikle 2010’ların sonlarına doğru istihbarat düzeyinde gerçekleşen görüşmeler ve 2020 itibariyle resmi düzeyde müzakereler, Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini değerlendirme sürecinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. 7 Ekim saldırıları öncesinde ABD’nin diplomatik anlamda gerçekleştirdiği manevralar ile birlikte Suudi Arabistan-İsrail arasında bir normalleşme sağlanması konusunda ciddi çaba harcandı. Ancak, Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkileri konusundaki zorluklar da göz ardı edilmemelidir. Suudi toplumunun ve bölgedeki diğer Arap ülkelerinin tepkileri, bu normalleşme sürecini karmaşık hale getirebilir. Filistin meselesi, Suudi halkının duygusal ve tarihi bağlılıklarını içermesi nedeniyle Suudi Arabistan’ın İsrail ile olan ilişkilerinde bir kritik faktördür.

Bunun yanında Katar, İsrail ile olan ilişkilerini belirli düzeyde devam ettirmiş, ancak aynı zamanda Filistin meselesindeki iki devletli çözümün yanında durmuştur. Katar, 7 Ekim gelişmeleri akabindeki süreçlerde, Hamas gibi Filistinli gruplarla yakın ilişkiler sürdürerek, bölgede bir arabulucu rolü oynamıştır. Bu durum, Katar’ın İsrail ile olan ilişkilerini daha çok Filistin meselesi bağlamında değerlendirdiği bir strateji izlediğini göstermektedir. Bu aşamada Katar, İsrail ile olan ilişkilerini Katar toplumunun Filistin hassasiyetine oranla tanımlarken, Katar’ın Hamas ve diğer gruplara olan erişimi, Körfez ülkesini gerek İsrail gerek ABD nezdinde önemli bir

Yemen, İsrail ile resmi bir diplomatik ilişkiye sahip olmayan ülkelerden biridir. Ancak, BAE’nin 2014’de başlayan iç savaş ortamında, güneydeki ayrılıkçıları desteklemesi ve bu ayrılıkçıların İsrail ile olan ilişkilerinin olumlu bir şekilde değerlendirilmesi, bölgedeki karmaşık ilişkiler ağını yansıtmaktadır. Bunun yanında, Husilerin İran’a yakın tutumu, 7 Ekim gelişmelerinin ardından sınırlı ve kesintili bir şekilde İsrail’e askeri saldırılarda bulunulmasını da beraberinde getirmiş ve her ne kadar Husiler Yemen meşru hükümetini temsil etmese dahi Yemen’in İsrail ile ilişkilerindeki skalada en uzak noktalardan birine yerleşmesini de beraberinde getirmiştir.

Kuveyt, bölgede önemli bir Filistin diasporasına ev sahipliği yapmaktadır ve bu durum, ülkenin İsrail ile olan ilişkilerini etkileyen temel faktörlerden biridir. Kuveyt, Filistin meselesine olan bağlılığını sürdürmekte ve İsrail’e karşı en sert siyasi tutumu takınan ülke olarak öne çıkmaktadır. Bu çerçevede 7 Ekim gelişmelerinin ardından, ülkedeki yabancıların İsrail-destekçisi bir konuma gelmeleri ve bunu beyan etmelerini cezalandıran Kuveyt, İsrail ile ilişkiler skalasında uzun dönem daha en uçta yer alacak ülke gibi gözüküyor.

Bölgesel Çıkarımlar ve Olasılıklar

İsrail ve Filistinli gruplar arasındaki askeri gerilimin tırmanışı, Körfez bölgesinde bölgesel etkiler doğurması muhtemel bir durumdur. İlk olarak, Arap-Müslüman kimlikleri üzerinde birleştirici ve sınıraşan bir karaktere sahip olan Filistin meselesi, devam eden İsrail-Körfez normalleşme çabalarında bir yavaşlamaya neden olmaktadır. Bu yavaşlama, Suudi Arabistan-İsrail politik ilişkileri üzerinde sınırlı da olsa olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Bölgesel gelişmeler nedeniyle Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme eğilimini tamamen terk etmesini beklemek rasyonel bir beklenti olmasa da ilgili normalleşme diyaloglarının, halkın baskısı ve Arap dünyasındaki mevcut psikolojik ve politik atmosfer nedeniyle tekraren ivme kazanması zaman alacaktır.

Bu gelişmeler, sadece Suudi Arabistan-İsrail ilişkilerini etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın ABD ve İran ile olan ilişkilerini de etkileyecektir. İsrail ile olan diyalogların ertelenmesi, Suudi-Amerikan ilişkilerini de yavaşlatacaktır. Her ne kadar 7 Ekim gelişmelerinin akabinde İsrail-Filistin meselesine ve Gazze’de yaşananlara dair insani çabaların uyumlaştırılması, uluslararası hukukun işletilmesi ve savaş suçlarının önlenmesi gibi konularda Suudi-ABD ve Suudi-İran diyalogları en üst düzeylerden sürdürülmüş olsa da temel jeopolitik meselelerin ilgili ülkeler arasında çözüme kavuşturulmasını sağlayacak diyalog platformlarının inşası, halkların büyük tepkisiyle karşılaşacaktır. Zira Gazze’de yaşananlar a ilişkin Amerikan yönetiminin söylemleri ile Amerikan halkının, Suudi yönetiminin söylemleriyle Suudi halkının ve İran yönetiminin söylemleri ile İran halkının talepleri arasında ciddi farklılıklar olduğu da önemli birer mesele olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Gökhan Ereli[1]

[1]ORSAM Körfez Çalışmaları Koordinatörü

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu