İmgelem ve Metinlerarasılık Esnasında: Cezbedici

İnsanın içsel dürtülerinden en önemlisi güçlüyü, yanıbaşındayı ve büyüğü cazip görmektir. Çocukların ve bebeklerin ilk keskinleşmiş tavırlarından bir tanesi anne, babasını ve yanında büyüdüklerini önemsemek, cazip görmek ve taklit etmektir. Cazip olanı taklit etmek risksiz ve kolay olarak yeni bir dünyaya girdiğimizde bizi tükaka kılınmaktan uzaklaştırır.

Cezbedici olan şeyin niteliği bu noktada başat unsur oluyor, ebeveyninin kötü bir huyunu taklit eden bir çocuğu suçlayamayacağımız gibi: Filmlerde, dizilerde, ana akım yayıncılıkta gördükleri personaları ilahcık kabul eden bir toplumu da suçlayamaz sadece filtresizlikle itham edebiliriz. Albenili görünen elbiseler, pahalı arabalar, lüks evler; evine ekmek götürmekte zorlanan ve kentte mekân seçimini fiyat endeksine göre dizenler için cazip olmaması olağan dışıdır.

Filmlerde veya dizilerde başrol karakter tercihlerinin hep varlıklı kişilerin seçilmesi de bunu tetiklemektedir. Bu noktada senaristleri de insanları özenebilecekleri kötü karakterler yaratmakla suçlamadan önce şunu düşünmeliyiz; sabah 8’de işe gidip 18’de mesaiden çıkan ve bunun üzerinden metropollerde birden çok saat yol tepen hayatlar üzerinden bir hikaye sahibi olmak için uygun mu?

Sanatın gerekliyi konu edinmesi gerektiğini hep ifade ediyorum. Dünyadaki tarihsel akışta gelişen ve sanat mertebesi alan bütün türlerde bir gereklilik/faydalılık endeksi olduğuna dikkat çekmek isterim. Klasik sanatlarımızdan hat, tezhip, cilt, ebru vb. sanatlar matbaanın revaçta olmadığı ve elle çoğaltılan eserlerin kıymetli olduğu devirlerde gelişmiş ve neşri neva bulmuştur. Matbaa sonrası dönemlerde ise popülerliğini yitirerek duvarlardaki köşelerinde kalmışlardır. Bu noktada insanların rahat yaşayamadığı mekanları tasarlamanın, izlenmeyecek filmler yapmanın ve okunmayacak kitaplar yazmanın en azından günümüzde önemi azımsanacak kadar azdır.

Bu noktada sanatlar “popülere” doğru evirilmekte ve yeni gerçeklikle birlikte teknolojinin alt dalları haline gelmektedirler. Tradisyonalizmin çöküşü ve iflasıyla Dünya bir mahalle ölçeğine küçülmüş ve gelişen yapay zekâ unsurlarıyla dilsel farklılıklar önemini yitirmiştir.

Yerel kültürlerin fişlerinin çekilmesiyle birlikte her şeyin tektipleştiğinden bahsedebiliriz. Dünyanın hemen hemen her yöresinde aynı şarkıların dinlendiği, aynı marka pantolonların giyildiği, iklim koşulları dahi gözetilmeden benzer meskenlerin inşa edildiği bir dünyada özgünlükten bahsetmek radikal bir söylem haline geliyor ayrıca anarşiye teslim oluyor.

Cezbedicinin peşinde sürüklenen izleyiciler kahramanın gülüşü, takısı, pantolonu, evinde kullandığı minder, sürüdüğü araba, içtiği kahve gibi şeylere özenerek yerelden -atadan, gelenekten, inançtan- aldığı değerleri çok hızlı ekarte ederek yerine yenisini koyuyor. Yıllarca okullarda, evlerde verilen eğitim ve gösterilen örneklikler çok hızlı değişerek tepeden tırnağa cezbedicinin acentesi haline geliyor.

Bu noktada verilen eğitim-öğretimin yeterli olduğu ön kabulüyle yaklaştığımızda dahi cazip olanın bunlar olmadığını görüyoruz. Eğitimde rol model olarak ifade edilen kavramın yaygın medya araçlarıyla sürekli olarak itibarsızlaştırıldığını ifade edebiliriz. Bu noktada yaygın eğitim öğretim metotlarının dizi, film, sosyal medya gibi kahraman-persona oluşturma noktalarıyla desteklenerek ancak başarı kazanacağını ifade edebiliriz. Bu noktaların oluşması için ise kültür ve sanatın diğer dallarının bir bütünlük içinde geliştirilmesi gerekmektedir. Müzikten, edebiyattan, mimariden, markalamadan, endüstriden bağımsız bir cazibe merkezi düşünemeyiz, bir bütünün parçaları gibi uyumlu ve estetik olmanın temel şart olduğunu söyleyebiliriz.

Varoluşu simgeleyen ve varlığı felsefi bir tutumla ayakta tutan bir sanatın geliştirilmesi insanın iç dürtülerini temsil eden duygularını beslemek ve onun iş yapma/karar alma pratiklerini insani düzeyde tutmaya yarayan bir olgudur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu